Tarımda 'muhasebe' devri

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Tarımda 'muhasebe' devri

Bir matematikçi, bir ekonomist ve bir muhasebeci aynı işe başvururlar. Görüşmeci matematikçiye sorar: “İki kere iki kaç eder?”.

Matematikçi kendinden emin; “Dört!” der.

Ekonomist, “Piyasa koşullarına göre ortalama dört eder, yüzde 10 sapma olabilir” diye yanıtlar. 

Muhasebeci ise odaya girince kapıyı kilitler, panjurları indirir ve görüşmecinin kulağına fısıldar: “Kaç etsin istersiniz?”

Bugün Türkiye tarımı, tam da o kilitli kapıların ardındaki “rakam savaşları” ile tarladaki “hayat kavgası” arasına sıkışmış durumda. 

Ancak bu kavgada, kamuoyunun tek hedef tahtası haline getirdiği bir isim var: Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı. 

Peki, tarladaki yangının tek sorumlusu gerçekten İbrahim Yumaklı mı? Gelin, o panjurları kaldırıp perdenin arkasına bakalım.

Dürüst olalım; bugün çiftçinin ürününün enflasyon karşısında erimesinin, girdi maliyetlerinin (tohum, mazot, gübre, ilaç, enerji vb.) astronomik rakamlara ulaşmasının asıl sebebi Tarım Bakanlığı’nın koridorları değil. Bakan Yumaklı, aslında bir “bütçe ve ithalat kıskacı” içinde yalnız bırakılmış bir bakan görüntüsü veriyor.

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın koridorlarında 2025 yılı bir “planlı üretim” yılı olarak kâğıda dökülürken, tarlada işler hiç de planlandığı gibi gitmiyor. 

Tarımsal girdilerdeki artışın müsebbibi döviz kuru, enflasyon ve küresel piyasalarken; bu yangını söndürecek olan “destek bütçesi”nin musluğu Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın elinde.  Tarım Kanunu’nun 21. maddesi açık: “Tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.” Tarım Kanunu’ndaki o meşhur yüzde 1’lik desteği bütçe disiplini adına yüzde 0,2’lere çeken “muhasebeci mantığı”, Bakan Yumaklı’yı tarlaya eli kolu bağlı göndermektedir. Çiftçinin bankalara olan borcu 1 trilyon liraya dayanmışken, Ankara’da “Kaç etsin istersiniz?” sorusunun yanıtı maalesef “çiftçiyi değil, bütçe disiplinini kurtaracak kadar” oluyor. 

Gıda enflasyonunu ithalatla baskılamaya çalışan Ticaret Bakanlığı’nın hamleleri ise yerli üreticiyi korumaya çalışan tarım bürokrasisinin altını oymaktan başka bir işe yaramıyor. 

Sonuç ortada: Dünyada gıda fiyatları görece stabilize olurken, Türkiye gıda enflasyonunda dünya liginin zirvesinden inmiyor. Tüketici rafa bakıp “Neden bu kadar pahalı?” diye sorduğunda; ekonomi yönetimi marketleri, marketler üreticiyi işaret ediyor. Oysa asıl sorun çok daha derinde: Üretimin, bir “muhasebe kalemine” indirgenmiş olmasıdır.

2024’teki traktör eylemleri bir uyarıydı.

2025 ise küçük aile çiftçiliği için açık bir “tasfiye yılı” riski taşıyor.

Buradan Ankara’nın karar vericilerine açıkça seslenelim:

Matematikçinin “kesin” dediği gerçekleri görmezden gelebilirsiniz.

Ekonomistin “ortalama” tahminlerine sığınabilirsiniz.

Ama kapalı kapılar ardında belirlediğiniz “Kaç etsin istersiniz?” rakamları bu ülkenin karnını doyurmuyor. Çünkü;

Toprak muhasebe defteri değildir, hata kabul etmez.

Su bütçe kalemi değildir, bittiğinde ithalatla yerine konamaz.

Tohum bir şirketin mülkiyeti değil, bir halkın geleceğidir.

Son söz: Gıda enflasyonu bir milli güvenlik meselesidir ve tek bir bakanın omuzlarına yüklenecek kadar basit değildir.

Eğer Hazine bütçeyi vermez, Ticaret ithalat refleksinden vazgeçmezse, Tarım Bakanlığı’nın planları iyi niyet belgesi olmaktan öteye geçemez.

Çözüm; Ankara’nın kilitli kapıları ardındaki muhasebe oyunlarında değil, yerelin vizyonunda ve kooperatiflerin örgütlü gücündedir.

Unutmayalım: O masada muhasebeciye “Kaç etsin istersiniz?” diye soran aslında biziz. Ve biz; rakamların değil, ekmeğin büyümesini istiyoruz.

Kalın sağlıcakla…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...