İHANET, BEDELİNİ HER ZAMAN ÖDER! İZMİR’DE BİR PAPAZIN HAZİN HİKÂYESİ (5)

Türk ordusu İzmir’e doğru yaklaştıkça başta Ortodoks din adamları olmak üzere bütün Rumlar telaşa kapıldılar. İzmir ve çevresinden gelen metropolitler ve papazlar son bir çare olarak Müttefik Devletlerin temsilcilerinden yardım istediler. Rum ahali de çok tedirgindi. Çünkü İzmir’in işgalinin ilk günlerinden itibaren, Türklere yaptıkları zulmün farkındaydılar.

YUNAN ordusunun 1921 yılı başlarından itibaren Türk ordusundan darbeler almaya başlaması, Batı Anadolu’daki Rumların ümitsizliğe kapılmalarına ve mukavemetlerinin kırılmasına sebep oldu. Bunun üzerine Yunanistan’dan gelen silahları kullanmaları için, Konya ve çevresinden iyi silah kullanan Rumlar metropolitler aracılığıyla İzmir’e gönderilmeye başlandı. Fakat yerli Rumlar kurtuluş ümitleri azaldığından Yunan askerlerine yardım etmek istemiyorlardı. Çünkü Yunan ordusu, İnönü’de ikinci defa mağlup olduğundan İzmir sokakları firari Yunan askerleriyle doluydu. Bu sıkıntının önüne geçebilmek için papazlar halkı kiliselerde toplayarak “Yunanlıları siz istediniz, şimdi neden yardım etmiyorsunuz?” diyerek vaaz ve nasihatlerle desteklerini devam ettirmelerini istediler. Bu durum karşısında ilişkileri iyi olmamasına rağmen Hrisostomos, taraftarlarıyla birlikte Yunan Hükümeti’ne olan desteğini çekmedi. Esasında bu dönem, Hrisostomos ile kendisine bağlı metropolitlerin Yunan hükümetiyle ilişkilerinin bir anda gerginleştiği bir dönemdir. Patrik seçimi döneminde Meletios’u destekleyen ve Venizelos’a aynı paralelde hareket eden Hrisostomos, Venizelos’un yerine iktidara gelen kral yanlılarının tepkisiyle karşılaşır ve Meletios dışında bir başka metropolitin patrik seçilmesi için gayret gösterilir. Bunu gerçekleştirebilmek amacıyla Edirne’de düzenlenecek olan metropolitler toplantısına Hrisostomos da davet edilir. Ayrıca İzmir’deki Yunanistan temsilcisi Stergiadis, Metropolit Hrisostomos ve Çeşme Metropoliti Kallinikos da Selanik’e gelmeye ve uzlaşma arayışına davet edilir. Sakarya Meydan Muharebesi sürecinde Batı Anadolu bölgesi ve İzmir’de işlerin hiç de planlandığı gibi gitmediğini gören Hrisostomos ise bu daveti reddeder ve Girit’e sürgün gitmeye hazır olduğunu belirtir. Patrikhaneden seçimlerin yapılmasını ertelemesini de talep eden Hrisostomos bu teklifinin reddedilmesi üzerine patrikhane ile ipleri daha fazla germemek ve köprüleri yakmamak maksadıyla daha önce katılmayacağını belirttiği Edirne toplantısına gideceğini açıklar.

