ZİYA GÖKALP’İN HASTALIĞI, VEFATI VE CENAZE TÖRENİ-1

Gökalp, çoluk çocuğunu yanına çağırarak onlarla bir çeşit vedalaşır. Kızı Seniha’ya, aileyi emanet ettiğini söyler: “Kızım Seniha, ben hastaneye gideceğim. Belki oradan sağ dönemem. Sen annene ve kardeşlerine bakacaksın, onların çekecekleri acıları azaltacaksın, şimdiye kadar benim için çalıştın, bundan böyle onlara hizmet edeceksin.”

Cumhuriyete ruh veren adam’ olarak ifade ettiğimiz büyük fikir adamı Ziya Gökalp’in sağlığı 1924 yılı başlarında, çok ağır ve aşırı çalışmaları sonucunda bozulur. Her geçen gün hastalığı ağırlaşmaya başlar. Böbrek sancıları sonucunda çok ıstırap duyuyor ve buna metanetle katlanıyordu. Doktorların yaptığı iğnelerle birkaç gün baygın bile yatmıştı. Böbrek sancıları gittikçe artar. İstanbul’da tedavisine karar verilir. “Türk Medeniyeti Tarihi” kitabına karşılık Maarif Vekaleti’nden bir miktar avans alınarak yola çıkılır. Şubat ayında gittiği İstanbul’da bir ay yatakta kalır. Bu arada, Milli Mücadele zaferle sonuçlanmış, Lozan Barış Antlaşması imzalanmış, cumhuriyet ilan edilmiş ve hilafet kaldırılarak, Osmanlı hanedanının üyeleri yurt dışına gönderilmiştir.

Hastalığı ile Dr. Musa Kâzım ve Prof. Dr. Akil Muhtar (Özden) ilgilendiler. Giderek hafızasında zayıflama ve konuşma bozuklukları görülmeye başlar; gözlerinin iyi görmediğinden ve midesinden şikâyetçidir. Eylül 1924’te iyi gelir düşüncesi ile Büyük Ada’da kalmaya başlar. Ancak şikâyetleri ve ateşi artmaya devam eder. Doktorlar İstanbul’da Fransız Hastanesine kaldırılmasını isterler. Hastalığına muhtelif teşhisler konulmuş, fakat kesin olarak ne olduğu tespit edilememiştir. Gökalp, çoluk çocuğunu yanına çağırarak onlarla bir çeşit vedalaşır. Kızı Seniha’ya, aileyi emanet ettiğini söyler: “Kızım Seniha, ben hastaneye gideceğim. Belki oradan sağ dönemem. Sen annene ve kardeşlerine bakacaksın, onların çekecekleri acıları azaltacaksın, şimdiye kadar benim için çalıştın, bundan böyle onlara hizmet edeceksin.” Seniha Hanım, ağlıyor. Gökalp onun başını, saçlarını elleriyle okşuyor ve bırakıyor. Bu onun vedasıdır. Eşini ve öteki çocuklarını çağırıyor. Onlara öğütler veriyor, teselli ediyor, metin olmalarını istiyor. Büyük Ada’da bir sabah Ziya Gökalp sedye içinde vapurla İstanbul’a getirilir ve 14 Ekim 1924’te Beyoğlu Fransız Hastanesine kaldırılır. 2. Kat 38 numaralı odaya yatırılır. Hastanede iken, “Ne yazık ki, kafamdaki fikirleri veremedim. Eserimi tamamlayamadım. Bunları, hep beraber götürüyorum.” diyor.

DR. AKİL MUHTAR (ÖZDEN) HASTALIK SÜRECİNİ ANLATIYOR

Hastalığın ilk belirtilerini vermesinden itibaren Ziya Gökalp’i Dr. Musa Kâzım tedavi etmiştir. Hastamız, yaklaşık altı ay sonra, İstanbul’a geldikten itibaren 4 Ağustos 1924’te Dr. Akil Muhtar’a getirilmiştir. Süreci Dr. Akil Muhtar şu şekilde anlatıyor: “Ziya Gökalp, 4 Ağustos 1924’te bana geldi. Anlattığına göre altı ay önce Ankara’da iken sol böbrek dairesine bir ağrı gelmiş. Üç gün morfin yapmak mecburiyetinde bulunmuş, dalgın bir halde kalmış, kendini kaybetmiş. Ateşi çıkmamış. Bunu müteakip otuz gün daha yatakta kaldıktan sonra İstanbul’a gelmiş. 4 Ağustos’a kadar Ziya Gökalp’i Dr. Musa Kâzım tedavi etmiş.

