Hazırlayan: Tolga Polat
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim 2024’te TBMM’nin yeni yasama yılı açılış töreninde, Meclis Genel Kurulunda birdenbire DEM Parti sıralarına yönelmiş, Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ve çevresindeki vekillerin elini sıkmıştı. Bir anda Türkiye’nin gündemi bu yöne kaymış, “Bayram değil, seyran değil” yorumları yapılmıştı. Aslında o tokalaşma, gelecekte kutlanacak “barış bayramı”nın müjdecisi, “terörsüz Türkiye” hedefinin ilk adımıydı...
'GELİN, TERÖRE CEPHE ALIN'
Devlet Bahçeli, sürpriz tokalaşmayla ilgili yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İktidar ve muhalefetiyle… Hasımlarımıza korku verecek şekilde çalışmak elzemdir” vurgusu üzerine bu adımı attığını söyledi.
Bahçeli, el uzatmanın doğaçlama bir jest olmadığını, “milli birlik, kardeşlik” çağrısı taşıdığını, “Gelin, Türkiye partisi olun, gelin, teröre cephe alın” mesajı içerdiğini söylemişti.
Ayrıca bu tavrı insani görev ve “Cumhur İttifakı olarak Erdoğan’ın çağrısına destek” şeklinde nitelendirdi, “MHP bir adım atmazsa diğerlerinden bir şey beklenmez” dedi.
DEM’den tokalaşmaya yönelik ilk tepkiler temkinliydi. Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bahçeli’nin öylesine, tesadüfen geldiğini düşünmek çok saflık olur… Bilerek, isteyerek sıralarımıza geldi” dedi. Bu jesti, somut adımlar olmadan “çözüm süreci” olarak görmek için “çok erkenci” olduğunu da ifade etti.

İKİNCİ DALGA ŞOK ETKİSİ YARATTI
İkinci “terörsüz Türkiye” dalgası, 20 gün sonra, bu kez parti grup toplantısında kendini gösterdi. Devlet Bahçeli tüm ezberleri bozdu, kürsüden haykırdığı ifadelerle, özellikle muhalefet liderlerine âdeta bir şok geçirtti.
“Terör başka, siyaset başka” vurgusu yapan Bahçeli, Kürt vatandaşların bireysel sorunlarının çözülmesi gerektiğini ancak etnik kimlik temelli siyaset yapılmaması uyarısında bulundu. Eğer bütün kesimler terörsüz bir siyaset istiyorsa MHP’nin her türlü yükü üstlenmeye hazır olduğunu dile getirdi.
MHP Lideri’nin çağrısının ardından sosyal medya yıkıldı. Yüz binlerce paylaşım yapıldı. Destekleyen de vardı, eleştiren de... Bir taraftan “Devlet aklı” yorumları yapılıyor, diğer yandan “Az önce duyduklarıma inanamadım” cümleleri kaynıyordu X’te, Facebook’ta, WhatsApp mesajlarında, hikâye paylaşımlarında... Her yer, her sohbet ortamının ana gündem maddesi Devlet Bahçeli’nin söylemleri üzerineydi.
Bahçeli'nin, kendisinin ve partisinin siyasi hayatını riske atabilecek bu açıklamayı “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışıyla yaptığı çok açıktı. Peki ama neden? Herkes hem kendi içinde hem de dost sohbetlerinde kendine bu soruyu soruyordu.
İÇ CEPHE MESELESİ
Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamalarla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da destek geldi. Bir süredir iki liderin de sıkça kullandığı “İç cepheyi güçlü tutmamız gerek” ifadeleri anlam kazanmaya başladı. Şöyle diyordu Erdoğan: “Bugün yeniden ve daha güçlü bir başlangıcın arifesindeyiz. Biz iç cepheyi sağlam tuttukça, ne terör örgütleri, ne de onları besleyip semirterek üzerimize salan şer güçleri emellerine ulaşabilir.”
Erdoğan, ülke içindeki birlik ve dayanışmanın önemine dikkat çekerken, terör örgütleri ve dış güçlerin hedeflerine ulaşmasını engellemenin yollarından birinin “iç cepheyi sağlam tutmak” olduğunu belirtti.
Erdoğan’ın “iç cephe” uyarısını ilk karşılayan MHP olmuştu. Bu ifade, artık sık sık karşımıza çıkıyor, aslında herkes için ciddi mesajlar içeriyordu.
'ŞANSINI DENEMEK İSTEYEN BUYURSUN'
Devlet Bahçeli’nin, “iç cephe” ve geleceğe dair şu uyarısı ciddi mesajlar taşıyordu:
“Kaotik dünyaya karşı milli ve manevi cephemizin tahkimatı başlıca vazifemizdir. Sarsılmaya çalışılan iç cephemiz, dağıtılmak istenen birliğimiz ve dirliğimizdir… Buna izin vermeyeceğiz… Şansını denemek isteyen varsa buyursun gelsin.”

