Dr. Erhan Türbedar ile söyleşi... Balkanlar'da yeni düzen başlıyor: Osmanlı Devleti, Balkanlar'ı nasıl kaybetti? (3)

1860’lı yıllara gelindiğinde, Balkanlar’daki Hristiyanlar arasında önemli bir kesimi oluşturan Bulgarlar henüz Osmanlı Devleti’ne isyan etmiş değildi. Osmanlı yönetimine karşı baş gösteren 1835 Tırnova, 1841 Niş ve 1850-1851 Vidin isyanları geniş bir Bulgar ulusal başkaldırı hareketleri değildi. Bulgarlar durumlarından memnun olmaktan ziyade, İstanbul’a yakınlıklarından ve Osmanlı ordusunun hızlı müdahalesinden çekiniyor, ayaklanma için en uygun zamanın gelmesini bekliyorlardı. Dahası, Osmanlı Devleti’nden ayrılma sürecinde nasıl bir stratejinin izlenmesi gerektiği konusunda Bulgarlar arasında görüş birliği bulunmuyordu.

Hersek’teki isyanlardan ve Sırplarla Karadağlıların Osmanlı’ya karşı açtığı savaştan istifade etmek için Mayıs 1876’da Bulgarlar da Osmanlı Devleti’ne karşı ulusal isyanını başlattı. Ancak Osmanlı kuvvetleri aynı yıl içinde Bulgarların isyanını bastırabildi. Ne var ki Bulgaristan’a birkaç yıl sonra bağımsızlığı getirecek olan doğrudan doğruya Rusya olmuştur.

BERLİN KONGRESİ VE BALKANLAR’DA YENİ DÜZEN

Hersek’te başlayan ve Bulgaristan’a kadar yayılan ayaklanmaların yaşandığı dönemde, Alman ve İtalyan devletlerinin yükselmesi nedeniyle Avrupa’da yeni dengeler yaratılmıştı. Artık Avrupa, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya’nın 1873’te resmi olarak oluşturduğu Üç İmparator Ligi’nin kontrolü altında bulunmaktaydı. Bu ittifakın karşısında daha güçsüz konuma düşen Britanya, Osmanlı Devleti’nin desteklenmesinden yana tavrını değiştirerek 1876 yılından itibaren Avrupa kamuoyunda Osmanlı karşıtı propagandayı başlatmıştır. 1870- 1871 tarihlerindeki Fransa-Prusya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan ve iç sorunlarla boğuşmaya başlayan Fransa ise mecburen daha pasif bir duruma düşmüştü. Böyle bir uluslararası ortamın oluşmuş olması ise başlı başına Balkanlar’da yeni bir düzenin kurulacağının habercisiydi.

1876’da bastırılan ayaklanmalardan sonra oluşan yeni durumdan hoşnut olmayan Rusya ve Avrupa ülkeleri, Osmanlı Devleti’ne reformlar adı altında Balkanlar’daki toprakların paylaşılmasına ilişkin değişik öneriler sundu (23 Aralık 1876 Tersane Konferansı, 15 Ocak 1877 Peşte Antlaşması, 31 Mart 1877 Londra Protokolü). Osmanlı’nın bu önerileri reddetmesi, Rusya’ya müdahalesi için bir meşrutiyet kazandırdı. Rusya baştan beri, 1875’te Hersek isyanlarıyla başlayan ve Balkanlar’da Osmanlı karşıtı büyük bir ayaklanmaya dönüşen olaylara hem sevinmiş hem de genişlemesine yardımcı olmuştur. Nisan 1877’de ise Ruslar doğrudan doğruya karışarak, Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açtı. Bulgarlar da yaşadıkları topraklarda Rusya’nın yanında Osmanlı’ya karşı savaşa katıldı. 1878’e kadar sürecek olan bu büyük Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki hâkimiyetini sona erdirecek olan güçlü bir zemin oluşturmuştur. Rusya Balkanlar’ı âdeta parçalamış ve orduları İstanbul’un önlerine kadar ilerlemişti. Bunun neticesinde, Rusya Osmanlı hükümetine dikte ettirdiği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması’yla “Büyük Bulgaristan”ın kurulmasını hedefledi. Antlaşmayla çizilen Bulgar devletinin sınırları bugünkü Bulgaristan’ın tamamı ile bugünkü Arnavutluk’a kadar uzanan toprakları kapsıyor ve Kavala üzerinden Ege Denizi’ne açılıyordu. Ancak, özellikle İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Almanya, Rusya’nın bu yoldan Balkanlar’daki etkinliğinin artmasına karşı çıkıp reddetmiş ve 1878’de düzenlenen Berlin Kongresi sayesinde, Büyük Bulgaristan’ın kurulmasını resmi olarak engellemiştir.

Britanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya ve Osmanlı Devleti arasında 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Barış Antlaşması (Berlin Kongresi), Osmanlı topraklarını oldukça parçalamış, Balkanlar’ın haritasını ise, büyük güçlerin bölgedeki dengesini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Bu çerçevede, Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlıkları tanınmış, Sancak bölgesi Osmanlı’ya bırakılıp Bosna Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgaline terk edilmiş, Ayastefanos Antlaşması’nın öngördüğü Büyük Bulgaristan toprakları ise üçe bölünmüştür: Balkan Dağları’ndan Tuna Nehri’ne kadar uzanan kuzey topraklarda Bulgaristan Prensliği kurulmuş, Balkan Dağları’nın güneyinden Edirne’nin yakınlarına kadar uzanan güney bölgesinde Rumeli Vilayeti oluşturulmuş ve geri kalan Trakya ve Makedonya toprakları da Osmanlı yönetimine bırakılmıştır. Bulgaristan Prensliği kâğıt üzerinde Osmanlı’ya bağlı olmakla birlikte, kısa bir süre sonra Osmanlı topraklarına yönelik genişleme siyaseti izlemeye başlamıştır. Dahası, Rusları da hayal kırıklığına uğratan Bulgarlar, Rusya’ya itaatkâr olmak yerine, kendi ülkelerinin milli çıkarlarını ön planda tutmuştur. Rusya’nın karşı çıkmasına rağmen 1885 yılında kansız bir devrimle Rumeli Vilayeti Bulgaristan Prensliği’ne katılmıştır. Daha sonraki dönemde Bulgaristan Makedonya bölgesini ele geçirme siyaseti izlemiştir. 5 Ekim 1908’de ise Bulgaristan Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını ilan etmiştir.

ARNAVUTLARIN DURUMU

1878 tarihli Berlin Kongresi, Arnavutların durumuyla ilgilenmiş değildir. Arnavutlar Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı bir konuma sahipti. Arnavutlardaki toplu İslamlaşma yüzünden, kendileri Batılılar tarafından sık sık “Osmanlı’nın Balkanlar’daki jandarması” olarak görülmüşlerdir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecinden Balkanlar’daki halklardan en çok etkilenmiş olan Arnavutların olduğunu söylemek mümkündür.

Osmanlı döneminde Arnavutların genel ayaklanmasını gerektiren nedenleri pek olmamıştır. En radikal talepler hep yurt dışındaki Arnavutlardan gelmiştir. Nitekim 1878’den önceki dönemde genellikle göçmen Arnavutlar bağımsız Arnavut devletinin kurulmasını talep etmişlerdir. Bunlar ve kimi bireyler göz ardı edildiği zaman, bir ulus olarak Arnavutların 1912’ye kadar Osmanlı’dan bağımsız devlet istemediklerini, özerklik elde etmekle yetindiklerini söylemek mümkündür. Nitekim Osmanlı Devleti’nin parçalanması durumunda komşu ülkelerin, özellikle Yunanistan ve Sırbistan’ın Arnavutların yaşadığı toprakları işgal edebileceği endişesiyle, 1878 tarihli Berlin Kongresi’nden üç gün önce, Arnavutlar modern Arnavut milliyetçiliğinin temellerini atacak olan kongreyi Kosova’nın Prizren şehrinde düzenlemek zorunda kalmıştır. Yaklaşık 300 delegenin katıldığı kongrede kabul edilen programda, Berlin Kongresi’nden, her şeyden evvel Arnavutlara bir özerkliğin verilmesi talep edilmiştir. Bunun dışında Arnavutlar vergi toplamayı, Arnavut dilinde eğitim görmeyi ve din serbestliğini talep etmiştir. Ne var ki Arnavutları Osmanlılardan ayrı görmeyen Almanya Şansölyesi Otto von Bismark Arnavutların taleplerinin Berlin Kongresi’nde reddedilmesine sebebiyet vermiştir.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Berlin Kongresi’nden sonra Balkanlar’da kurulan düzen Arnavutlara zorluklar getirmiştir. Osmanlı Devleti gittikçe küçülüp güçsüzleşirken, komşu ülkeler ulus-devletlerini kurabilmiş, Arnavut toprakları ise ortada adeta yem gibi kalmıştı. 1885 yılında Bulgaristan Rumeli Eyaletini ilhak edince, Arnavutların da bir an önce kendini kurtarmaları gerektiği artık netlik kazanmıştı. Yine de Arnavutlar 1912 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak kalmıştır. 28 Kasım 1912’de İsmail Kemal organizasyonunda ilan edilen Arnavutluk bağımsızlığı Temmuz 1913’te dönemin büyük güçleri tarafından tanınmıştır.

1912-1913 BALKAN SAVAŞLARI

13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Barış Antlaşması’nın getirdiği yeni düzenden Balkanlar’da hiç kimse tatmin olmamıştı. Aynı ulusun bireyleri komşu devletlerin sınırları içinde kaldığı için, Balkanlar’da hiçbir ülke hayal ettiği ulusal birleşmeyi gerçekleştirememişti. Bu sebeple Berlin Kongresi’nin hemen ardından ulusal birleşme meselesi bölgedeki ülkelerin temel dış politika hedefine dönüşüverdi. Bu çerçevede Balkanlar’daki liderler tarihteki devletlerini öne sürerek, mevcut devlet sınırlarının genişletilmesine yönelik çabalarını meşrulaştırmaya çalıştı. Çoğu zaman bugünkü Kuzey Makedonya ve Bosna-Hersek komşu ülkelerin yayılmacı eğilimlerinin kesişme noktasında yer almıştır.

Balkan ülkeleri aynı toprak parçası üzerinde hak iddia etmeye başlayınca ve bunun sonucunda birbirilerine karşı bencil, ihtiraslı ve yayılmacı yaklaşımlar içinde olunca komşulara karşı düşmanlıkların gelişmesi kaçınılmaz olmuştur. Böylece Osmanlı Devleti içinde yüzyıllarca muhafaza edilen ortak Hristiyan kimliği ve dayanışması darbe almış, yerine çıkar çatışması içinde olan ulusal milliyetçilikler gelişmiştir. Balkanlar’da henüz paylaşılmamış Osmanlı topraklarının varlığı da bölgedeki çıkar çatışmalarını tetiklemiştir. Tüm bunların sonucunda 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nın yaşanması kaçınılmaz olmuştur.

1912 yılında Balkanlar’daki ülkeler arasında büyük bir siyasi ve askeri dayanışma kurulmuştur. Şubat 1912’de Sırbistan ve Bulgaristan arasında, Mayıs 1912’de de Yunanistan ve Bulgaristan arasında ittifak anlaşmaları imzalanmış, Ağustos 1912’de ise Bulgaristan ve Karadağ arasında şifahi bir ittifak kurulmuştur. Britanya, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri’nin sıkı kontrolü altında ve Rusya’nın ara buluculuğuyla kurulan bu ittifakların asıl amacı, er ya da geç çıkması beklenen dünya savaşı için safları belirlemekti.

Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan, aralarında oluşan koalisyonu fırsat bilerek Osmanlı’nın Balkanlar’daki toprakları üzerinde tavizler elde etmek için harekete geçmiştir. Osmanlı Devleti Balkanlar’daki topraklarından vazgeçmeyi reddedince, dönemin büyük güçlerinin savaşı önleme çabalarına rağmen Birinci Balkan Savaşı başlamıştır. Önce 8 Ekim 1912’de Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş açmış, onu 18 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan izlemiştir. İç sorunlar ve dış baskılar sebebiyle derin bir kriz içinde bulunan Osmanlı Devleti, aniden patlak veren bu savaşa yeterli kadar hazırlanamadan girmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuvvetlerinin bir kısmı ülkenin doğu ve güney sınırlarını korumaktaydı. Birleşmiş Balkan orduları ise Osmanlı’nın Balkanlar’daki kuvvetlerinden sayıca daha fazla idi. Birinci Balkan Savaşı’nda savaşan Balkan orduları yaklaşık 720 bin, Osmanlı ordusu ise 307 bin kişiden oluşmaktaydı.

LONDRA KONFERANSI

Savaşın başlamasından yaklaşık bir ay sonra Bulgaristan ordusu İstanbul ve Selanik’e doğru ilerlemiş, Yunanlar Epir bölgesi ile Makedonya’nın bir kısmını kontrolüne almış, Sırbistan ve Karadağ orduları ise bugünkü Kosova, Sancak, Arnavutluk’un kuzeyi ve Makedonya’nın bir kısmını ele geçirmişti. Kasım 1912’de taraflar arasında ateşkes imzalanmış, ateşkese katılmak istemeyen Yunanistan ise Ege Denizi’ndeki bazı adaları da ele geçirmiş ve Arnavutluk’un güneyine doğru ilerlemiştir. 16 Aralık 1912’de başlayan Londra Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nden Midye-Enez hattına kadar Balkanlar’daki tüm topraklarından çekilmesi istenince 23 Ocak 1913’te İttihat ve Terakki Partisi bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirmiş ve konferansta dayatılmaya çalışılan koşulları reddetmiştir. Böylece savaş yeniden başlamış, bu yeni aşamada Yunanistan Yanya’yı, Karadağ İşkodra’yı, Bulgaristan ise Edirne’yi ele geçirmiştir. Yaklaşık üç ay süren çatışmaların sonunda Londra Barış Konferansı kaldığı yerden devam etmiş ve Birinci Balkan Savaşı’na son veren antlaşma 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalanmıştır. Böylece Midye-Enez hattını sınır kabul eden Osmanlı Devleti, İstanbul önlerine kadar Balkanlar’daki bütün topraklarından geri çekilmiştir. Antlaşma ile ayrıca 1898 yılında özerklik verilmiş olan Girit resmen Yunanistan’a terk edilirken Ege adalarının durumu ve Arnavutluk’un sınırlarının çizilmesi dönemin büyük devletlerine bırakılmıştır.

  • Yarın: II. Balkan Savaşı ve tarihten çıkarılacak dersler
Editör: Haber Merkezi