O gün vaki olan şikâyetleri şunlardı: ‘Altı aydan beri dalgınlığım var. Fazla uyumak istiyorum. Zihnen yorgunum. Eskisi gibi düşünüp yazamıyorum. Tekrar okumadan iki cümleyi birbirine raptedemiyorum (bağlayamıyorum). Ekseriya bir cümleyi yazdıktan sonra ikincisini yazarken birincisini unutmuş bulunuyorum. Tekrar okumadan iki cümleyi birbirine raptedemiyorum. Hâlbuki Türk (medeniyeti) tarihini yazmaya başladım. Meşgul olduğum devreye ait vak’ayiin (yaşananların) anahtarını da buldum. O zamanın hadisatını (olaylarını) bununla kolay kolay izah ediyorum.’

Ziya Bey bunları naklederken gayet ağır konuşuyor ve suallere cevap vermezden evvel bazen bir dakika ve bazen daha ziyade (çok) bir müddet oluyordu. Tekellümü (konuşması) tabii bir halde değildi. Birçok kelimeleri karışık telaffuz ediyordu. Ziya Gökalp, gözlerinin biraz görmeye başladığını söyledi. Midesinden şikâyet ediyordu. Müteaddit defalar muayene edilen idrarlarından hiçbir şey bulunmadığını, bir müddet prostat dahamesinden zahmet çektiğini, Necmettin Arif tarafından tedavi edildiğini söyledi.

Zikre şayan bir nokta da Malta’ya gittikten sonra boynunun sol tarafında bir lenfa ukdesinin (lenf bezi) ceviz cesametinde (büyüklüğünde) büyümüş olmasıdır. Tazyiki (basınç/ tansiyon) 12.6, kilosu 80. Alnının ortasındaki nedbe (yara izi) hakkında malumat istedim. 17 yaşında iken teşebbüs ettiği intihar eseri bulunduğunu ve kurşunun röntgen muayenesinde sinos frontalde (Alındaki frontal kemiğin sağ ve sol bölümleri içinde yer alan iki boşluktan her biri; alın sinüsü) kalmış olduğunu söyledi.

Tam bir istirahat tavsiye ettim. Bazı ilaçlar verdim. Bir ay sonra bana tekrar geldiği zaman kendisinde aşikâr bir iyilik vardı ve bu iyilik iki ay devam etti. Bana bu iyilik esnasında kitabının ‘Birinci Kısmını yazıp bitirdim’ dedi. Ada’ya (Büyük Ada) gittiği ilk ay zarfında her gün kulübe gelir, oturur, sonra yaya yürürdü. Bunları bana son defa muayeneye geldiği vakit anlattı. Eylül ayının sonlarında bir gün kendisine ateş geldi. Beni telgrafla çağırdılar. Muayenemde iki bacağında büyük bir zafiyet husule geldiğini gördüm. Asıl mühim nokta dimağındaki tagayyürlerin (değişimlerin) çoğalmasıydı. Pek güçlükle söz anlayabiliyordu.

EVDE TEDAVİ

Hastaneye gitmesini tavsiye ettim. Doktor Abravaya da aynı tavsiyede bulunmuştu. Lakin kendisi de haremi (eşi) de bunu kabul etmediler. O zaman Ziya Bey’in her işine yalnız dostu Cafer Bey bakardı. Ona bir karyola tedarik etti. Evinde tedavi ettik. On gün sonra aşikâr bir iyilik görülür gibi oldu. Ateş düştü. On gün kadar bu iyilik devam ettikten sonra, hali yeniden fenalaştı. Mutlaka hastaneye naklini tavsiye ettim. Bu seyir bize, hastalığın daha ziyade ansefalit (beyin iltihabı) olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine hastayı Fransız Hastanesine naklettik. Orada belinden su alındı. Mayi (sıvı) yine berrak çıktı. Göz muayenesinde papilin (göz bebeği) etrafı şiş değildi ve kendisinden bir dimağ tümörü gösteren hiçbir araz bulunamadı.

Konsültasyon yaptık: Selanikli Rıfat, Abravaya, Dr. Arif ve şimdi ismini hatırlayamadığım bir asabiyeci ve ben bulunduk. Ansefalit teşhisinde ittifak ettik. Lakin git gide etrafının zaafı artıyordu. Hasta komaya girerek terk-i hayat etti (hayatı terketti/öldü).

