Türkgün | Ekonomi | MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter: Enerji, Türkiye’nin tam bağımsızlığının temel unsuru

MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter: Enerji, Türkiye’nin tam bağımsızlığının temel unsuru

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, enerji ve tabii kaynakların Türkiye için kritik önemde olduğunu ifade etti. “Enerji, Türkiye’nin tam bağımsızlığının temel unsuru” diyen Yönter, enerji ve madencilikte dönüşümle kaynak ve teknolojide net ihracatçı bir ülke olmayı hedeflediklerini belirtti.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, enerji ve tabii kaynakların Türkiye için kritik önemde olduğunu ifade etti. “Enerji, Türkiye’nin tam bağımsızlığının temel unsuru” diyen Yönter, enerji ve madencilikte dönüşümle kaynak ve teknolojide net ihracatçı bir ülke olmayı hedeflediklerini belirtti.

KAYNAK: Haber Merkezi

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter, TBMM Genel Kurulu’nda 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2024 yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi görüşmeleri kapsamında söz alarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve bağlı kurumların 2026 yılı bütçelerini değerlendirdi.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter, enerji ve tabii kaynaklar alanında Türkiye’nin tam bağımsızlık hedefi doğrultusunda kararlı adımlar atılması gerektiğini söyledi. TBMM Genel Kurulu’nda bütçe görüşmeleri kapsamında konuşan Yönter, enerji politikalarının ekonomik büyüme, üretim ve milli güvenlik açısından stratejik önem taşıdığını vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tam bağımsızlığın temel unsurlarından biri hiç kuşkusuz enerjidir” 

Yönter, konuşmasında enerji ve tabii kaynakların Türkiye Yüzyılı vizyonunda kritik bir rol oynadığını vurgulayarak, “Temel hedefimiz; insanı ve çevreyi merkeze alan, enerji ve madencilikte dönüşümü gerçekleştirmiş, kaynak ve teknolojide net ihracatçı bir ülke olmaktır” dedi.

Enerjinin yalnızca fabrikaların çarklarını döndüren veya evleri aydınlatan bir araç olmadığını, aynı zamanda ülkelerin kaderini belirleyen stratejik bir unsur olduğunu belirten Yönter, “Enerji yoksa üretim durur; üretim durarsa refah azalır, kalkınma sekteye uğrar. Bu nedenle enerji, çağımızın en kritik milli güç unsurlarından biri hâline gelmiştir” ifadelerini kullandı.

Yönter, hiçbir ülkenin enerjide tamamen kendi içine kapanık olamayacağını, dış kaynaklara bağımlılığın yalnızca ithalat rakamlarıyla sınırlı kalmadığını, küresel fiyat dalgalanmaları, yeni teknolojiler, emisyon politikaları ve jeopolitik krizlerin ülkeleri birbirine bağladığını kaydetti.

“Tam bağımsızlığın temel unsurlarından biri hiç kuşkusuz enerjidir” diyen Yönter, güçlü enerji altyapısına sahip ülkelerin küresel arenada da güçlü konuma sahip olduğunu vurguladı. Yönter, ayrıca enerji mimarisinin, bir ülkenin enerji üretimi, iletimi, dağıtımı, tüketimi ve enerji güvenliği politikalarının bütününü ifade eden yapısal düzeni tanımladığını belirterek, enerji sistemlerinin stratejik temellerinin önemine dikkat çekti.