HRİSOSTOMOS KENDİNİ FEDA ETMEYE HAZIRDI

Bu nedenle Yunan Hükümeti, eksikliklerini tamamlamak amacıyla Yunanistan’da ve Türkiye’de yaşayan Osmanlı Rumlarından gönüllü “Müdafaa-i Millîye” adında birlikler oluşturmak istediği zaman Hrisostomos, çok çaba sarf edecektir. Hrisostomos, İzmir’in Yunanistan’a ilhakı için gereken her şeyi yapmaya, hatta kendini feda etmeye hazırdı. Fakat bir tarafta Türk ordusunun başarıları ve diğer tarafta İzmir’de Venizelosçular ile kral taraftarlarının kavgaları, Hrisostomos’a 1922’de sıkıntılı günler yaşatmaya başladı. Ayrıca bunlara bağlı olarak patrikhaneye ve dolayısıyla kendisine maddî desteğin kısmen azalması bu sıkıntıyı tamamen arttırdı. Her şeye rağmen Hrisostomos, Rumları bir arada tutmaya çalışıyordu. Nitekim Asya-yı Sugra (Küçük Asya) adında İzmir’in Yunanistan’a verilmesi için siyasî ve silahlı mücadele amacı taşıyan bir cemiyetin faaliyetlerini bizzat kendisi yönetiyordu. Küçük Asya Cemiyeti üyeleri Nisan 1922’de İngiliz Başpiskoposu’na başvurarak Amerikan Cumhurbaşkanı’ndan, Türkiye’de yaşayan Rumların can güvenliklerinin sağlanması için yardım istediler. Hrisostomos, dışarıdan yardım talep ederken, içeride de İzmir Rumlarına silah dağıtımına devam edilmesi için çaba sarf ediyordu. Bu sıralarda İzmir’de asayişsizlik tamamıyla arttı. Bunu değerlendirmek isteyen Rumlar, Yunan ordusundan kaçan askerlerin yardımıyla 24 Haziran 1922’de İzmir Polis Teşkilatını ellerine geçirmeye çalıştılar.

HRİSOSTOMOS VE RUMLAR TEDİRGİN: TÜRKLER GELİYOR

Rumların çabaları beklentilerini karşılamayacaktı. Çünkü Türk ordusunun başarısı yakındı. Rumlar da bunun farkında oldukları için endişeleri artmaya başlamıştı. Bu durumu yakından bilen İngiltere’nin Atina Büyükelçisi 3 Eylül 1922’de Dışişleri Bakanı Lord Curzon’dan, Yunanlıların Anadolu’dan en az zararla çekilmesini öngören bir mütarekeyi gerçekleştirmesini istedi. Müttefikler gerçekleri görmekte geç kalmıştı. Çünkü Türk ordusu İzmir’e doğru yaklaştıkça başta Ortodoks din adamları olmak üzere bütün Rumlar telaşa kapıldılar. İzmir ve çevresinden gelen metropolitler ve papazlar son bir çare olarak Müttefik Devletlerin temsilcilerinden yardım istediler. Rum ahali de çok tedirgindi. Çünkü İzmir’in işgalinin ilk günlerinden itibaren, Türklere yaptıkları zulmün farkındaydılar. Bundan dolayı İngiliz, Fransız ve İtalyan konsoloslarından kendilerine zarar gelmeyeceği doğrultusunda teminat almaya çalıştılar. Metropolitler heyeti İngiliz Amiralinin yatıştırıcı davranışlarından sonra Yunanlı yetkililerin yanına gittiler. Bunlar da tehlike olmadığını söyleyince, alınan cevap Rumlara bildirilerek rahatlatılmaya çalışıldı.