CUMHURBAŞKANI MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN İLGİSİ

Mustafa Kemal Paşa ve diğer devlet büyüklerinden gelen “geçmiş olsun” telgraflarına ve mektuplarına gülümseyerek memnuniyetini belirtir. Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafı ile birlikte gönderdiği mektubuna cevabı kendisi yazamaz, yanındakilere yazdırtır. 21 Ekim 1924 günü Dışişleri Delegesi Nusret Bey, Fransız Hastanesine ziyaretine gelir. Başbakan İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Paşa’nın selamlarını ve mektupları ile telgrafları getirmiştir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, tedavisi için gerekirse Avrupa’ya gönderilmesi için icap eden her şeyi üstleneceğini bildirmektedir: “İstanbul’da Beyoğlu’nda Fransız Hastanesinde Türk mütefekkir-i muhteremi (saygın düşünce adamı) Ziya Gökalp Beyefendi’ye. 21. 10. 1924

Rahatsızlığınızdan çok teessürle (üzüntüyle) haberdar oldum. Sıhhat ü afiyetiniz (sağlık ve afiyetiniz) haberine memleketçe intizar olunmaktadır (beklenmektedir). Süratle iade-i afiyetiniz (sağlığınızı kazanmanız) için Avrupa’da tedavinize ihtiyaç varsa icap eden her şeyin tahsisini (karşılanmasını) tekeffül ediyorum (sorumluluğunu üstleniyorum). Sıhhatiniz ve mahall-i tedaviniz (tedavi yeriniz) hakkında iş’arınızı (isteğinizi/ bildirmenizi) bekler, muhabbetkâr selamlarımı beyan ederim efendim. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal”

Bu telgrafı tekrar tekrar okuyup çok memnun olduğunu bakışlarıyla ifade eden Ziya Gökalp, aynı gün başından hiç ayrılmayan arkadaşı Halim Sabit (Şıbay)’e imzalamaya gücünün yetmediği, Atatürk’e bir cevabi mektup yazdırmıştır. Mektupta, “Pek çok sevindiğini ve samimi teşekkürlerini bildirmiş, son dakikalarını yaşadığını hissettiğini, çocuklarına iyi bakılması ve Türk Medeniyeti Tarihi kitabının bastırılması dileğinde” bulunmuştur. Her iki isteği de Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle TBMM kararıyla sağlanacaktır. 23 Ekim 1924 Cuma günü “dimağında biriken su” ailesinin oluruyla alınmıştır. Hastaya pek de yararı olmayan bu işlemi ve son günlerindeki beslenme işlemini kardeşi Nihat Gökalp şöyle anlatıyor:

“Merhum ağabeyimin sıhhatinin fenalaşmasından bir gün önce yani 23 Ekim Cuma günü, dimağında su yığılmıştır, bunu alırsak belki merhumun sağlığı üzerinde iyi bir sonuç alınır diye hastanenin ve bizim yüksek profesör doktorlarımız müttefikan söylediler. Ailemizin reisi olduğum için bu ameliyatın icrasına olurumuz olduğuna dair, yengem Vecihe Hanım’ın da olurunu alarak, olurumuza dair bir senet yazıp imza ederek hastane heyetine verdim. Bunun üzerine, uzun ve içi boru olan bir mili merhumun amudufıkarisinden (omurga/ belkemiği) bir noktaya soktular. Büyük bir tasa bir kilogram veya daha çok miktarda, bulanık bir su aktı. Bu, dimağdan geliyormuş. Fakat bu ameliyatın faydası olmadı.

KONSÜLTASYON YAPILDI

Merhumun son günlerinde gıdasını ağzından veremiyorlardı. Mezkûr nevine benzer bir mili, merhumun midesinin içine kadar ucu geçinceye kadar sokuyorlardı. Ve bu milin içindeki borudan mayi (sıvı) halinde bir gıdayı merhumun midesine akıtıyorlardı.” Hastayı, 22 Ekim’de Fransız Büyükelçisi ziyaret ederek Fransız milleti adına üzüntülerini ve sağlık temennilerini iletti. 23 Ekim’de İstanbul Belediye Başkanı Emin Bey ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerini iletti.

Aynı gün (23 Ekim) hastaya, Dr. Mazhar Osman, Dr. Akil Muhtar ve Hakkı Şinasi Paşa birlikte bir konsültasyon yaptı. “Röntgen ile Ziya Bey’in beyninin fotoğrafı alınmış, röntgen camı üzerinde, otuz sene önce üstadın alnından giren bir kurşunun hâlâ beyninin içinde olduğu görülmüştür. Bununla beraber, beyin iltihabı hastalığının bu kurşunla ilgisi olmadığı doktorlar tarafından bildirilmiştir. 24 Ekim 1924 günü Anadolu Ajansının yayımladığı rapora göre, Gökalp’in hastalığı, kalbin direnmesine rağmen vahametini arttırarak devam etmektedir.

YARIN: “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir”