ŞEHADETİN ŞEREFİ İHANETİN BEDELİ-4 (İZMIR’İN İŞGALİ VE KURTULUŞUNDA YAŞANANLAR)

Köylü Gazetesi’nde yer alan Vali İzzet Bey’in bir tekzibi, okuyanlarla sanki alay eder gibiydi: “Bazı kötü niyetliler, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği yolunda söylentiler çıkarmışlardı. Yalandır, tekzip olunur.” İşgale saatler kala aymazlığın, ihanetin böylesi de görülmüş bir şey değildi!

İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edileceği haberini ilk duyanlardan biri, Gümrük Müfettişi Menemenlizade Muvaffak Bey’di (Muvaffak Menemencioğlu). İtalyan Konsolosluğu’ndaki tanıdıkları 14 Mayıs sabahının erken saatlerinde işgal haberini kendisine iletmişti. Muvaffak Bey hemen Gümrük Başmüdürlüğü’ne koştu. Fakat Başmüdür Agâh Bey makamında yoktu. Oradan Salon Gümrüğü Başmemuru Tahir Bey’in (Bor) yanına gitti. Muvaffak Bey Tahir Bey’e: “Bu akşam, olmadığı takdirde yarın sabah İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal mutlaka edileceğini öğrendim. Başmüdürlük’te kimseyi bulamadım. Kasadaki paraların vakit geçirmeden İstanbul’a gönderilmesi lazım. Ben İtalyan Konsolosluğu’na gidiyorum, ararsanız orada bulursunuz. Lütfen Agâh Bey’i durumdan haberdar ediniz” dedi ve odadan çıkıp gitti.

SOKAKTA HERKES BUNDAN BAHSEDİYOR

Tahir Bey hemen Gümrük Başmüdürlüğü’ne koştu. Agâh Bey makamına gelmişti. Ona durumu anlattı. Tahir Bey birkaç yere daha uğradıktan sonra Kemeraltı’na geldi. Halk kaygılı yüzlerle dükkânların önünde kaldırım kıyılarında toplanmış, işgalden söz ediyordu. Vilayet binasının Kemeraltı’na bakan kısmında bir polis, Tahir Bey’in yanına yaklaşarak: “Sizi Polis Müdürü Cemil Bey görmek istiyor” dedi. Tahir Bey polisle birlikte Cemil Bey’in makamına gitti. Polis Müdürü Tahir Bey’e; “Siz, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini sağda solda söyleyip halka heyecan veriyormuşsunuz” dedi. Tahir Bey sabahtan beri olanları anlattıktan sonra Polis Müdürü Cemil Bey’e şu karşılığı verdi: “Ben birkaç resmi daire dışında kimseye bir şey söylemiş değilim. Fakat sokakta herkes bundan söz ediyor. Nereden duyduklarını bilemem…” Cemil Bey, Tahir Bey’i tutuklamakta kararlı görünüyordu. “Aslı astarı olmayan haberleri yaydığınız için sizi tevkif ettireceğim…” dediği sırada, içeriye bir sivil polis girmişti. Cemil Bey’e heyecanlı bir şekilde: “Beyefendi, Hrisostomos biraz önce, Aya Fotini Kilisesi’nde yaptığı ayin sırasında, İzmir’in yarın Yunanlılar tarafından işgal edileceğini söylemiş…” Polis Müdürü Cemil Bey, bunun üzerine Tahir Bey’e: “Gidebilirsiniz, serbestsiniz” dedi.

