Türkiye’de yaşayan Ermeniler mutlu, rahat bir hayat sürerler servet yaparlar, askerlik yapmazlar. Okulları serbesttir. Milli tarihlerini okuturlar, gençlere Türk düşmanlığı aşılarlar...

ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİ VE ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR (3)

Sultan Abdülhamid, defalarca isyancıları affetmiş, uzlaşma teklif etmiş ve onlara gerçeği göstermeye çalışmıştır. 21 Temmuz 1905 tarihinde Ermeniler; Bulgaristan ve Yunanistan’dan bazı Yahudi ve yabancıların da yardımlarıyla getirdikleri saatli bombayı, cuma selamlığı sırasında patlatarak birçok kişinin ölümüne sebep oldukları zaman (Yıldız Suikastı), halkı teskin etmiş ve “Kendimce en büyük emel, ahalinin rahat ve mesut olmasıdır. Bu uğurda gece gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği malumdur. Gayret ve hüsnüniyetinin min tarafillâh mükâfaâtı şu hadiseden (suikastten) hıfz-ı Hüdâ (Allah’ın koruması) ile emin olmaklığımdır. Onun için Cenâb-ı Hakk’a şükür ve hamdederim. Müteessir olduğum bir şey varsa, asker evlatlarımdan ve ahaliden bazılarının telef (ölmesi) ve mecrûh (yaralı) olmasıdır. Buna ilelebet teessüf ederim...” demiştir. Yirmi altı Türk’ün öldüğü, elli sekiz kişinin yaralandığı ve birçok hasarın meydana geldiği olayda suçlular yakalanmış, suçlarını itiraf etmişler ve biri idam olmak üzere çeşitli cezalara çarptırılmışlarken sonradan bunların hepsi de Sultan Abdülhamid tarafından affedilmişlerdir. Hatta idama mahkûm edilmiş olan Belçika asıllı meşhur terörist Edward Jorris de “aff-ı şâhâneye nâil olmuş”, pişman olduğu görülünce, şerr-i hayra tebdil edilerek, bizzat Abdülhamit tarafından Yıldız istihbarat memuru olarak Avrupa’da görevlendirilmiş ve topluma kazandırılmıştır.

MİSYONERLER CİRİT ATIYOR

Aynı olay Avrupa’da cereyan etseydi elbette affedilmezlerdi. Nitekim Pierre Loti de bunu hayretle takdir etmiştir: “Öyle ya, dünyada hangi millet böyle bir suikaste, örnek olacak bir cezayla karşılık verebilirdi?”

Böyle bir hadise olmadan bile Rusya’da Ermenilere nasıl ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığını da aynı eserinde şöyle dile getirmiştir:

... Rusya’da Ermeniler askere alınırlar ve memleketlerinden çok uzaklarda hizmet görürler. Mektupları sansüre tabidir. Türkiye’de ise mutlu, rahat bir hayat sürerler servet yaparlar, askerlik yapmazlar. Okulları serbesttir. Milli tarihlerini okuturlar, gençlere Türk düşmanlığı aşılarlar... Türkiye’de her yerde misyonerler var bunlar da bilmeyerek Ermenileri kandırıyorlar. Konsolosların tercümanları tamamen Ermeni’ydi. Bunlar ne söylerler ne gösterirlerse, konsoloslar da sefirler de aynen yazarlardı. Bu konsoloslar acaba Rusya’da, Almanya’da olsalardı, sefaretlerine böyle şeyler yazabilirler miydi? Sebebi bir İslam memleketinde Hıristiyan konsolosu olmalarıdır. Ermeni komitecileri sakin insanları çiftçi, esnaf ve hamalları ayaklandırıp Türklerin dine, Hristiyanlığa saldırdıklarını ileri sürüyorlar. Hâlbuki Trabzon’dan Erzurum’a kadar yollar kasabalar manastırlarla, kiliselerle doludur. Ermeni okulları, kiliseleri, Rusya’dakilerinden bir kat daha serbesttir.

Berlin Kongresi’nden sonra hızlanan ve bazen İngiltere’nin bazen de Rusya’nın inisiyatifinde devam eden “Islahat Meselesi”, Birinci Dünya Savaşı arifesinde İttihat ve Terakki Hükümeti Sadrazam ve Hariciye Nazırı Said Halim Paşa ve Batılı devletleri temsilen Rus işgüderi Konstantin Gulkeviç arasında imzalanan anlaşmayla son şeklini almıştı. Buna göre olağanüstü yetkilerle donatılmış iki Avrupalı Genel Müfettişten biri Erzurum, Trabzon ve Sivas bölgesinde, diğeri de Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır vilayetlerinde görev yapacaktı. Anlaşma 8 Şubat 1914’te imzalanmış ve birinci bölge için atanacak Hollandalı Westenek ve ikinci bölge için atanacak Norveçli Binbaşı Hoffl’la da 25 Mayıs’ta bir kontrat yapılmıştı.

OSMANLI’YI SIRTINDAN VURMA PLANI

Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verip Osmanlı Devleti’nin 3 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmesi ve bilahare savaşa girmesi üzerine, Osmanlı Hükümeti 31 Aralık 1914’te ilan ettiği bir irade ile bu işe resmen son vermiştir.

