100. YILINDA 19 MAYIS 1919 RUHU VE ATATÜRK’Ü ANLAMAK -4

Atatürk, gençlerle dil ve tarih üzerine yaptığı bir sohbette Türk milletine güvenini şu sözlerle anlattı: “Arkadaşlar, ben 1919 senesi Mayıs ayı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte, ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.

Atatürk, Ankara Halkevi’nde yaptığı bir konuşmasında, 19 Mayıs 1919 gününü ve “Gençlik Marşı”nın tarihsel anlamını şu sözlerle değerlendirmişti: Atatürk Bursalı Gençlerin Balosunda 26-27 Mart 1937 Cuma ve Cumartesi gecesi, Ankara Halkevi’nde bir toplantı vardı. Ankara’da okuyan Bursalı gençler, bir yurt şenliği yapıyorlardı. Toplantıya başkanlık eden Celal Bayar, Bursa gençlerinin saygı ve şükranlarını bir telgrafla Atatürk’e arz etti. Bu telgraf geldiği zaman Atatürk, bazı misafirleriyle sofrada bulunuyorlardı. Celal Bayar, telgrafında Bursalı gençlerin Büyük Önder’e sonsuz inanç ve itaatlerini ve onun nurlu yolunda yorulmadan Atatürk’ü takibe andlarını bildiriyordu.

Bu samimi gösteriden pek duygulanan Atatürk, memnuniyetlerini yüksek huzurlarıyla Bursa gençlerine göstermek için, misafirlerini yanına alarak huzurlarıyla Bursa gençlerine göstermek için, misafirlerini de yanlarına alarak, Prof. Afet İnan, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, General Fuat, Kazım, Kılıç Ali, Salih Bozok Halkevini şereflendirdiler. Atatürk’ün teşrifleri Halkevi salonlarını dolduran gençliği çılgın bir sevinç içine attı. Bütün gençler bir sevinç, bir minnet ve heyecan çemberi gibi Büyük Şef’in etrafını sardılar. Atatürk, bir süre bu gençlerle dil ve tarih üzerine konuştu. Bir aralık gençler hep bir ağızdan:

“Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar.”

Marşını söylediler. Göğüsleri kabartan bu duygu ve sevgi coşkunluğu ile söylenen bu marş bitince Atatürk, yüzünü gençliğe çevirerek eski bir hatırasını şu şekilde hikâye etti: “Arkadaşlar, ben 1919 senesi Mayıs ayı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte, ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Samsun’dan Anadolu içerisine, kırık bir otomobille gidiyordum. Yanımda öteden beri yaverliğimi yapan Salih ve Cevat Abbas’tan biri bulunuyordu. O kırık otomobil, Anadolu yollarında ilerlerken, ben daima düşünür ve yaverime şimdi sizin terennüm ettiğiniz şarkıyı söyledim. Ben Türk ufuklarında bir gün behemehal bir güneş doğacağına, bunun hareket ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkaracağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. O şarkıyı tekrar etmekten maksadım, Türk’ün bu güneşi doğunca muvaffak olacağını anlatmaktı. Bu sebeptendir ki, demin söylenen şarkı, benim için on sekiz senelik hatıramı tazeledi. Bu şarkıyı söyletmeye önayak olan genç bayana teşekkür ederim.”



Bu toplantıda Halkevi sahnesinde Bursa okullarının çeşitli safhaları projeksiyonlarla gösterildi. Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Afet İnan, Atatürk’ten izin alarak bir hitapta bulundu ve daha sonra Celal Bayar da Atatürk’ten izin alarak bir konuşma yaptı. Celal Bayar’ın konuşmasından sonra Atatürk tekrar gençliğe seslenerek şu sözleri söyledi: “Gençler, benim müstakbel emellerimi tahakkuk ettirmeyi taahhüt eden gençler! Hakikaten Bayar’ın dediği gibi, bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe tevdi edeceğimden dolayı çok memnun ve mesudum. Buna cidden sevinmekteyim. Fakat beraber yaşadığımız müddetçe benim hedefime yürümenizi hepinizden talep etmek meşru bir hakkım olarak tanınmalıdır.”

Atatürk o gün bu toplantıdan çok geç vakit ayrılmıştır.

ÜLKÜCÜ TÜRK GENCİ: TIBBİYELİ HİKMET (BORAN)

Atatürk Nutuk’ta o karanlık günlerde insanların hal ü pür melalini ayrı ayrı anlatmaktadır. Aydınların bazıları Amerika’nın, bazıları da İngiltere’nin yardımını (müzaheretini) veya koruyuculuğunu (mandasını ve himayesini) istemektedir. Amerikancı ve İngilizci dernekler kurulmakta, kimsenin aklına milletin gücüne, iradesine dayanarak kurtulma fikri gelmemektedir. Aydınlarımız derin bir “sosyal aşağılık duygusu” içindedir, yaklaşık son on yıldır savaşan milletimiz yorgun ve bezgindir. Türk milletine ve Türk gençliğine inanan ve güvenen Mustafa Kemal Paşa “millet azim ve kararıyla kurtulacaktır” diyerek Samsun’dan yola çıkacak, Amasya ve Erzurum’da “Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” diye haykıracak, Sivas’tan milletin iradesini tüm dünyaya duyuracaktır. İşte kurtuluş iradesinin artık belirmeye başladığı o günlerde bile halâ şunun veya bunun mandasını isteyenlerden geçilmemektedir. Sivas Kongresi günlerindeyiz… Başlıca İstanbul gazetelerinin başyazarları, hatta daha sonra Kurtuluş Savaşı’na katılacak, çok büyük hizmetler yapacak önemli bazı kişiler bile “manda” fikrini, tezini savunmaktadırlar. 

Sivas Kongresi’ne yükseköğrenim gençliği adına İstanbul’dan katılan bir Askeri Tıbbiye öğrencisi, Tıbbiyeli Hikmet (Boran), manda önerilerine şiddetle karşı çıkar. Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarıyla çalıştığı bir sırada bu genç tıp öğrencisi, ateş ve heyecan kesilmiş bir halde, kendisini Sivas’a yollayan Tıbbiyelilerin “bağımsızlık davasını başarmak yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiklerini, mandayı kabul etmeyeceğini, kabul edecek olanlar varsa, bunları kim olursa olsun red ve takbih edeceklerini” söyler. “Farz-ı muhal (gerçekleşmesi imkansız varsayım) olarak (Varsayalım ki), manda fikrini Mustafa Kemal kabul edecek olsa, onu da reddedeceklerini” haykırır.

Tıbbiyeli Hikmet’in bu genç ve gür sesli çıkışından Mustafa Kemal Paşa son derece duygulanmıştır. Heyecan dolu bir sesle şunları söyler: “Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin!” Atatürk, Sivas Kongresi sırasında 1919’da söylediği bu sözde “gençliği” Türk milli bünyesindeki “asil kan” olarak ifade etmiş; 1927’de Nutuk’un sonunda Gençliğe Hitabesinde Türk gençliğine “muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu” hatırlatmıştır.

Tıbbiyeli Hikmet’in bu manidar çıkışından son derece duygulanan Mustafa Kemal Paşa, Hikmet’e hitaben, “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum.” Dedikten sonra “azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl, ya ölüm!..” güvencesini verir. Askeri Tıbbiye üniforması ile Sivas Kongresi’ne katılmış olan Hikmet’i alnından öper ve şöyle der: “Vatanın bütün ümidi ve geleceği size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” BİTTİ

NOT: Bu makalenin kaynakları için, şu eserimize bakınız: Ali GÜLER, Nutuk’tan Dersler Gençler İçin Nutuk, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017.