Türkiye'nin sessiz tehdidi: Su!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Türkiye'nin sessiz tehdidi: Su!

Tamamen ikame edilemeyen bir kaynak olan su, yalnızca insanın değil; yeryüzündeki bütün canlıların yaşam kaynağıdır. Su; hayatın kendisidir. Güvenli içme ve kullanma suyuna erişim ise bir lütuf ya da ayrıcalık değil, özellikle çocuklarımız için ertelenemez bir temel ihtiyaçtır.

Ancak bugün geldiğimiz noktada, kentleşme, nüfus artışı, sanayileşme, tarımsal üretim baskısı ve küresel iklim değişikliği; temiz içme suyu kaynaklarımız üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Artan su talebi, mevcut kaynaklarımızı zorlamakta; bu riskin azaltılması ise ancak etkin su yönetimi ve verimli kullanım ile mümkündür.

Su yönetimi; yalnızca baraj yapmak ya da boru döşemek değildir. Bütün canlıların ve sektörlerin ihtiyaçlarını dikkate alan, suyun korunmasını, planlanmasını, izlenmesini, denetlenmesini ve sürdürülebilirliğini kapsayan çok boyutlu bir devlet politikasıdır. Suyun tek bir damlasının dahi israf edilmeden, çevreyle uyumlu biçimde kullanılması ise sürdürülebilir su yönetiminin temelidir.

Türkiye yarı kurak bir ülkedir. İklim değişikliğiyle birlikte yağışlar düzensizleşmekte, kurak dönemler uzamakta, yeraltı suyu rezervleri hızla tükenmektedir. Bu tablo; tarımı, enerji üretimini ve şehirlerimizin su güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. Daha da önemlisi, su kıtlığının iç siyasi ve ekonomik baskılara dönüşme riski her geçen gün artmaktadır.

Bir de işin hidropolitik boyutu var. Türkiye; Fırat-Dicle, Aras-Kura ve Meriç gibi sınır aşan nehirlerin kaynak ülkesidir. Bu nehirler üzerinden yürütülen baraj ve su projeleri, zaman zaman “su silahı” söylemleriyle uluslararası baskı unsuru hâline getirilebilmektedir. Su paylaşımının diplomatik krizlere dönüşmesi, bölgesel istikrarsızlıkta Türkiye’nin hedef hâline gelmesi ihtimali göz ardı edilmemelidir.

Öte yandan hızlı şehirleşme, göç ve artan nüfus; özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Konya gibi büyükşehirlerde su stresini derinleştirmektedir. Yerel ölçekte yaşanabilecek su krizleri, toplumsal huzursuzluklara dahi zemin hazırlayabilir.

Türkiye’de suyun yüzde 70’inden fazlası tarımda kullanılıyor. Bakanlık ve Devlet Su İşleri (DSİ) verilerine göre modern sulama sistemlerine geçiş bir mecburiyet. Ancak burada hayati bir boşluk var: “Sahayı anlamamak.”

Açık kanalları borulu sisteme çevirmek yetmiyor. Karık sulamadan damla sulamaya geçen bir çiftçi, eğer bu sistemi eski alışkanlıklarıyla kullanmaya devam ederse, beklenen o yüzde 90’lık randıman yüzde 60’larda kalıyor. Yani kâğıt üzerinde “modernleşiyoruz” ama fiiliyatta tarlada, bahçede, sahada suyu israf etmeye devam ediyoruz.

Burada asıl mesele, masa başında oturup; sulama birliklerine, belediyelere, ilçe tarımlara kurumlara, vs. “tasarruf yazıları” yazmak değil, sahaya inip çiftçiyle hasbihâl etmek, onun dilinden konuşabilmektir.

Tarım ve Orman Bakanı Sayın İbrahim Yumaklı, göreve geldiği günden bu yana “Su Verimliliği” ve “Su Verimliliği Seferberliği” konusunda ciddi bir mesai harcıyor. Ancak sistemdeki kronik bir hata, Sayın Bakan’ın enerjisini yanlış yerde tüketmesine neden oluyor.

Bir futbol takımı düşünün; 22 yılda 8 teknik direktör (Bakan) değişmiş. Ama asıl sorun sadece teknik direktörde mi? Takımın dizilişi, orta sahanın pas verememesi, beklerin adam kaçırması hiç mi etkili değil?

Tarım Bakanlığı bünyesinde yıllardır aynı isimler, “dönem arkadaşlığı” veya “referans tercihleri” ile 4-2-3-1 dizilişiyle sahaya çıkıyor. Oysa futbolun doğası gereği bazen 4-3-3, bazen 3-4-3 oynamak gerekir. Mevcut kadrolarla sürekli “gol yiyen bir kaleci” gibi su krizine karşı savunma yapmaya çalışıyoruz.

Bir başka durumsa; Tarım Bakanlığının uhdesinde bulunan çalışma konuları diğer bakanlıklar tarafından bir bir çalışılıyor ve uygulamaya geçirilmeye çalışılıyor. Öne çıkan ikisinden kısaca bahsetmek istiyorum.

İlki; Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, tarım sektöründe girişimcilik ve inovasyonu teşvik etmek amacıyla “Fikirden Hasada: Gençler İçin Tarımda Girişimcilik ve İnovasyon Programı”. İçinde gençlik var diye düşünürken ikincisi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü (KAGM) tarafından hayata geçirilen Anadoludakiler dijital platformu. Projenin içeriğini incelediğimde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’yla açıkçası ilişkilendiremedim. Ama çok başarılı bir içerikle yapmışlar.

Platformun Amacı: “Anadoludakiler olarak, topraklarımızın zenginliğini dijital platformda paylaşarak yerel üreticilerimizin desteklenmesini, geleneksel kültürümüzün yaşatılmasını ve yerel potansiyellerin keşfedilmesi” diye başlayan cümle 10 öncelikli temayla devam ediyor. Temalara baktığımızda: Yerel gıda sistemi, tarladan sofraya, döngüsel gıda, sosyal gastronomi, yeni nesil çiftçiler, kültür mirası, sosyal girişimcilik, yerel hikayeler, hikâyenin deneyimi, dijital pazarlar…

Projenin “Bereket, Birikim ve Beceri” temaları altında satın almak istenilen ürünleri zanaatkar, girişimci ve kooperatifler ile buluşturan bir yönü de var. Final kısmını sona bıraktım. Bu platform “Anadoludakiler projesi” Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayesinde yürütülen dünyanın dört bir yanından gelenleri Anadolu’nun zengin mirasıyla tanıştıran muhteşem bir proje olmuş.

Dolaysıyla, Tarım ve Orman Bakanlığı “Su Verimliliği Seferberliği” ismi altında veya farklı bir platformda zaman kaybetmeden Su’yu sahiplenmelidir. 

Son söz: Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, DSİ ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü dâhil birçok birim kuraklığa karşı ciddi çalışmalar yürütmektedir. Planlarımız vardır, projelerimiz vardır; ancak uygulamada ciddi bir tıkanıklık yaşanmaktadır. Sonuç olarak, alternatifi olmayan bu kaynağı hâlâ etkin şekilde yönetemiyoruz.

Su meselesi artık çevresel bir başlık değil, varoluşsal bir güvenlik meselesidir. Devlet ve millet el ele vermezsek, çok kısa bir zaman diliminde “su kıtlığı yaşayan ülke” gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalabiliriz.

Unutmayalım: Su varsa gıda var! Su varsa hayat var!

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...