Kaşıkçı olayının  en baştan itibaren çok boyutlu ve planlı olduğu anlaşılmaktadır. Başkalarının rezilliği, olayı planlamış ve teşvik etmiş olması, Suudi tarafının böyle bir operasyondaki sorumluluğunu, akıl almaz yanlışlarını ve sonuçlarına katlanması gerektiği gerçeğini değiştirmez.

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin, Suudilerin yüzlerine-gözlerine bulaştırdıkları bir istihbarat faaliyeti ile sınırlı kalmadığı, daha geniş, planlı ve karanlık bir operasyon olduğu anlaşılıyor. Gelişmelerin seyri çok ciddi soru işaretleri ortaya çıkarmıştır.

Cemal Kaşıkçı, bütün dünyanın tanıdığı bir ailenin mensubudur. Bu aile ile Kraliyet sülalesi arasında en azından medyaya yansıyan herhangi bir gerilim olmamıştır. Kaşıkçı gazeteci olarak, mevcut yönetime muhalif, ama çok da keskin değil. Suudi konsolosluğuna yeni bir evlilik yapabilmek için, boşandığını gösteren bir belge almak için gidiyor. Bu belgeyi önce ABD’de, sonra Londra’da almak istemiş. Her iki yerden de Türkiye’ye yönlendiriliyor. İstanbul’da ilk müracaatını Cuma günü yapıyor. Konsoloslukta çok iyi ağırlanıyor ve evrakının bir sonraki Salı günü hazır olacağı belirtilerek, gönderiliyor. Kaşıkçı hafta sonunu Londra’da geçiriyor. Konsolosluktan iki defa aranarak Salı günü verilen randevu hatırlatılıyor ve gelip gelmeyeceği soruluyor. Bu durum Kaşıkçı’yı da şüphelendiriyor. Hatta kendi vatandaşlarından oluşan çevresinden de dikkatli olması konusunda uyarılıyor.

  CEVABI “EVET” OLAN SORULAR

Buraya kadar olanlar hemen akla şu soruları getiriyor. İşin uzmanları, Kaşıkçı’nın ABD ve İngiltere’den de istediği belgeyi alabilmesinin mümkün olduğunu söylüyorlar. Bu durumda neden özellikle Türkiye’ye yönlendirildi? Belgenin Salı günü hazır olacağı söylenerek ve gelip gelmeyeceği ısrarla teyit edilerek, zaman mı kazanıldı? O süre içinde Kaşıkçı’nın sonunu getiren operasyonun hazırlıkları mı yapıldı? Tamamen profesyonellerden olduğu anlaşılan 15 kişilik Suudi grubu bu operasyonu tamamlamak için mi geldi? Geriye baktığımızda bu soruların tamamına verilecek cevap aynıdır ve “evet” şeklindedir. Nitekim, olay sonrasında yapılan araştırmalarda Kaşıkçı’ya verilmek üzere herhangi bir belge hazırlanmadığı ortaya çıkmıştır.

  DİĞER AYRINTILAR

Devam edelim. ABD Başkanı Trump, ellerinde olayla ilgili kayıtlar olduğunu, ses kayıtları bulunduğunu söylüyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, hiç kimseye ses kaydı veya bir belge verilmediğini açıkladı. Bu durumda Trump’ın ellerinde olduğunu söylediği kayıtlar, Suudi konsolosluğunun ve Kaşıkçı’nın dinlendiğini ispatlamıyor mu? Bütün bunlar, Kaşıkçı’nın konsolosluğa gitmesi durumunda başına geleceklerin önceden bilindiğinin, buna rağmen hiçbir uyarı yapılmadığı gibi, oraya çekilmesine yardımcı olunduğunun göstergesi değil midir? Olay sonrasında Trump’ın özellikle Prens’i tehdit ederek avucunun içine alması; Suudi Arabistan’ın, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo daha Riyad’dayken 100 milyon doları PKK-PYD’ye verilmesi için ABD hesabına geçirmesi, nasıl izah edilecektir?

  SUUDİ YÖNETİMİNİN TELAŞI

Dikkatlerden kaçan bir şey de İsrail’in bu olay karşısındaki tavrıdır. Bizim medyamıza her ne kadar yansımasa da, Suudi Arabistan’la Türkiye’yi karşı karşıya getirmek, önce bir gerginlik oluşturup sonra da bunu mümkün olduğu kadar tırmandırıp çok yönlü hale getirmek için çok özel bir gayret gösterilmektedir. Olayın  en baştan itibaren Türkiye ile Suudi Arabistan arasında yeni ve yüksek bir gerginlik oluşturmak için planlandığı değerlendirmeleri çok da yanlış değildir. Başkalarının bütün bu rezilliği planlamış ve teşvik etmiş olması, Suudi tarafının böyle bir operasyondaki sorumluluğunu, akıl almaz yanlışlarını ve sonuçlarına katlanması gerektiği gerçeğini değiştirmez. Türkiye mafyavari yöntemlerin, bölgesel komplo faillerinin, kanlı hesaplaşmaların, örtülü operasyonların geçiş güzergahı veya sahne alanı değildir. Suudi Arabistan yönetimi olayın ortaya çıkmasından hemen sonra büyük bir telaş yaşamış ve çırpındıkça batmıştır. Olay yerine Türk yetkililerinin girmesini önce engellemek, sonra geciktirmek, bu süre içinde muhtemel kanıtları ortadan kaldırmaya uğraşmak, konsolosun Türkiye’den ayrılış biçimi, gelen 15 kişinin kimlikleri ve rotaları, aslında bütün dünya önünde bir açık düşme halidir.

  TEDBİR ALINMALI

Türkiye en başından itibaren yapması gerekeni yapmıştır. Eksikler olabilir, ama hem uluslararası hukuka uyulmuş, hem olayı başka yerlere çekmek ve bunun üzerinden Türkiye’yi zor duruma düşürmek isteyenlerin oyunları bozulmuştur. Suudi yönetimi sınırlı da olsa Türkiye ile işbirliği yapmak durumunda kalmıştır. Biz, Türk emniyeti ve istihbaratının bu olayı bütün ayrıntıları ile çözdüğünden ve kısa zaman içinde bütün dünyaya bulgularla ilgili açıklama yapılacağından eminiz. Şu ana kadar ortaya çıkan ayrıntıların öncelikle ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere yabancı basında yer alması da bir tesadüf değildir. Bütün dünya işin içine dahil edilmiş ve olay uluslararası bir hale getirilmiştir. Bundan sonrasında bilgi ve belgelerle olay tam olarak aydınlatılacak ve sonrasında da, yine hem uluslararası hukuktan doğan haklarımız, hem ülke olarak alacağımız tedbirler ve karşı hamlelerimiz çok daha isabetli şekilde tamamlanacaktır. En azından bizim beklentimiz ve ümidimiz bu yöndedir.