BURAK ÖZCAN / TÜRKGÜN

Terörsüz Türkiye hedefi karşısında kalemler yazdı, ekranlar konuştu, manşetler yarıştı.
Ancak bu yoğun gürültünün içinde, somut tek bir çözüm önerisi dahi ortaya konulmadı.
Her adım “niyet okuma” ve “oy hesabı” parantezine alınırken, Türk milletinin gerçeğe ulaşma hakkı sistematik biçimde perdelenmek istendi.
Peki Terörsüz Türkiye’ye karşı çıkanlar, neden tek bir alternatif yol önermedi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe çağrılarını, mesnetsiz türlü gerekçelere bağlayarak iç cephenin tahkimi girişimlerini tahribata kalkıştılar.
“Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışının sahibi MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, DEM’e el uzatmasının ardından perçinlenmek istenen milli birlik ve dayanışma hissiyatını devre dışı bırakmak için her yolu denediler.
Bu uğurda başta CHP destekli medya olmak üzere, ellerine geçen gazete köşelerini, televizyon ekranlarını ve sosyal medya mecralarını, kısacası her imkânı seferber ettiler.
Aralarında gazetecisinden akademisyenine, hukukçusundan uzmanına, eski askerinden siyaset eskisine kadar ne ararsan vardı.
Peki, ortada niyet okuması yapılmasını gerektirecek bir durum gerçekten var mıydı?
Onlar böyle bir durum olamasa bile olması gerektiğini, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Türk-Kürt kardeştir, araya giren, bozgunculuğa heveslenen kim varsa kamburdur, kalleştir, kanser hücresidir, kahrolmaya mahkûmdur. Türkiye’ye getirilirken, ‘Her türlü hizmete hazırım’ diyen terörist başı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Ama devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından dahi geçirmesin” ifadelerini, “Bahçeli'den Öcalan'a çağrı: Ülke menfaatleri uğruna el ele tutuşmaya varım” şeklinde haberleştirerek gösterdiler.
Bu haber hatırlanacağı üzere Halk TV imzalıydı.
Halk TV, söz konusu manipülasyon olduğunda kimsenin ellerine su dökemeyeceğini gösteriyordu.
Böylece Terörsüz Türkiye hedefinin önüne çıkarılmak istenen engellerin ana hattının hangi konunun üzerine oturtulması gerektiğine de işaret ediliyordu.
Niyet Okumanın Sözcüsü
Terörsüz bir Türkiye’yi istemeyenler, mücadele cephelerini “Öcalan” üzerine inşa ederek terörle mücadelede bedel ödeyen insanlarımızın samimi duygularını istismara yeltenerek işe koyuluyordu.
Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan’ın, “Kurtar bizi Apo” başlıklı yazısında “Çok büyük olasılıkla Devlet Bey’le Recep Bey belli konularda uzlaştılar. Kürt seçmene yakınlık gösterilecek. Ve işin en önemli boyutuna geliyorum… Bu iş için gerekirse Apo da kullanılacak. O nedenle bu yazının başlığını ‘Kurtar bizi Apo’ koydum. Zira kurtarırsa o kurtaracak” ifadelerini yer vermesiyle birlikte, Sözcü’nün Terörsüz Türkiye’ye bakışını Halk TV’nin işaret ettiği noktadan başlattığı anlaşılıyordu.
Köşesinde, “Nereden nereye geldik? 40 yıldır Türkiye’yi kana bulayan, Türk halkına derin acılar yaşatan teröristbaşı, neredeyse ‘Vatan kurtaran kahraman’ ilan edilecek” ifadelerine yer veren Rahmi Turan…
Yine köşesinde, “Gerçekten Terörsüz Türkiye isteniyorsa birlikteliğin teşvik edilmesi gerekiyordu. Gerçek vatanseverlik bu olmalıydı. Fakat iktidar koltuğunu yitirme fedakârlığını göstermedi. Ayağına Meclis’i götürerek Abdullah Öcalan’ı yeniden parlatıp kama yaptı. Tabandaki birleşmenin ortasına sapladı ve bunun adını da ‘Terörsüz Türkiye’ koydu” ifadeleriyle yaşanan gelişmelere bakışını ortaya koyan Necati Doğru…
Ve gerçekleştirdiği röportajda, “Ben de terörsüz Türkiye istiyorum. Ama devletin 25 yıldır hapse tıktığı terör örgütü elebaşının muhatap alınmasına neden olan süreci asla desteklemiyorum. Böyle bir süreç ülkemin ‘terörlü Türkiye’ye dönüşmesine ve nihayetinde devletimizin parçalanmasına neden olabilecektir” diyerek Terörsüz Türkiye girişiminin ülkeyi bölünmeye sürükleyebileceğini öne süren emekli amiral Cihat Yaycı’nın bu düşüncelerinin çarpıcı bir tespit olduğunu savunan Saygı Öztürk başta olmak üzere Sözcü’nün tüm yazarçizeri…
Halk TV’nin attığı ilk işaret fişeğiyle başlatılan terörsüz bir Türkiye’nin karşısına çarpıtma ve istismarla çıkma üzerine kurulu düzenin, günümüze kadar süreceğini gösteriyordu.