Enerji mimarisi şu unsurları kapsar:


•    Enerji kaynaklarının yapısı: Petrol, doğal gaz, kömür, nükleer, yenilenebilir enerji gibi kaynakların çeşitliliği ve kullanım oranları,
•    Altyapı: Boru hatları, elektrik şebekeleri, rafineriler, LNG terminalleri, depolama tesisleri
•    Arz güvenliği politikaları: Enerjinin kesintisiz, uygun maliyetli ve güvenli şekilde sağlanması
•    Enerji piyasaları ve düzenlemeleri: Piyasa işleyişi, fiyatlandırma, rekabet ve devlet politikaları
•    Bölgesel ve uluslararası bağlantılar: Enerji koridorları, ticaret hatları, ortak projeler
•    Teknoloji ve dönüşüm süreçleri: Yenilenebilir enerji teknolojileri, akıllı şebekeler, enerji verimliliği, hidrojen ve depolama teknolojilerisir.
“Enerji mimarisi”, yalnızca fiziksel altyapıyı değil aynı zamanda politik, ekonomik ve stratejik unsurların bütününü kapsayan bir çatı kavramdır.
Takdir ve kabul edersiniz ki, Türkiye’nin dış ticaret dengesi üzerinde en belirleyici unsurların başında enerji ithalatı gelmektedir. 
Her ne kadar son yıllarda yeni enerji kaynaklarının keşfi ve yenilenebilir enerji yatırımlarındaki artış sayesinde enerji kaynaklı dış ticaret açığında belirli bir iyileşme sağlanmış olsa da, ülkemiz hâlen enerji ürünleri için küresel piyasalara bağlı olarak yıllık yaklaşık 70–75 milyar dolar seviyesinde döviz ödemesi yapmaktadır.
Cari açığın büyük bölümünün enerji ürünlerinden kaynaklandığı açıkça görülmektedir. 
Bu durum, enerji arzında dışa bağımlılığın ekonomik kırılganlık yaratmaya devam ettiğini göstermektedir.
Türkiye’nin enerji kaynaklı cari açığını azaltabilmesi için Milliyetçi Hareket Partisi olarak düşüncemiz şunlardan ibarettir:
•    Yerli ve yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılması,
•    Enerji verimliliği uygulamalarının sanayi, ulaşım ve binalar başta olmak üzere tüm sektörlerde yaygınlaştırılması,
•    Rüzgâr, güneş ve jeotermal gibi yerli kaynaklara yapılan yatırımların hızlandırılması,
•    Enerji depolama teknolojileri ve akıllı şebeke modernizasyonuna öncelik verilmesi,
•    Nükleer enerji projelerinin güvenli ve planlı şekilde devreye alınması,
•    Doğalgaz ve petrol tedarikinde uzun vadeli kontrat çeşitliliğinin artırılması,
•    LNG, yani sıvılaştırılmış doğal gaz altyapısının güçlendirilmesi ve Türkiye’nin bölgesel enerji ticaretinde daha etkin rol alması stratejik önem taşımaktadır.
Bu politika adımlarının eşgüdüm içinde uygulanması, Türkiye’nin enerji faturasını azaltarak dış ticaret açığının düşürülmesine ve makroekonomik istikrarın güçlenmesine önemli katkı sağlayacaktır. 
Enerji arz güvenliğinin sağlanması, dışa bağımlılığın azaltılması ve rekabetçi bir enerji piyasasının oluşturulması, ülkemizin orta ve uzun vadeli kalkınma hedefleri açısından kritik önemdedir.

“Enerji, Uluslararası Siyasetin Görünmez Belirleyicisidir”

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter, TBMM Genel Kurulu’nda enerji diplomasisi ve Türkiye’nin stratejik enerji konumunu değerlendirdi.

Üzerinde durmak istediğim bir diğer mühim kavram enerji diplomasisidir. Enerji diplomasisi, devletlerin enerji kaynaklarını, enerji ticaretini ve enerji teknolojilerini dış politika aracı olarak kullanmasıyla şekillenen bir diplomasi türüdür. Bu yaklaşım sayesinde ülkeler hem kendi enerji arz güvenliğini güçlendirmekte hem de uluslararası ilişkilerde müzakere kapasitelerini artırmaktadır.

Petrol ve doğal gaz boru hatlarının güzergâhları, uzun vadeli tedarik anlaşmaları, yenilenebilir enerji alanında kurulan ortaklıklar ve nükleer enerji iş birlikleri enerji diplomasisinin temel bileşenlerini oluşturmaktadır. Küresel enerji lojistiğinin uluslararası siyasetin görünmez belirleyicilerinden biri hâline gelmesi, enerji konusunun devletlerin stratejik hesaplamalarındaki ağırlığını her geçen gün artırmaktadır.

Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktasında yer alması nedeniyle Avrupa’nın başlıca doğal gaz üretim bölgelerine açılan kritik bir enerji geçiş koridoru konumundadır. Hazar Bölgesi, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz gibi önemli gaz kaynaklarına yakınlığı Türkiye’yi, Avrupa Birliği için tedarik güvenliğini güçlendiren stratejik avantaja sahip bir aktör hâline getirmektedir.

Bu jeopolitik konum;

Bu model:
•    Türkiye’nin bölgesel enerji dengelerinde etkisini artıracak,
•    Uluslararası müzakerelerde daha güçlü bir pazarlık pozisyonu yaratacak,
•    Enerji piyasasında ekonomik değer üretimini artıracak,
•    AB başta olmak üzere çevre pazarlara yönelik arz güvenliğini destekleyecek,
•    Ülkeyi enerji fiyatlamasında söz sahibi aktör konumuna taşıyacaktır.
Bu nedenle enerji ticaret merkezi olma hedefi, gecikmeksizin Türkiye’nin stratejik öncelikleri arasına alınmalı; bu hedefi destekleyen altyapı yatırımları, piyasa düzenlemeleri ve çok boyutlu enerji diplomasisi adımları hızla hayata geçirilmelidir.
Temennimiz ve teklifimiz budur.
Türkiye’nin değişen küresel enerji dinamiklerine uyum sağlayarak hem transit ülke konumunu sürdürmesi hem de enerji ticaret merkezi olma hedefini eş zamanlı olarak ilerletmesi, maksimum stratejik ve ekonomik fayda sağlayacaktır. 
Bu ikili yaklaşım:
•    Tedarik güvenliğini artıran çoklu güzergâh yapısını,
•    Piyasa derinliği oluşturan ticaret ve depolama kapasitesini,
•    Bölgesel enerji diplomasisini destekleyen stratejik esnekliği
bir araya getirerek Türkiye’nin enerji piyasalarındaki etkinliğini önemli ölçüde artıracaktır.

Enerji Arz Dengesi Olmazsa Ekonomik İstikrar ve Refah Tehlikeye Girer

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Dr. İzzet Ulvi Yönter,  Ülkemizde enerji arz-talep dengesinin sağlanması, ekonomik istikrarın ve toplumsal refahın sürdürülebilirliği açısından stratejik öneme sahiptir. Zaman zaman yaşanan arz yönlü sıkıntılar, enerji arz güvenliğinin güçlendirilmesi gerektiğini açıkça göstermektedir.

Talepteki artışa karşın bu talebi karşılayabilecek yeterli ve esnek üretim kapasitesinin devrede olmaması, arzda daralma riskini beraberinde getirmektedir. Elektrik üretiminde kurulu güç nominal olarak yeterli görünse dahi, kullanılan birincil enerji kaynaklarının niteliği ve santrallerin çalışma karakteristikleri nedeniyle kapasitenin her an şebekeye enerji sağlayacak düzeyde olması mümkün olamamaktadır.

Özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretimde mevsimsel ve meteorolojik değişkenlikler arz planlamasını zorlaştırmaktadır. Kurak geçen dönemlerde hidroelektrik üretim düşmekte; güneş enerjisi santralleri gece saatlerinde üretim yapamamakta; rüzgâr hızlarının mevsim ortalamalarının altında kalması ise rüzgâr enerjisinin katkısını sınırlamaktadır. Bu koşullarda, çevresel etkilerine rağmen doğalgaz çevrim santralleri ile kömür santralleri sistemin dengeleme unsuru olarak öne çıkmaktadır.

Diğer taraftan arz dengesinin sağlanamaması, sanayi üretiminde kesintilerden günlük yaşamda ciddi aksamalara kadar uzanan geniş bir risk yelpazesine yol açabilmektedir. Bu nedenle enerji arz güvenliğinin güçlendirilmesi, hem kısa vadeli operasyonel planlama açısından hem de uzun vadeli enerji politikalarının sürdürülebilirliği bakımından kritik önem taşımaktadır.


Enerji arz güvenliğini sağlamaya yönelik olarak:
•    Hibrit enerji modellerinin geliştirilmesi,
•    Dijital ve akıllı şebeke altyapılarının güçlendirilmesi,
•    Sürdürülebilir ve öngörülebilir serbest piyasa mekanizmalarının desteklenmesi,
•    İlgili mevzuatın güncellenmesi ve düzenleyici çerçevenin iyileştirilmesi,
•    Enerji depolama teknolojileri ile alternatif ve yenilikçi enerji kaynaklarına yatırımın teşvik edilmesi
açısından orta ve uzun vadeli politikaların hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bu çerçevede, enerji sektöründe güvenilir, çeşitli, çevresel açıdan sürdürülebilir ve ekonomik olarak erişilebilir bir arz yapısının oluşturulması, ülkemizin enerji stratejisinin temel hedeflerinden birisi olmalıdır.
Bugün dünya yeni bir enerji jeopolitiğine doğru hızla evrilirken, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bu dönüşümün merkezinde yer alan stratejik bir güç hâline gelmiştir. 

Türk Dünyası ve Doğu Akdeniz Enerjisinde Stratejik Güç Mücadelesi

Dr. İzzet Ulvi Yönter,  Orta Asya’nın zengin hidrokarbon rezervleri, Hazar havzasının kilit önemi ve Türkiye’nin Avrupa’ya açılan enerji koridorunun kalbinde bulunması, TDT ülkelerini hem üretici hem transit hem de tüketici olarak birbirini tamamlayan bir mimarinin üyeleri hâline getirmektedir.

Bu potansiyel, Nahçıvan Anlaşması’ndan Astana Senedi’ne ve Türk Dünyası 2040 Vizyonu’na kadar birçok temel belgede açıkça ifade edildiği gibi, enerji alanında ortak strateji geliştirmeyi bizim için vazgeçilmez bir öncelik hâline getirmiştir.

TDT üyesi devletlerimizle birlikte, petrol ve doğal gaz sahalarının ortak geliştirilmesinden sınır ötesi elektrik ticaretinin artırılmasına, enerji teknolojilerinin paylaşımından stratejik yatırım projelerinin desteklenmesine kadar birçok alanda daha kararlı ve somut adımlar atmamız hayati öneme sahiptir.

Bir yandan Trans-Hazar Doğal Gaz Boru Hattı’nı hayata geçirerek enerji arz güvenliğimizi güçlendirirken, diğer yandan güzergâh çeşitlendirme çalışmaları ve yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırarak bölgemizi küresel enerji denkleminde yükselen ve belirleyici bir güç konumuna taşımamız önceliğimiz olmalıdır.

Türkiye olarak akıllı şebekelerden hidrojen teknolojilerine, enerji depolamadan karbon yakalamaya kadar birçok alanda tecrübemizi kardeş ülkelerimizle paylaşarak ortak kapasitemizi büyütmeliyiz. Bu süreçte, yenilenebilir enerji yalnızca bir seçenek değil; artan tüketim, dışa bağımlılık ve küresel piyasa dalgalanmaları karşısında stratejik bir zorunluluk hâline gelmiştir.

Önümüzdeki dönemde, TDT’yi küresel enerji tedarik zincirinin vazgeçilmez bir aktörü hâline getirmeliyiz. Bunun için enerji koridorlarını çeşitlendirecek, yatırım ortamını daha da güçlendirecek, yenilenebilir enerji projelerine ivme kazandıracak, kritik mineraller ve enerji teknolojilerinde ortak güçlü AR-GE altyapıları kurmalıyız.

