“Eceli gelen it, cami duvarına işermiş” derler. Tıpkı bu atasözündeki gibi, Siyonist Netanyahu da dur durak bilmeden tahrik ve taciz peşinde koşuyor. Sırasıyla cami duvarlarını dolaşıyor; sağa sola saldırıyor, şimdi de Türkiye’ye bulaşmaya başladı. Ancak bu gidişatın İsrail’e ağır bir fatura çıkaracağı kesin. Tek merak edilen, o faturanın ne zaman kesileceği… Netanyahu, geçtiğimiz günlerde Kudüs’te düzenlenen bir programda şu skandal ifadeleri kullandı:
“(Kudüs) Bu bizim şehrimiz, Erdoğan. Sizin şehriniz değil. Bizim şehrimiz. Her zaman bizim şehrimiz olacak ve bir daha bölünmeyecek.”
Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı doğrudan hedef alması, aslında Kudüs konusundaki hassasiyetimizin ne denli güçlü bir etki yarattığının açık bir göstergesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu provokatif sözlere cevaben şu net mesajı verdi:
“Gazzeli mazlumların yanında olmamıza kimse engel olamaz. Kudüs’ün kirletilmesine izin vermeyeceğiz. Kudüs, bizimle birlikte 2 milyarlık İslam âleminin ortak davası ve mirasıdır.”
Türkiye, vicdan, merhamet ve uluslararası hukuk temelinde dünya milletlerini bir araya getirerek öncelikle Gazze’yi ve işgal altındaki tüm bölgeleri kurtarmalı, Kudüs’ün kutsiyetini İsrail’in kirli politikalarından korumalıdır. Tarihi misyonumuz bunu gerektirir. MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, geçtiğimiz yıl bu tarihi süreci ne güzel özetlemişti:
“Şam’a göz dikenlerin, Tel Aviv’de ve Kudüs’te Osmanlı şamarını yiyeceğini hiç kimse unutmamalıdır.
Tarih bize şunu söylüyor: Kudüs’ün ilk durağı Şam’dır.
Şam güvendeyse, günü geldiğinde Kudüs de güvende olacaktır.
Hz. Ömer, 636’da önce Şam’ı aldı, sonra 637’de Kudüs’ü.
Selahaddin Eyyubi, 1184’te önce Şam’ı aldı, sonra 1187’de Kudüs’ü.
Yavuz Sultan Selim, 1516’da önce Şam’ı aldı, sonra Kudüs’e mührünü bastı.
Golan’da diş gösterenlerin, Şam’a parmak sallayanların azı dişini Kudüs’te sökmek, yalnızca bir zaman meselesidir.”
İsrail’in Türkiye’yi ve KKTC’yi hedef alan açıklamaları, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne Barak MX hava savunma sistemlerinin ikinci partisini teslim etmesi, Suriye’de YPG ve Dürzileri kullanarak bölgeyi bölme çabaları ve bölgenin huzurunu bozan saldırgan politikaları, doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren ciddi gelişmelerdir.
İsrail’in sapkın dini inanışlara dayalı yayılmacı politikaları, bölgedeki birçok ülkenin güvenliğini tehdit ederken, Türkiye’yi bu sınırlar içinde gösterme hadsizliği, bizim de her açıdan dikkatli ve kararlı olmamızı gerektiriyor. İsrail’de akıl tutulması yaşanmış; geriye yalnızca sapkınlıklarının rehberliğinde sağa sola sataşmak kalmıştır. Tam bir cahil cesaretiyle hareket eden İsrail, her yeri gariban Gazze’ye bomba yağdırmak kadar basit görerek tüm sınırları zorluyor. Elbette bu düzen böyle gitmeyecek. Türkiye’ye sataşması ve bu yönde adım atacak olması elbette başka ülkelere benzemeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden de bol bol yoklama yapıyorlar.
Yaratık Netanyahu’nun “(Kudüs) Bu bizim şehrimiz, Erdoğan.” Demesi de korkusuyla yüzleşme girişimi olmuştur.
Türkiye tüm gelişmeleri doğru okuyarak, sağduyulu bir şekilde her türlü önlemini almalı. Bu süreçte ABD ve İsrail’in terör örgütü PKK’yı taşeron olarak kullanma oyunu da “Terörsüz Türkiye” hedefiyle sekteye uğratılmalıdır.
Türk milletinin varlığını, birliğini ve geleceğini hayati bir mesele olarak gören herkesin uyanık olması gereken bir süreçteyiz.
Hüseyin Nihal Atsız ne diyordu: “Harp Türklüğündür.”
Diş gösteren, parmak sallayan İsrail düşünsün gerisini…