Bu arada Sözcü TV’nin, Sözcü gazetesinden ayrışan bir tutum sergilediğini söylemek mümkün değildi.
Terörsüz Türkiye’ye karşı mesafeli oluşları nedeniyle Sözcü ekranlarının başköşesinde sürekli ağırlanan konuklardan biri olan Dr. Naim Babüroğlu, “güvenlik uzmanı” sıfatıyla yaptığı değerlendirmelerde “PKK’nın ancak %3-5’lik bir kısmının silah bırakacağının ortaya çıktığını, onun da Abdullah Öcalan’ın serbest kalması ve yasal tavizler şartına bağlandığını” ileri sürüyordu.
İstismarın Ekranı Halk TV
Yaşanan acıların istismarına dayanan söylemler, gerçekleşmesi mümkün olmayan senaryoları kesin olacakmış gibi sunarak, Terörsüz Türkiye’nin yaşanan acılara yenilerinin eklenmemesi amacıyla çıkılan bir yol olduğu gerçeğini gölgelemek için karşımıza çıkarıldı.
Türkiye’nin terörsüz bir ülke yolunda attığı adımlara manşet–yorum–tartışma üçgenindeki en agresif söylemler, Halk TV öncülüğünde geliştirildi.
Cumhur İttifakı’nın terörün tamamen bitirilmesi ve şart koşulmadan örgütün lağvedilmesi yönündeki çağrıları, “pazarlık yapıldığı” iddiasına indirgeyen başlıklarla servis edildi.
Halk TV’nin internet sayfasında, örneğin gazeteci Uğur Ergan aracılığıyla “Kimse, bu ülkede terörün sona ermesine karşı değil. Ancak kamuoyu, AKP-MHP-DEM üçlüsünün açılımı ülke menfaatine değil, Erdoğan’a yeniden cumhurbaşkanlığı yolunun açılması ve Öcalan’ın serbest bırakılması için yapıldığı görüşünde” şeklinde ortaya saçtığı düşünceler, kanalın adeta resmi yayın politikası haline getirildi.
Halk TV’nin günlük Terörsüz Türkiye karşıtı mesaisi şu şekilde başlayıp devam ediyordu:
Halk TV’nin ekranlarını süsleyen Mehmet Tezkan ve İbrahim Kahveci gibi isimler sabahtan öğlene kadarki mesaisine, “Terörsüz Türkiye çalışmalarının AK Parti ve MHP arasındaki büyük fikir ayrılıklarına neden olduğunu” öne sürüp “Cumhur İttifakı’nın kendisini bekleyen krizleri aşamayacağını” anlatarak başlıyordu.
Bu anlatının üzerinden çok geçmeden aynı isimler “Terörsüz Türkiye paketinin içine, 50+1 seçilme şartını değiştiren Cumhur İttifakı’nın iktidarını tahkim edici maddelerin konulabileceğini” işliyordu.
Onların bıraktığı yerden mesaiye sazı eline alan Fikret Bila “Terörsüz Türkiye’nin, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, üniter ve ulus devlet niteliklerini fiilen nasıl ortadan kaldıracağından” dem vuruyordu.
Akif Beki ise “Olmayan bir Çözüm Süreci’ni varmış gibi göstermek isteyenler haklı mı çıktı? Bahçeli o eli uzattı diye Kandil silah bırakacak mı sanıyorsunuz?” sorularını yönelterek kanalın günlük mesaisini tamamlıyordu.
Her gün, birbirini takip edecek şekilde silah bırakma ihtimali “tuzak”, “oyun”, “aldatmaca” olarak lanse ediliyor, ayrıca Ayşenur Arslan’ın kaleme aldığı “MHP Lideri Devlet Bahçeli, geçmişte idam ipi fırlatacak kadar sert bir ‘Kürt düşmanı’ iken bugün nasıl ‘Bilge İnsan’ konumuna geldi?” şeklindeki hedef alan sorularla Halk TV’nin Terörsüz Türkiye duruşunu besleyen en önemli sebebin MHP düşmanlığında yattığını kanıtlanıyordu.
MHP’nin Halk TV’nin tüm mesnetsiz söylem ve iddialarına verdiği cevap sonrası kanalın bir sonraki gün yayın kuşağı ağlama seanslarıyla açılıyor, ekran yüzleri başlarına bir şey gelmesi durumunda suçlunun MHP’de aranması gerektiğini belirten mağduriyet tiyatrolarını tüm gün sürdürüyordu.