ORTA DOĞU’DA KRİZLER VE İSRAİL!
2024 yılında kullanılmaya başlanan, 2025’te daha sık karşımıza çıkan “iç cephe” ifadesi, Orta Doğu’da yaşanan krizlerle daha net anlaşılmaya başladı.
İsrail’in kana doymaz saldırıları, Gazze’yi yerle bir edişi, Suriye’de rejim değişikliği, İran’a yönelik tehditler ve benzeri tüm gelişmeler…
Aslında Cumhur İttifakı’nın iki lideri Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, yaklaşan tehlikeyi çok önceden görmüş, harekete de oldukça erken geçmişti.
İsrail, Gazze’de döktüğü kanları coğrafyaya yayma peşindeydi. Arz-ı Mevud hayaliyle on binlerce can almaktan geri durmadılar. Filistin’le sınırlı kalmayan barbarlık, Esad’ın Suriye’den kaçmasıyla birlikte yeni yönetimle huzura kavuşan ancak iç sistemi henüz oturtamayan Suriye’ye de sıçramıştı. Diğer yandan ise İran’la tehdit dolu cilveleşmeler de başlamıştı.
İsrail’in sınırlarımıza kadar dayanması çok uzak bir tehlike değil, aksine siyonist rejimin uzun yıllardır tasarladığı planlı bir eylemdi.

ASIL HEDEF TÜRKİYE
MHP Lideri Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in asıl hedefinin Türkiye olduğunda ısrarcıydı. Öyle ya; İsrail için sözde vadedilmiş toprakların bir kısmı Türkiye’ye aitti.
Beklenen oldu. Bir süre Gazze’nin yanı sıra Suriye’yi de bombalayarak iç karışıklık peşinde koşan İsrail, gözünü İran’a dikmiş, bombaları yağdırmaya başlamıştı. Tehlike sınırlarımıza kadar yaklaşıyordu. Ya toprak alacaklar ya iç karışıklık çıkararak kendi istedikleri yönetimi başa geçireceklerdi.
İRAN'DA BEKLENEN BULUNAMADI
Karşılıklı restleşmeler, misillemelerle birlikte 12 gün süren savaş ateşkesle son buldu. Suriye’de beklediği iç karışıklığı çıkaramayan İsrail, İran’dan da istediğini alamadı.
İsrail’in arkasında durmaktan çekinmeyen, dökülen her kanda, alınan her canda en az İsrail kadar sorumlu olan ABD en sevdiği işi İran’da denedi. Başkan Trump, önce rejimi yıkıp, kendine yakın bir ismi başa geçirmeyi düşünmüş olsa gerek, İran’ın devrik lideri Şah Rıza Pehlevi’nin ABD’de sürgündeki oğlu Rıza Pehlevi, İran halkına rejime karşı ayaklanma çağrısında bulunarak, “Şimdi ayağa kalkma zamanı, İran’ı hep birlikte geri alma zamanı” açıklaması yaptı.
Dedik ya “iç cephe” mühimdir diye. Pehlevi’nin açıklamalarına İran’da muhalif halk destek vermedi. Muhalifler de rejim etrafında kenetlendi. Trump bu sefer, İran’da rejim değişikliğinin bölgeyi kaosa sokacağını söyledi, İran yönetiminin görevde kalması gerektiğini kaydetti.
TÜRKİYE’Yİ DÜŞMAN BELLEDİLER
İran’la savaşın pik yaptığı dönemlerde İsrail’den gelen açıklamalar, yazılı basında çıkan ifadeler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ileri görüş kabiliyetini de ortaya seriyordu.
Türkiye’nin Suriye’deki liderliğinden rahatsız olan İsrail’de, Parlamentodan Ohad Tal isimli bir milletvekili Türkiye’yi “düşman devlet” olarak nitelendirdi.
Belki Netanyahu kabinesinden direkt bir tehdit cümlesi kullanılmadı ama basın mensupları aracılığıyla hedeflerini açıklamaktan da geri durmadılar.
İsrail’in son dönemde giriştiği çatışmaları bir futbol turnuvasına benzeten İsrailli gazeteci Eyal Berkovitch, televizyon programında yaptığı açıklamada, “Çeyrek finalde Hamas ile berabere kaldık ve onları penaltılarda yendik. Sonra yarı finalde İran’ı yendik” dedi, İran’dan sonra finalde Türkiye’nin olduğunu söyledi.
GERİSİ LAFÜGÜZAF
Velhasıl kelam... Arz-ı Mevud hedefi İsrail’de hiç bitmeyecek. Bölgede daima kaos, kriz var olacak.
Türkiye ise, Cumhur İttifakı’nın milli bakış açısıyla başlattığı “terörsüz Türkiye” hedefi, “iç cephe”yi sağlam tutma gayretiyle geleceğini şekillendirecek.
Günlük hamaset peşinde koşup kendi siyasi ikballeri için hönkürenlere de aldırmayın...
Cumhur İttifakı’nın iki lideri Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, bu ülkenin devlet aklı ve teminatıdır...
Gerisi ise lafügüzaftır.

Şimdilik Türkiye diyemiyorlar... Peki yarın?
İsrail'in Maliye Bakanı Smotrich, bir televizyon programında 'vadedilmiş topraklar' ve ‘büyük Yahudi devleti' hayalini anlatırken hedefteki ülkeleri tek tek sıraladı, Smotrich, "Bilgelerimizin kitaplarına göre, Kudüs'ün geleceği Şam'a kadar uzanacaktır ve Kudüs tek başına Şam'a kadar uzanır" dedi. Türkiye'nin ismini şimdilik ağızlarına alınamasa da, yukarıdaki haritadan da anlaşılacağı üzere Arz-ı Mevud'un içinde Türkiye'de yer alıyor!