Amerikan konsolosu da İzmir’de Rumların geleceğini pek parlak görmüyordu. Çünkü işgalin ilk günlerinden itibaren Rumların, Türklere yaptıklarının farkındaydı. Adı geçen konsolos, olabilecek bir faciayı asgariye indirmek için ülkesinden İzmir’e bir Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Heyeti gönderilmesini istedi. Rumlar, kendileri için gösterilen çabalara ve verilen teminata rağmen, Müttefik Kuvvetlerin kendilerini koruyacağı ümidiyle, yoğun olarak İzmir’e göçüyorlardı. Büyük bir tedirginlik içerisinde bulunan bu insanlar İzmir’de sıkıntı oluşturmaya başladılar. Bunları rahatlatmak için sürekli olarak 26 Ağustos’tan önceki askeri bilgi ve haberler tekrarlanıyordu. Bütün bu olumsuzluklar karşısında Rumların İzmir’i terk edebilecekleri endişesini taşıyan Hrisostomos, çabalarını daha da arttırdı. Nitekim kendisine bağlı metropolitler, Yunan kuvvetlerine destek olmak amacıyla cepheye gitmek istediler. Fakat güvenlikleri açısından sakıncalı olduğu gerekçesiyle izin verilmedi. Rumlar, büyük bir tedirginlik içerisinde ve kendilerini daha güvenli hissettikleri Ayafotini Kilisesi etrafında toplanmaya başladılar. Yunan kuvvetlerinin başarısından ümidini kesen Hrisostomos’un isteği üzerine, Rumca gazeteler yayın politikalarını tamamen değiştirdiler. Artık “bu topraklarda Müslüman ve Hristiyanların birlikte yaşamaları gerektiği” ve “vatan kardeşliği” üzerinde durulmaya başlandı. Rumlar gibi Türkler de geleceklerinden endişeliydiler. Çünkü kendileri yeterince bilgilendirilmiyordu. Bu belirsizlik Müslüman ve Hristiyan temsilcilerinin bir araya gelmelerine sebep oldu. Aslında başta Rumlar olmak üzere Hristiyanlar geleceklerinden ümitsiz oldukları için Türkler ile uzlaşma yolu arıyorlardı. Bunun üzerine İzmir müftüsü ve İzmir metropolitinin de aralarında bulunduğu cemaat temsilcilerinden oluşan bir komisyon 6-7 Eylül 1922 tarihinde toplanarak halkı sükûnete davet eden bir bildiri yayınladılar. Bu bildiride herkesin çok duyarlı olması, birbirlerine karşı saygıda kusur etmemesi, birlikte yaşamak mecburiyetinde oldukları belirtildi.

KURTULUŞUN ARİFESİNDE SEVİNENLER-ÜZÜLENLER

Yapılan ortak açıklamalar Rumların tedirginliklerini gidermeye yetmiyordu. Bunun farkında olan İngiliz Amirali, Rumları rahatlatmak için temsilcisini İzmir Metropoliti Hrisostomos’a göndererek, kendilerine zarar verilmesine müsaade edilmeyeceğini, bundan dolayı halkın korkmaması gerektiğini ve Rumlara can güvenlikleri hususunda teminat verildiğini bildirdi. Bu teminatı yeterli görmeyen Hrisostomos, cemaatinin tedirginliklerini ortadan kaldırmak için Fransız ve İtalyan Konsoloslarını da ziyaret ederek yardım istedi. Yapılan açıklamalar ve verilen teminata rağmen Rumların kaygıları giderilemedi. Türklerin adım adım gelen başarıları Yunanistan ile birlikte müttefiklerin de tedirginliklerini arttırdı. İzmir’de bulunan konsoloslar Yunan Harbiye Nazırı Theotokis’i ziyaret ederek, şehrin güvenliği konusunda bilgi istediler. Theotokis, endişe edecek bir hususun bulunmadığını belirtmekle beraber, konsoloslar nazırdan yardım istemeyi de ihmal etmediler. Fakat şehirdeki ortam çok gergindi. Şehrin güvenliği için müttefiklerin yardımı ile oluşturulan bölükler yavaş yavaş dağılmaya başladı. Yunanlıların terk ettiği (İzmir’de henüz Türk kuvvetleri yönetimi ele geçirmemiş olduklarından) 8–9 Eylül’de yönetimsiz bir gece geçirdi. Rumlardaki telaş kadar Türklerde de heyecan vardı. Çünkü Türklere İzmir’in işgalinin geçici olduğu söylenmişti. Buna rağmen yaklaşık üç buçuk yıl süren işgal döneminde gördükleri zulüm artık sona ermek üzereydi.