Atatürkçülük Maskesiyle Terörsüz Türkiye Karşıtlığı
Cumhuriyet gazetesi cephesinde, Terörsüz Türkiye’ye karşı farklı biçimler alan ama sonuç itibarıyla aynı kapıya çıkan bir tutum benimsendi.
“DEM Parti’nin seçilmiş belediye başkanlarının önemli bir bölümü görevlerinden alındı, bir bölümü de hapiste. Bu yetmiyormuş gibi, CHP’li belediye başkanlarının da bazıları hapiste” diyen Emre Kongar’dan tutunda, “Terörsüz Türkiye, muhalif solculara, sadece kafalarında patlayacak kabak vaat ediyor. Ercüment Akdeniz’in hikâyesi bunu görmeyenlere gösteriyor” diyen Barış Terkoğlu’na kadar herkes suçları nedeniyle cezaevinde olan birini seçip Terörsüz Türkiye karşıtlığının merkezine yerleştirdi.
Gazetenin sütunlarında “Terörsüz Türkiye ama nasıl?” sorusu sıkça tekrarlandı, bu sorular hiçbir zaman gerçekçi, somut ve devletin sahadaki gerçekleriyle örtüşen bir zemine oturtulmadı.
Devletin kararlılığı, sahadaki askeri ve istihbari başarılar ile örgütün fesih noktasına gelmiş olması sistemli biçimde görmezden gelindi.
Buna karşın, sürecin sözde “riskleri” ve “olasılıkları” oluşturulmak istenen tereddüt ikliminin ana enstrümanı olarak sürekli kullanıldı.
Cumhuriyet gazetesinde ve buraya kadar anlattığımız kısımda yer alan herkese sorsan, hepsi bir ağızdan “Atatürkçüyüm” derdi.
Fakat çıkılan yola Atatürk’ün “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir ülkeyi yok edemez. Ülkeyi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir” sözleri ışığında bakmamaları onu bir maske olarak kullandıklarını ele vermiyor muydu?
Algı Cephesinin Diğer Figürleri
T24 yazarı Mehmet Yılmaz, “Böyle bir özgürlük ve açılım rüzgârının, ülkede otokrasiyi güçlendirmek için elindeki her aracı kullanan bir iktidarın ortakları tarafından estirilebileceğini düşünmüyorum. Memleketin bir bölümüne demokrasi, bir bölümüne otokrasi olmaz çünkü” sözleriyle süreci peşinen samimiyetsizlik parantezine aldı.
Kemalist Aydınlanma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter, “Yakında bir de ‘Öcalan’ı Koruma Kanunu’ çıkarsa şaşırmayacağız. Öyle ya, beklenti büyük. Öcalan’ın TBMM’ye girmesine bir adım kaldı… Uyan Türkiyem uyan!” sözleriyle meseleyi komplo dili üzerinden okumayı seçenlerin tarafında yer tuttu.
Karar gazetesinin kararsızlığını Taha Akyol’un “Siyasetin seçim ve anayasa taktikleriyle bu sorun çözülmez, hatta azdırılabilir; öyle de olagelmekte” ifadeleri ortaya koydu.
Yeni Şafak gazetesi attığı “Komisyon İmralı’ya gitmesin” manşetiyle radara yakalandı.
Gazeteci Murat Yetkin olaylara bakışını “Denklem açık: Erdoğan yeni Anayasa ile bir (belki iki) kez daha Cumhurbaşkanı seçimine aday olmak istiyor. DEM ise önceliği Öcalan’ın serbest bırakılmasına vermiş, müzakereyi (onun için ne acı ki Demirtaş’la değil) Öcalan’la başlatmak ister görünüyor” ifadesiyle açıkladı.
Bu arada Terörsüz Türkiye karşıtlığını açıkça savunamayan bazı isimler de vardı, onlar da ne düşündüklerini doğrudan söylemek yerine sorular aracılığıyla açığa vurdu.
Örneğin Bahar Feyzan’ın cevabını aradığı soru, “PKK’nın silah bırakmasının bana faydası nedir? Gerçekten soruyorum bunu. Ben zaten sokağa çıkıp savaşmıyorum ki. Şehirde etkileri yok. Peki, bugün sıradan bir vatandaşın hayatına katkısı ne?” olacağıydı.
