Osmanlı Devleti döneminde Tanzimat’a gelinceye kadar vergiler ‘tekâlif’ diye adlandırılmakta ve bunlar, ‘şeri’ ve örfi’ olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan birincisi olan ‘Tekâlif-i Şer’iye’ içinde ‘öşür resm-i çift, resm-i ağnam ve ticari faaliyetlerden alınan ‘baçlar’ bulunuyordu.

TEKÂLİF-İ MİLLİYE VE HAMİYET-İ MİLLİYE (2)

“Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”

Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1933

Telaşa kapılmadan, şüpheye düşmeden, birbirimize güvenerek, mümkün mertebe evlerde kalarak, devlet ve millet kenetlenmesiyle virüsün alanı daraltılacak, sonra da tasfiye edilecektir.

İnancım ve beklentim budur.

Türkiye’nin her yöresinde üstün bir adanmışlıkla görev yapan doktorlarımıza, hemşirelerimize ve bütün sağlık personelimize güvenimiz ve desteğimiz tamdır.

Hükümetin alacağı her kararın arkasında duracağımızı, üzerimize ne düşüyorsa yerine getireceğimizi bu vesileyle ifade etmek boyun borcudur.

Türk milleti daha nice sorun ve sıkıntılara dayanacak kudrete haizdir.

Bir olursak, yardımlaşma ve dayanışmamızı diri tutarsak her engeli aşmamız mümkündür.

VERGİ TÜRLERİ

Osmanlı Devleti döneminde Tanzimat’a gelinceye kadar vergiler “tekâlif” diye adlandırılmakta ve bunlar, “şeri” ve örfi” olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan birincisi olan “Tekâlif-i Şer’iye” içinde “öşür (aşar), resm-i çift (çift vergisi), resm-i ağnam (koyun vergisi), ve ticari faaliyetlerden alınan “baçlar” bulunuyordu. İkincisi ise konumuzu ilgilendiren vergi türü olan “Tekâlif- i Örfiye” ana başlığı altındaki vergilerdi. Bu vergiler bazen “Tekalif-i Divaniye”, bazen da “Avarız-ı Divaniye” ve “Avarız” olarak ifade edilmekte idi.

Tekâlif-i Örfiye başlığı altındaki vergiler, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın ilanına kadar (1839) sel, yangın, deprem, salgın hastalıklar gibi olağanüstü hallerde ve özellikle savaş masraflarını karşılamak üzere hükümdarın emriyle, halkın doğrudan doğruya devlete vermeye mecbur olduğu her türlü hizmet, eşya ve para şeklinde alınmakta idi. Bu vergilere halk arasında “salma salmak, salgın, salgun” da deniyordu. Bu tür verilerin Avarız-ı Divaniye veya Avarız adı altında İlhanlılarda ve Selçuklularda da bulunduğu bilinmektedir. Bu tür vergiler, Mustafa Akdağ’ın tespitlerine göre Osmanlı Devleti’nde II. Murat’tan itibaren alınmıştır.

Tekâlif-i Örfiye, Avarız-ı Divaniye veya kısaca Avarız adı altında toplanan bu vergiler sayı ve çeşit itibarıyla çok fazla olup, XIX. yüzyıl başlarında toplam 97 adet vergiyi kapsamaktaydı. Başlangıçta savaş harcamaları ve olağanüstü hallerde devletin giderlerini finanse etmek amacı ile konulan “zorunlu ve geçici” bu vergilerin bazıları XVII. yüzyılın sonlarından itibaren kalıcı, olağan vergiler haline gelmiştir.

Avarız yükümlülüklerinden askeri ve ilmi sınıflarla yönetim hizmetinde çalışanlar, köprücü, derbentçi, çeltikçi, çadırcı, yuvacı, kayacı, kereste, yelken bezi, zift, ok ve yapanlar, saray mutfağına çeşitli yiyecekler verenler, yeniçeri çuhası yapanlar, vakıfta oturanlar ve sınır bölgeleri halkları muaf tutulmuşlardır.

Bu vergilerin Tanzimat’tan sonra, savaş şartlarında kanunla düzenlendiği görülmektedir. Mesela, 9 Eylül 1889 tarihli “Tedarik-i Vesait-i Nakliye-i Askeriye Kanunnamesi” halkın savaş halindeki orduya nakliye taşıt aracı sağlama yükümlülüğünü düzenliyordu. Kanun toplam 52 maddeden meydana geliyordu.

Bu kanun, 1891, 1912 tarihlerinde yapılan bazı geçici kanunlar ve eklemelerle Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar yürürlükte kalmıştır.

Konumuz bakımından ve Milli Mücadele dönemini de ilgilendiren bir başka kanun 30 Ocak 1913 tarihinde “Tekâlif-i Harbiye” adıyla çıkartılmıştır. Bu kanunla, seferberlik halinde ordunun yiyecek, giyecek ve savaş sırasında lazım olacak diğer ihtiyaçlarını karşılamak üzere çıkartılmıştır.

YARIN: SAKARYA SAVAŞI ÖNCESİ TÜRKİYE’DE SİYASİ DURUM