KURMAY ALBAY KAZIM ÖZALP DE ORADAYDI

Mondros Mütarekesi sürecinde Balıkesir’deki 61. Tümen Komutanlığı görevinde bulunan Kurmay Albay Kazım (Özalp) Bey, o günlerde izinli olarak İzmir’de bulunuyordu. Söylentileri o da duymuş, merak içinde Kemeraltı’ndaki Askeri Kıraathaneye gelmişti. Kıraathanede oturan Kazım Bey, bir süre koşuşan, dertleşen İzmirlileri seyretti. Bir ara yanına eskiden tanıdığı bir subay geldi. Yüzü allak bullaktı. Kazım Bey’e; “Albayım, Yunanlılar bu akşam muhakkak İzmir’i işgal edeceklermiş. Siz ne diyorsunuz?” diye sordu. Yanlarına birkaç kişi daha gelmişti. Onlar da merak içindeydiler ve Kazım Bey’den bir şeyler öğrenmek istiyorlardı. Kazım Bey onlara: “Durun bakayım” dedi, “ben bir zamanlar Ali Nadir Paşa’nın kurmau subaylığında bulunmuştum. Belki ondan durumu öğrenebilirim.” Dedi. Kazım Bey, Askeri Kıraathaneden çıkıp az ilerideki Sarı Kışla’ya gitti. 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa soğukkanlı görünüyordu: “Yok, öyle bir şey” dedi, “yalnız Boğazlarda olduğu gibi, İzmir’in bazı tabyalarını İtilaf Devletleri ile Yunanlılar birlikte işgal edecekler. Resmi bilgi bundan ibaret.” Ali Nadir Paşa’nın yanından ayrılan Kazım Bey, yeniden Askeri Kıraathaneye döndü. Kahvenin içi ve önü şimdi daha da kalabalıktı. Kendisini beklemekte olan subaya, Ali Nadir Paşa ile yaptığı konuşmayı anlattı. Halktan bir kalabalık, Kazım Bey’le subayın çevresini sarmıştı. Subay: “Ali Nadir Paşa doğru söylemiyor. Yalan olması imkansız. Menemenlizade Muvaffak Bey, inanılır yerden öğrenmiş: Bu akşam saat 8’de, olmazsa, yarın sabah Yunanlılar muhakkak İzmir’e çıkacaklarmış…” dedi. Kazım bey konuştuğu subayın çevresinde toplanan kalabalık o sırada birden dalgalandı. O sırada Sultani’de öğretmenlik yapan Mustafa Necati adlı bir genç (sonradan Milli Eğitim Bakanı) sinirden titreyerek bağırıyordu: “Bu böyle olmaz!.. Haydi, şu mektebe gidip konuşalım, sonra Hükümete kati bir müracaatta bulunalım…” Kalabalık bu çağrı üzerine Konak Meydanı’nın öteki köşesindeki Sultani binasına (sonradan Adliye Binası) doğru ilerlemeye başladı… Bundan sonrasını aşağıda ele alacağız. Bu aşamada Kurmay Albay Kazım Bey’in Sultani toplantısı sonrasındaki gelişmelerdeki yerini ve tutumunu değerlendireceğiz. Kazım Bey, Sultani’deki toplantıdan sonra Haydar Rüştü Öktem ile birlikte oradan ayrılmış ve Park Kıraathanesi önüne gelerek oturmuştu. Necati ve üç arkadaşı tarafından kaleme alınan bildiriyi birlikte okuyup onayladılar. Oluşturulan heyet Vali ve Kolordu Komutanı ile görüştüler bir sonuç alamadılar. Bunun üzerine “miting ve direnme çağrısı” içeren bir bildiriyi, Anadolu Gazetesi matbaasında güçlükle bastırarak dağıttılar ve halkı “Maşatlık”ta düzenlenecek mitinge çağırdılar.