Doğal gazdan nükleere, akıllı şebekelerden kritik elementlere kadar geniş bir alanda işbirliğini daha da derinleştirecek; Türk dünyasının enerji geleceğine yön verecek kararların başlangıç noktası olacaktır. Ortak tarihimizden, ortak kültürümüzden aldığımız güçle, enerjide kendi kendine yeten, bölgesine yön veren ve küresel sistemde söz sahibi olan bir Türk Dünyası inşa etmemiz, üye ülkeler için daha temiz ve güvenilir enerji sistemleri oluşturulmasının yolunu açacaktır.

Diğer taraftan Doğu Akdeniz, sahip olduğu jeostratejik konum ve jeoekonomik potansiyel ile ülkemiz açısından tarih boyunca önemini korumuş; son dönemde keşfedilen doğal gaz rezervleriyle bu önem yeni bir boyuta taşınmıştır. Mavi Vatan Doktrini doğrultusunda Türkiye, hem kendi kıyı uzunluğundan hem de uluslararası hukuktan doğan haklardan hareketle bölgede adil bir deniz yetki alanı paylaşımını savunmakta; enerji güvenliğini güçlendirme ve bölgesel etkinliğini artırma hedefleri doğrultusunda kararlı bir politika izlemektedir.

Bu çerçevede Doğu Akdeniz’de yalnızca ekonomik getirinin değil, güvenlik, diplomasi, ticaret ve bölgesel istikrar gibi çok boyutlu unsurların belirleyici olduğu açıktır. Bölgede Türkiye, KKTC, GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır, Suriye, Lübnan ve Libya arasında deniz yetki alanları ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmaları konusunda ciddi anlaşmazlıklar bulunmaktadır.

GKRY’nin Ada’nın tamamını temsil ettiği iddiasıyla tek taraflı MEB ilan etmesi ve Mısır, İsrail, Lübnan gibi ülkelerle anlaşmalar imzalaması, hem Türkiye’nin kıta sahanlığıyla hem de KKTC’nin hak iddia ettiği alanlarla çakışmaktadır. Bu durum milli davamız olan Kıbrıs meselesinin mevcut hassasiyetini daha da derinleştirmektedir. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de adalar üzerinden maksimalist bir MEB anlayışını dayatmaya çalışması ise zaten kırılgan olan bölgesel dengeyi haddinden fazla zorlamaktadır.

Doğu Akdeniz meselesi teknik bir enerji konusu değildir; Türkiye’nin deniz egemenliğini, bölgesel rolünü ve enerji güvenliğini doğrudan etkileyen stratejik bir güç mücadelesidir. Bu nedenle Türkiye, bir yandan uluslararası hukuktan doğan haklarını tavizsiz şekilde savunurken, diğer yandan İsrail, Mısır ve Libya gibi kilit aktörlerle diplomatik diyaloğunu güçlendirmeli; GKRY’nin tek taraflı adımlarının etkisini dengelemelidir.

Enerjinin Avrupa’ya taşınmasında Türkiye’nin jeopolitik konumu bir avantaj olarak önümüzde durmaktadır; enerji merkezi olma hedefi için bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Türkiye’nin hem sahada hem masada güçlü olması, aktif diplomasi yürütmesi ve caydırıcılık kapasitesini sürdürmesi, bölgedeki denklemin ülkemiz lehine şekillenmesini mümkün kılacaktır.

Bu yaklaşım, yalnızca Türkiye’nin çıkarlarını değil, bölgenin barış ve istikrarını da güçlendirecek tek makul yoldur.

Türkiye’nin Nükleer Enerji Yolculuğu ve Stratejik Önemi

Yönter, Konuşmamın bu bölümünde nükleer enerjiyle ilgili düşüncelerimizi paylaşmayı arzu ediyorum. En genel anlamıyla nükleer enerji, atom çekirdeğinde gerçekleşen fisyon veya füzyon reaksiyonları sonucu ortaya çıkan yüksek yoğunluklu enerji olarak tanımlanır.

