Bundan iki gün önce sokakların holigan tavırlara sahne olduğu, polislerin taşlandığı, yasaların çiğnenmek istendiği, müzakereden bahseden dillerin ellerine kaldırım taşı aldığı bir ‘kutlamaya’ şahit olduk.

CHP-DEM-TKP-TİP-DİSK-KESK-Tabipler Birliği ve türevleri olan sol örgütlerin devlete olan kinlerini “Emek ve dayanışma” adı altında çıkarmaya çalıştığı taşkınlıklara tanıklık ettik.

Deprem bölgesinde yaraların sarılması için resmi tatil olan 1 Mayıs’ta bile durmadan çalışan inşaat işçilerinin alın terinin şehirlerde polislerle çatışanlar tarafından istismar edildiğini gördük.

1 hafta öncesine kadar uzlaşmadan bahseden CHP’nin yozlaşma siyasetinden vazgeçmediğini anladık.

Kaldırım taşlarıyla demokrasi arayan, ellerindeki flamaların sopalarıyla polise saldıran, devlete zarar vermek için “emek” harcayan ve yasakları delmek için “dayanışma” halinde olanların Türkiye ve Türk milletine fayda sağlaması mümkün mü?

İthal günlerin peşin alıcısı, emperyalizmin komisyoncusu olan bu zihniyetin devlete ve millete karşı sergilediği holigan tavırların kimleri mutlu ettiği çok açık değil mi?

Sokak taşkınlıkları ve çatışma ortamı CHP’nin başını çektiği bu zihniyetin milli sporu haline geldi. Öyle ki Taksim’e giremeyeceklerini anlamalarının ardından dağılan gruba sol medya tepki gösterdi. “Neden geri adım attınız”, “yarıda bıraktınız”, “1 Mayıs’ı yönetemediniz” sözleriyle azarladılar. İstediler ki kaos çıksın, sokaklar ateşe verilsin, kan aksın… Sandılar ki “31 Mart’tan sonra biz ne istersek onu yaparız”, “istediğimiz yasağı deler, istediğimiz gibi taşkınlık yaparız.” İşte bu anlayış emeği sömürenler ile emeği istismar edenlerin aynı kaynaktan beslendiği bir yapı doğurdu. Bu yapı alın terini marjinalleştirmek istedi.

Bu anlar siyasetin sosyolojisini anlamak için önemli süreçleri beraberinde getirdi. Türk siyasi hayatının demokratikleştiği çok partili siyasi hayata geçişin ilk kıvılcımı 3 Mayıs 1944 tarihinde atıldı. Türk milliyetçilerinin sesini yükselterek yaktığı bu kıvılcım Türk milliyetçilerinin siyasi arenaya çıkışının da başlangıcı oldu.

Türk milliyetçilerine tabutlukların reva görüldüğü, “Türk milletini sevmek suçsa en büyük suçu işlediğimi kabul ediyorum” diyenlerin zindanlarda çürümeye mahkum edildiği bir süreç yaşandı.

İfade vermeden önce yerin 5 metre altında, içinden lağım suları geçen, kibrit bile yakılmayan pis bir hücrede yedi gün bekletilen Hüseyin Nihal Atsız, “3 Mayıs Türklerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarla süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demekte kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşı ile yamanı ayırmak fırsatı vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk topluluğu ile yürüyen Türkçülük, 3 Mayıs’ta gafletten ayrılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür” diyerek bu süreci özetledi.

Yaşarken ölümü yaşatan tabutluklara atılan ve ileride Türk milliyetçilerini siyasi arenaya taşıyacak olan Merhum Alparslan Türkeş ise mahkemede yaptığı savunmada, “Ben koyu bir milliyetçiyim fakat zannedildiği manada ırkçı değilim. Yani memleket içerisinde ayrılıklara ve düşmanlıklara yol açacak hiçbir fikrim yoktur. Yalnız ben Türk milletinin yeryüzünde eşsiz bir yaratılışa sahip olduğuna ve kahramanlıkta bu milletten üstün bir millet bulunmadığına iman ediyorum. Buna en yakın misal olarak da İstiklal Savaşı’nı gösteriyorum.  Dört taraftan sarılmış olduğumuz halde bu kahramanlığımız ve üstün yaratılışımız sayesindedir ki, bizden her bakımdan on misli, yirmi misli üstün bir düşmana karşı üstün gelmiş ve istiklalimizi, yere düşmüş olan bayrağımızı kurtarmış ve onu tekrar yükseltmişizdir” ifadelerini kullandı.

Türk milliyetçiliğinin zorlu badirelerden geçerek açtığı bu yol 1946’da çok partili siyasi hayata geçişin eşiğini araladı. Türk milliyetçileri demokratik siyasi hayatın nefesi oldu.

165 kişinin tutuklandığı, bunlardan da 23’ünün vatana ihanet, gizli cemiyet kurma, iktidarı devirme suçlamalarından dolayı yargılandığı olayda Türk milliyetçisi gençler kıyasıya dövüldüler. Buna rağmen hiçbiri yılmadı, zulme boyun eğmedi.

Bundan sonraki her yıl 3 Mayıs Milliyetçiler günü olarak anıldı. Hiç birinde taşkınlık yaşanmadı. Sokaklar arbedeye sahne olmadı. Devletin ve milletin müdafaası için serden geçenler devleti ve milleti yıpratacak hiçbir girişime mahal vermedi.  

1 Mayıs ile 3 Mayıs elbette kıyas götürmez ama bizlere Türkiye’nin yaşadığı siyasi-sosyolojik süreçlerdeki tavırlar hakkında önemli veriler sunar. Türkiye ve Türk milletinin bekası için mücadele edenler ile geleceğimizi sokaklara düşürmeye yelteneler arasındaki keskin farkı oraya koyar.

3 Mayıs ruhunu taşıyanlar hep var olsun…