BİZE BAŞ OLACAK HİÇ KİMSE YOK MU

14, 15 Mayıs günlerinde İzmir’in genç aydınları ve küçük rütbeli subayları başlarına geçecek, önderlik edecek birisini arıyorlardı. Anadolu Gazetesi sahibi ve başyazarı Haydar Rüştü (Öktem) Bey’e bile: “Haydar Bey, Allah aşkına bize bir baş olacak kimse yok mu? Siz bari önümüze düşünüz de bize yol gösteriniz. İşte biz canımızı fedaya amadeyiz” dediler. Gençler, 14 Mayıs günü o kargaşanın içinde aynı teklifi Albay Kazım Bey’e de yaptılar. Kazım Bey, “Karşı konulmalıdır. Silahı olan silahını alsın, asker, jandarma ne varsa tepelere çıkıp savaşalım. Ben de sizinle beraber bulunurum…” gibilerinden havada kalan ve başa geçmeyi reddeden bir karşılık vermişti. Kazım Bey, daha sonra İzmir’den uzaklaşmak için gerekli hazırlıkları yapmak üzere evine gitti. Kazım Bey (Özalp), 15 Mayıs 1919 işgal günü sabahleyin erkenden evden çıkmış, Askeri Kıraathane’ye gelmişti. Kazım Bey’in Jandarma Subayı olan kardeşi Fethi, bir silah almak için Jandarma Debboyu’na (askeri eşya, giysi, silah vb. deposu) gitmişti. Kardeşini beklediği sırada, kıraathaneden görebildiği kadarıyla Kemeraltı’nın girişinde şaşkınlık, heyecan ve karışıklık hüküm sürüyordu. Bir ara Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa’yı küçük bir toplulukla birlikte Vali Kambur İzzet’in yanına girerken gördü. Halk Hacı Hasan Paşa’nın çevresini sarmış, ondan son gelişmeler hakkında bilgi almaya çalışıyordu. Kazım Bey de kalabalığın arasına karıştı. Hacı Hasan Paşa: “Yaptığımız iş her tarafa telgraf çekmekten ibarettir. ‘İzmir elden gidiyor! diye telgraf çektik. Altına da İlhakı Red Heyeti diye imza attık.” Dedikten sonra kalabalığı yarıp vilayet binasına girdi. O sırada Türkçe gazeteler artık piyasaya çıkmıştı. Köylü Gazetesi’nde yer alan Vali İzzet Bey’in bir tekzibi, okuyanlarla sanki alay eder gibiydi: “Bazı kötü niyetliler, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği yolunda söylentiler çıkarmışlardı. Yalandır, tekzip olunur.” İşgale saatler kala aymazlığın, ihanetin böylesi de görülmüş bir şey değildi!

Az sonra Fethi Bey Jandarma Debboyu’ndan eli boş döndü. Albay Kazım Bey ve kardeşi birlikte ara yollardan Basmane Garı’na gittiler. Garda harekete hazır bir tren vardı. Türk olmayan demiryolu memurları ellerinde izin belgesi bulunmayan kimseleri trene bindirmiyorlardı. Gar ağız ağza, İzmir’den kaçmak isteyen Türklerle doluydu. Albay Kazım (Özalp), bir tanıdığının aracılığı ile trende 2 kişilik yer buldu. Tren Karşıyaka’ya doğru ilerlerken, düşman gemileri limanda çoktan demir atmışlardı… Sonra’dan Milli Mücadele’de ve Cumhuriyet Döneminde Meclis Başkanlığı dahil önemli hizmetlerde bulunacak olan Kazım Özalp Paşa’nın bu tutumu, Vali Kambur İzzet ve Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa kadar olmasa da eleştiriye tabi tutulacaktır. İzmir’in işgali hakkında en önemli çalışmalardan birini yapmış olan ve bizim de bu yazı serisinde eserinden fazlaca yararlandığımız Gazeteci Sayın Nurdoğan Taçalan bu konuda şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Kazım Bey, 15 Mayıs’ın erken saatlerinde İzmir’den apar-topar kaçacağına direnme örgütünün başına geçemez miydi? Ya da arkasından sürükleyeceği birkaç bin gönüllü ile daha gerilerde bir cephe kuramaz mıydı? Kanımızca Ali Nadir Paşa ile Vali İzzet Bey için yapılan eleştiriler, ufak ölçüde de olsa Kazım (Özalp) Bey’e de yöneltilebilir.”

YARIN: Türk İzmir Maşatlık’tan haykırıyor: “İşgale ve ilhaka hayır!”