Böylece ıslahat bahanesiyle Batılıların müdahalesi ve Ermenilerin gayretleriyle ortaya atılan suni “Ermeni Meselesi” savaş sırasında yerini, bu defa Ermenilerin başrolünü oynadıkları, yeni bir meseleye bırakıyordu: “Ermenilerin yaptığı katliam”. Amillerinin de yine Ermeniler olmasına ve bu hususun hem Ermeni hem Batılı yazarlarca dile getirilmesine ve Türk ve yabancı arşivlerde de belgelenmesine rağmen, sorumluluğu yine Türklere yüklenmeye çalışılmış ve bu gayret günümüze kadar arttırılarak devam ettirilmiştir.

Bu nedenle; Batı’nın tahrikleri ve vaatleriyle gerek içerideki ve gerek dışarıdaki Ermenilerin nasıl harekete geçtiklerini; Müttefiklerin saflarında ve Anadolu’da Osmanlı Devleti’ne karşı nasıl savaştıklarını; gönüllü çetelerin faaliyetlerini, cephe gerisinde yaptıkları tahribatı, katliamı, mezalimi; Osmanlı milletvekili, bakanı, müsteşarı olarak görev yapıp seferberliğin ilanıyla düşman saflarına katılıp çete başlığı yapan Ermenilerin, ikiyüzlülüğünü ve nihayet “ıslahat meselesi”nde olduğu gibi “katliam meselesi”nde de suçu Osmanlılara, Türklere yüklemek gayesiyle girişilen propaganda faaliyetlerinin ortaya konulması büyük önem taşımaktadır. Bu yolla belki, mağdurun Ermeniler olmadığı; gerçek mağdurun Türk milleti olduğu anlaşılabilecektir.

ERMENİ TERÖR ÖRGÜTLERİ VE GÖNÜLLÜLERİN FAALİYETLERİ

Savaş başlar başlamaz herkes kendince bir hesap içine girmiştir. Ermeniler, Türk hatta Rus ve İran hakimiyetinden kurtularak bağımsız bir Ermenistan kurmak için harekete geçmişlerdir. İtilâf Devletleri, hem içerideki hem dışarıdaki Ermenileri silahlandırıp bağımsızlık vaatederek, Osmanlı Devleti’ni kısa sürede saf dışı etmek üzere faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır. Osmanlı Devleti ise, savaş sebebiyle son verdiği ıslahat baskılarına karşılık, Ermenilerin cephede ve cephe gerisinde başlattıkları terör hareketlerini etkisiz kılmak, hem Türk, hem de Ermeni vatandaşlarını bunlardan korumak amacıyla başka bölgelere nakletmek ve birçok cephede İtilâf Devletleriyle savaşmak durumunda kalmıştır.

Bir taraftan terör örgütleri, diğer taraftan da içerideki ve dışarıdaki kiliseler, bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için bundan daha iyi bir fırsat bulunamayacağı kanaatine varmışlardır. Bu amaçla daha 1914 Haziranında Erzurum’da yapılan kongresinde Taşnaksutyun, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Hristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden beri takip ettiği iktisadî, sosyal ve idarî politika ve ıslahatı uygulama konusundaki tutumunu bahane ederek, İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet etmeye, onun siyasi programını tenkit etmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadele etmeye karar vermiştir. Bu karar, savaşın ilk günlerinden itibaren sadece Taşnaksutyun tarafından değil, Hınçak, Reforme Hınçak, Ramgavar komiteleri, Ermeni gönüllüleri, çeteleri tarafından da uygulamaya konulmuştur. Böylece Osmanlı Devleti’nin siyasî ve askerî durumu hakkında casusluk yapmışlar ve Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis gibi savaş sahası olması muhtemel vilâyetlerde bulunan Ermenilerin büyük bir kısmı kendi silahlarıyla, silah altına alınanlar ise, firar ederek Ruslara katılmışlardır. Sınır boylarında Ermeni çeteleri saldırıya geçmişler, Erzincan ve civarındaki Ermenilerin dörtte üçü doğrudan doğruya veya İran üzerinden Rusya’ya geçmişlerdir. Osmanlı ordusunda silah altına alınanlar ise, firar edip, yollarda rastladıklarına ve çevreye saldırmışlardır. Sadece Türkiye’deki ve Rusya’daki Ermeniler değil, aynı zamanda İran, Romanya, İtalya, İngiltere ve Amerika’daki Ermeniler de gönüllü alayları kurmuşlar ve Kafkas cephesine katılmışlardır.

Bu arada Ermeni Komiteleri Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı vermişlerdir:

Rus ordusu huduttan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacak, Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, binalar ve resmi daireler bombalarla uçurulacak, yakılacak, hükümetin kuvveti dahilde işgal olunacak, levazım kalifeleleri öldürülecek(tir). Bilâkis Osmanlı ordusu ilerlerse, Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslara iltica edecek ve kıtalarından firarla çeteler teşkil edecek(lerdir).

YARIN: EMPERYALİST BATI’NIN MÜDAHALESİ