9 Eylül günü öğle vakti Kadifekale’ye Türk bayrağı çekilerek İzmir’in resmen Türk kuvvetlerinin eline geçtiği tescil edildi. Türk kuvvetlerinin başında bulunan Albay Zeki Bey, yaptığı açıklamada herkesin can güvenliğinin kendi teminatları altında olduğunu ve herhangi bir taşkınlığa müsaade edilmeyeceğini bildirdi. İzmir’e giren Türk öncü kuvvetlerinden dört er, Rumlara ait bir iş yerinden (Tuzakoğlu Fabrikası) açılan ateş sonucu şehit edildi. Buna rağmen Rumlara karşı herhangi bir misilleme yapılmadı ve Albay Zeki Bey, sükûnet çağrısında bulunmaya devam etti. Zeki Bey’in bu tavrı da Rumları sakinleştirmeye yetmedi. Çünkü Metropolit Hrisostomos’un tahrikleri ile Türklere yaptıkları zulümler sebebiyle suçluluk duygusuyla cezalandırılacaklarını düşünen Rumlar, canlarını kurtarmak için gemilere binmek üzere kitleler halinde sahile doğru kaçmaya başladılar.

Şimdiye kadar verdikleri maddi ve manevi zararı az gören Rumlar ve Yunan askerleri bu kaçış esnasında İzmir’i yakıp yıktılar. Türk kuvvetlerinin 9 Eylül’de İzmir’e girmesiyle bütün ümitlerini kaybeden Rumlar ve Ermeniler yangını şehrin her tarafına yaydılar. Kiliselerde depolanan silahların infilak etmesiyle yangın daha da büyüdü. Avrupa ve Amerika kamuoyu İzmir’i Türklerin yaktığını ileri sürdü. Bu konu Fransız meclisinde de gündeme geldi. Bazı Fransız milletvekilleri bu yapılanları “Türk barbarlığı” olarak yorumladılar. Fransız Başbakanı Poankare, İzmir yangınını yakından gören milletvekili Lozl’un şahitliğiyle bu iddiaya karşı çıkarak, İzmir’i Rum ve Ermenilerin yaktıklarını belgelerle ortaya koydu.

9 EYLÜL 1922 CUMARTESİ SABAHI

14, 15 günlük istiklal ve kurtuluş yolundan sonra Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girerken, yerli Rumlar ve Ermenilerin bir kısmı evlerine çekildi. Bir kısmı ise sahilde ve büyük devletlere ait savaş gemileri arasında bulunan mavnalar üzerinde toplandılar. Büyük Taarruz’un başladığı günden İzmir’e gelinceye kadar, geçtiği yerlerde yanmış, yıkılmış köyler, kasabalar ve şehirler ile buralarda yaşayan mazlum Müslüman Türk halkla karşılaşan Türk ordusu, İzmir’e girdiğinde ne yerli Rumların, ne de Yunan ordusunun kalıntılarını yok etme hareketine girişmedi. Mustafa Kemal Paşa, o günlerde kendisi ile bir söyleşi yapan Chicago Tribune’in İzmir muhabirinin “Ordunun İzmir’e girmesinden beri Türk askerinin ve sivillerinin hareketi nedir?” sorusuna cevaben şunları söylemiştir:

Görüyorsunuz ki, İzmir’de hiçbir katliam vaki olmadı. Münferit yağma ve katl olaylarını menetmek mümkün değildir. Bu ordu 450 kilometre yürüdükten sonra bir şehre girer, bir de geçtiği yerlerde kendi yerlerinin yakıldığını, yağmaya uğradığını, akrabasının öldürüldüğünü kendi gözleriyle görürse böyle bir askeri zaptetmek zordur. Mamafih düzenin ihlal edilmediğini görüyorsunuz. Biz intikam ve mukabelede bulunmak fikrinde değiliz. Buraya eski hesapları araştırmaya gelmedik. Bizim için mazi gömülmüştür. İzmir’e ilk giren süvarilerimizin komutanı olan Fahrettin Altay Paşa da konuyla ilgili olarak şöyle yazmıştır: İzmir’i Yunanlılardan geri aldığımız 9 Eylül 1922 gecesi, üç tümenli kolordumuz şehirde konakladığımız esnada, elimizde birkaç bin Yunan askeri ve subayları esir bulunuyordu. Ne bunlara ne de Rum ahaliye hiçbir fenalık yapılmamış, intikam güdülmemiş, bütün halkın geceyi rahat ve neşe içinde geçirmesi temin olunmuştu.

YARIN: BİR FRANSIZ ANLATIYOR