2025 yılı itibarıyla 31 ülkede 416 reaktör işletmede, 15 ülkede 62 reaktör inşa halindedir. Nükleer enerji, dünya elektrik arzının yaklaşık %10’unu sağlamaktadır. Ülkelerin nükleer enerjiden elektrik üretim oranları ise Fransa’da %67, Slovakya’da %60, Belçika’da %57, Macaristan’da %47, Güney Kore’de %30 ve ABD’de %18 seviyesindedir. Yeni reaktör inşasında Çin açık ara lider durumdadır (29 reaktör). ABD ise 100 bin MW’a yaklaşan kurulu gücüyle toplam kapasite açısından dünyanın en büyük nükleer ülkesi olmayı sürdürmektedir.

Güncel projeksiyonlar, Küçük Modüler Reaktörler (SMR) ve Dördüncü Nesil reaktörlerin nükleer enerjiyi daha güvenli, ekonomik ve çevre ile uyumlu bir noktaya taşımayı amaçladığını göstermektedir. Uluslararası Enerji Ajansı, 2050 karbon nötr hedefleri için nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının %10’dan %18’e yükselmesi gerektiğini belirtmektedir.

Türkiye’de nükleer enerjiye yönelik çalışmalar 1955 yılında “Barış için Atom” programı kapsamında başlamış, 1956’da Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu (TAEK) kurulmuştur. 1962’de TR-1 araştırma reaktörünün devreye alınmasıyla nükleer teknolojide deneysel aşama başlamış; 1970’lerde Akkuyu sahası santral için seçilmesine rağmen siyasi ve ekonomik nedenlerle ilerleme sağlanamamıştır. 1990’lar ve 2000’lerde yapılan ihalelerin iptaliyle süreç uzamış, Türkiye 21. yüzyılda somut adımlar atmaya başlamıştır.

Akkuyu NGS ve Türkiye’nin Nükleer Enerjide Stratejik Adımı

Dr. İzzet Ulvi Yönter, ilk nükleer güç santrali olan Akkuyu NGS, 2010 yılında Türkiye ile Rusya arasında imzalanan devletlerarası anlaşma ile resmileşmiştir. Yap–Sahip Ol–İşlet modeli ile inşa edilen santral, her biri 1200 MW gücünde dört VVER-1200 reaktöründen oluşacak ve toplam kapasitesi 4800 MW olacaktır. 2024 itibarıyla ilk ünitede inşaat yaklaşık %85 oranında tamamlanmış olup, 2026’nın ilk çeyreğinde devreye alınması hedeflenmektedir. Akkuyu NGS, tamamlandığında Türkiye'nin elektrik ihtiyacının yaklaşık %10’unu karşılayacaktır. Türkiye, inşa halindeki reaktör kapasitesi bakımından dünya üçüncüsüdür. Çin ve Hindistan’ın ardından gelen Türkiye’nin 4800 MW’lık inşa kapasitesi, Mısır ile aynı seviyededir. Akkuyu’nun ardından Sinop ve İğneada projeleri gündemde olsa da henüz kesin inşaat aşamasına geçilmemiştir. Bilindiği kadarıyla Sinop projesi için Japonya’nın çekilmesiyle alternatif ülkelerle, İğneada için Çin ile görüşmeler devam etmektedir.


Nükleer enerjiye gerçekten ihtiyaç var mı?

Yönter, Niçin nükleer enerji sorusuna cevabımız nettir: Dünya bilim insanlarının yarım yüzyılı aşkın süredir yürüttüğü çalışmalar ve nükleer enerjinin sunduğu çarpıcı avantajlar, bu teknolojinin ülkelerin güvenliği ve kalkınması için vazgeçilmez bir unsur olduğunu göstermektedir. Artan enerji fiyatları, petrol ve doğalgaz piyasalarındaki istikrarsızlık, küresel enerji krizleri ve hızla büyüyen enerji talebi; ülkeleri güvenilir, sürdürülebilir ve dışa bağımlılığı azaltan enerji kaynaklarına yöneltmiştir. Fosil yakıtların giderek tükenmesi ve yenilenebilir enerjinin tek başına yeterli olmayışı da enerji arz güvenliği açısından yeni çözümler gerektirmektedir.