Fatih Portakal, “Devlet Bahçeli Bey'in çelikten iradesi sayesinde bu süreç ilerliyormuş. Peki, 40 yıldır neredeydi bu irade? APO teslim edildiğinde o da koalisyon ortağıydı. O zaman neden teklif getirilmedi?” sorusuyla zihinleri bulandırmaya çalışırken, Fatih Altaylı da “MHP denilen partinin başkanı Devlet Bahçeli, son 20 yıldaki şehit ailelerine şunu anlatsın. Madem kolaydı, 25 sene önce barışı niye engellediniz? 1999’da Öcalan ‘PKK’yı lağvedeyim’ dediğinde niye ettirmediniz Devlet Bey? Bunca insanın ölmesini niye istediniz?” ifadeleriyle soru görüntüsü altında doğrudan itham yoluna giderek sınırları zorladı.
Tüm bu isimlerin eylem ve söylemleriyle iç cepheyi tahrip etmeye, milli birlik ve dayanışma hissiyatını aşındırmaya yönelik ortak bir zeminde buluştukları artık inkâr edilebilir miydi?
Anket mi, Operasyon mu?
Ruşen Çakır Medyascope isimli internet sayfasının canlı yayınında anketlere dikkat çekerken öne sürdüğü “Terörsüz Türkiye yolunda atılan adımları destekleyenlerin yüzde 30 bandında ölçüldüğünü” iddiasını, Prof. Burak Bilgehan Özpek’in “toplumun önemli bir kesiminin bu sürece şüpheyle baktığını veya umursamaz kaldığını” dile getirerek tamamladı.
Birbiri ardına sonuç paylaşan anketçiler, hepsi bir ağızdan Terörsüz Türkiye hamlesini Cumhur İttifakı’nın özellikle Kürt seçmenden destek almak amacıyla attığı bir siyasi adım olarak yorumladı.
Bu yorumların merkezine ise “İstanbul ve diğer büyükşehirleri muhalefete kaptıran iktidarın, 2024’ün son çeyreğinde rotayı Kürt seçmene çevirdiği” iddiası yerleştirildi.
Sonar Araştırma Başkanı Hakan Bayrakçı ise meseleyi farklı bir eksenden ele aldı.
Bayrakçı’nın, MHP’nin oy oranını yüzde 4,4 olarak ölçtüğünü iddia eden ve “MHP’nin oyu son 31 yılın en düşük seviyesinde” başlığıyla servis edilen anketi, sandık kurulmadan sandık mühendisliğine başlandığını açık biçimde ortaya koydu.
Böylece anketlerin, ölçüm yapma iddiasıyla ortaya çıktığı, ancak ölçtüklerinden çok, hangi algının büyütülmesi gerektiğine dair birer işaret fişeği işlevi gördüğü geçmişte defalarca olduğu gibi bir kez daha görüldü.
Terörün bitmesini istediğini göstermeyen Hakan Bayrakçı’nın her türden anketle CNN Türk’de Ahmet Hakan’ın sinsi ve kurnazca kendisine açtığı alanı her daim MHP düşmanlığı için kullanırken, “Terörün bitmesini istiyor musunuz?” şeklindeki açık bir suale kamuoyu araştırmalarında acaba yer vermiş midir?
Algı Var, Çözüm Yok
Peki, medyanın Terörsüz Türkiye karşısında safını bu denli net biçimde ele veren motivasyon neydi?
Kalemlerin, terörsüz bir Türkiye hedefi yerine oy hesabını, ya da Türk ve Türkiye düşmanlarına kendini gösterme telaşıyla siyaset üretenlerin argümanlarını sahiplenmesinin arkasında nasıl bir niyet yatıyordu?
Yapılan her açıklamayı eğip bükerek aktaran, bağlamından koparıp çarpıtan ve böylece Türk milletinin haber alma özgürlüğünün önüne set çeken bu tutum, hangi siyasi ya da ideolojik kaygıdan besleniyordu?
CHP terörsüz Türkiye’ye karşı oluşunu vekil tayin ettiği medya mensupları aracılığıyla mı yürütüyordu?
Sonuç olarak, meseleyi sulandırmak için her yola başvuranlar, neredeyse her şeyi yaptı, ancak konuya dair kendi açık ve net görüşlerini ortaya koymaktan bilinçli biçimde kaçındı.
Madem Cumhur İttifakı’nın izlediği yol “yol” değildi, madem bu sürecin sonunda iddia edildiği gibi huzur ve güven içinde bir Terörsüz Türkiye mümkün değildi, o hâlde Türkiye’yi terör belasından kurtaracağına inanılan somut öneri neydi?
“Terör sorunu nasıl ortadan kaldırılmalı?” sorusu neden ısrarla cevapsız bırakıldı?
Sözü eğip bükmeden, açık ve cesur bir öneride bulunmak mı gerçekten bu kadar zordu, yoksa terörü bitirmeye yönelik her adımı çarpıtmak, şüpheyle gölgelemek ve korku üretmek mi çok daha kolaydı?
YARIN: BİR DEVLET POLİTİKASI OLARAK TERÖRSÜZ