Bu koşullar altında akla gelen temel soru, “Nükleer enerjiye gerçekten ihtiyaç var mı?” olmaktadır. Ancak mevcut küresel dinamikler incelendiğinde, yüksek maliyetlere ve dış baskılara rağmen nükleer teknolojiye yönelmenin rasyonel ve stratejik bir zorunluluk olduğu görülmektedir.

Nükleer enerji; temiz, güvenilir ve düşük karbonlu yapısıyla günümüzde iklim değişikliği ile mücadelede kritik bir rol üstlenmektedir. Uzmanlara göre Paris Anlaşması kapsamında küresel sıcaklık artışının 1.5–2°C ile sınırlandırılması, nükleer enerjinin devre dışı bırakılması halinde mümkün değildir. Nükleer enerji, diğer enerji türleri gibi atık üretse de bu atıklar tam kontrol altındadır; reaktörden çıkarılarak güvenli ortamlarda depolanır ve hiçbir radyoaktif madde doğaya salınmaz. Bu nedenle bilim insanları nükleer enerjiyi bugün bilinen en temiz ve en güvenilir baz yük enerji kaynağı olarak tanımlamaktadır.

Uluslararası güvenlik literatüründe “teknopolitik” kavramıyla açıklanan yaklaşım gereği, nükleer teknolojiye sahip olmak ülkelerin dış tehditlere karşı dayanıklılığını artırmakta ve stratejik bağımsızlık sağlamaktadır. Bu kapsamda pek çok ülke, nükleer enerjiyi geleceğin enerji mimarisinin vazgeçilmez bir parçası olarak görmekte ve büyük ölçekli yatırım planları yürütmektedir. Atom Enerjisi Kurumları ve ulusal enerji strateji belgeleri; yüksek kapasiteli nükleer üretim hedefleri, radyasyon teknolojilerinin genişletilmesi ve yerli reaktör projelerinin geliştirilmesi gibi uzun vadeli planlar içermektedir.

Niçin Nükleer Enerji?

Dr. İzzet Ulvi Yönter, Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde, nükleer teknolojinin elektrik üretimi, su kaynakları, tıbbi uygulamalar, ilaç ve tarım endüstrisi gibi geniş alanlarda sunduğu faydaların göz ardı edilmesinin ülkeler için önemli bir stratejik hata olacağı anlaşılmaktadır. Nükleer enerjiden uzak durmak; gelecekte enerji bağımlılığının artmasına, ekonomik kırılganlıkların derinleşmesine ve teknolojik geri kalmışlığa yol açma riski taşımaktadır.

Bu nedenle “Niçin nükleer enerji?” sorusunun cevabı son derece nettir: Çünkü nükleer enerji, sürdürülebilir kalkınmanın, enerji güvenliğinin, bilimsel ilerlemenin ve küresel rekabet gücünün vazgeçilmez bir unsurudur.

Dünya genelinde nükleer enerji, düşük karbonlu enerji dönüşümünde yeniden önem kazanmakta; özellikle Asya’da hızlı bir kapasite artışı görülmektedir. Türkiye, Akkuyu NGS ile nükleer enerji dönemine giriş yaparken hem enerji arz güvenliği hem de teknoloji transferi açısından stratejik bir eşiktedir.

Ancak uzun vadeli başarı için atık yönetimi, güvenlik kültürü, düzenleyici kapasite ve toplumsal bilgilendirme süreçlerinin güçlü ve sürdürülebilir şekilde yürütülmesi hayati önemdedir.

Bu düşüncelerle 2026 Merkezi Yönetim Bütçesi’nin milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı çalışanlarına Sayın Bakanımızın şahsında başarılar diliyorum.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...