ATATÜRK’E GÖRE LOZAN ANTLAŞMASI (4)

Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

BÖLÜM KAYNAĞI: M. K. Atatürk, Nutuk, 1919-1927, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Z. Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 506-518.

BİR DEĞERLENDİRME: MİSAK-I MİLLİ VE LOZAN

Ankara Hükümeti’nin Lozan barış görüşmelerinde, Misak-ı Milli’yi esas aldığını biliyoruz. Misak-ı Milli, Son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul ve ilan edildikten sonra (17 Şubat 1919), hem İstanbul Hükümeti hem de Ankara Hükümeti tarafından Türk milletinin yapabileceği barışın “asgari şartlarını” içeren bir “barış programı” olarak değerlendirilmiştir. Bu durum Mebusan Meclisi’nde Edirne Mebusu Şeref Bey tarafından okunan ve görüşülerek açıklanan metnin girişinde de kuvvetli bir şekilde vurgulanmıştır: “Osmanlı Meclis-i Mebusan üyeleri, devlet bağımsızlığının ve millet geleceğinin, haklı ve devamlı bir barışa nail olmak için ihtiyar edebileceği fedakârlığın azami haddini içine alan aşağıdaki esaslara tamamen riayetle temininin mümkün olduğunu ve belirtilen esaslar haricinde kalıcı bir Osmanlı saltanat ve cemiyetinin varlığının devamının mümkün olmadığını kabul ve tasdik eylemişlerdir.” Misak-ı Milli, bir hukuki ve siyasi belge olarak Ankara Hükümeti’nin Milli Mücadele döneminde askeri ve siyasi gelişmelerde esas aldığı bir metindir. Nihayetinde Lozan’daki görüşmeler de Misak-ı Milli’deki esaslar çerçevesinde yürütülecektir. Lozan’a giden Türk delegelere hükümet tarafından verilen 14 maddelik talimata bakıldığında bu çok açık olarak görülmektedir.

Tam metnini yukarıda verdiğimiz 14 maddenin birçok maddesinde bizzat Misak-ı Milli’nin ilgili maddesine atıf yapılmıştır. Genel olarak talimatın ruhu da Misak-ı Milli ruhudur. 28 Ocak 1920’de bir özel görüşmede kabul ve 121 milletvekili tarafından imzalanan; 17 Şubat 1920 tarihin de de Meclis Genel Kurulunda görüşülerek kabul ve ilan edilen Misak-ı Milli’nin, Mebusan Meclisi Zabıt Ceridelerinde yayımlanan metninin sadeleştirilmiş şekli şu şekildedir:

AHD-I MİLLÎ BEYANNAMESİ SURETİ

Birinci Madde: Osmanlı Devleti’nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskûn olup 30 Teşrinievvel 1918 (30 Ekim 1918) tarihli mütarekenin yapıldığı sırada muhasım orduların işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek lazım geleceğinden, belirtilen mütareke hattı dâhil ve haricinde dinen, ırken, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu ve ırki ve toplumsal hakları ile çevre şartlarına tamamıyla riayetkâr Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımlarının tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür. (Alkışlar.)

İkinci Madde: Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda genel oylarıyla ana vatana iltihak etmiş olan Elviye-i Selâse için icap ederse tekrar serbestçe genel oya müracaat edilmesini kabul ederiz.

Üçüncü Madde: Türkiye barışına bağlanan Batı Trakya hukuki vaziyetinin tespiti de, sakinlerinin tam bir hürriyetle beyan edecekleri oylara tabi olarak vaki olmalıdır. (Bravo sesleri.)

Dördüncü Madde: İslam hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümet merkezi olan İstanbul şehriyle Marmara Denizi’nin emniyeti her türlü tehlikeden korunmuş olmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaret ve ulaşımına açılması hakkında, bizimle diğer bütün alakadar devletlerin birlikte verecekleri karar geçerlidir. (Alkışlar.)

Beşinci Madde: İtilaf devletleri ile muhasımları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan sözleşme esasları dairesinde azınlıkların hakları -civar memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan istifade etmeleri isteğiyle- tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.

Altıncı Madde: Milli ve iktisadi gelişmelerimiz imkân dairesine girmek ve daha çağdaş bir düzenli idare şeklinde işleri yürütmeye muvaffak olabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişme vasıtalarımızın temininde tam bağımsızlık ve serbestiye mazhar olmamız, hayat ve bekamızın esas temelidir. (Şiddetli alkışlar.)

Bu sebeple siyasi, adli, mali ve diğer gelişmelerimizi engelleyici kayıtlara muhalifiz. (Devamlı ve sürekli alkışlar.)

Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.

28 Kânunusani 1336 (28 Ocak 1920)”

Misak-ı Milli’nin altı maddelik metni dikkatlice incelendiği zaman, 1. Madde’nin güney sınırlarımız (Suriye ve Irak), 2. Madde’nin “Elviye-i Selase” yani “Batum, Kars ve Ardahan”, 3. Madde’nin Batı Trakya, 4. Madde’nin İstanbul ve Marmara civarı ile Karadeniz ve Akdeniz Boğazları, 5. Madde’nin “Müslüman ve gayrimüslim azınlık hakları”, 6. Madde’nin “tam bağımsızlık” vurgusu yapılarak, “her türlü kapitülasyonlara karşı olunduğu konusu ve borçlar” hakkında olduğu görülmektedir.

Lozan’daki görüşmelerin tutanakları ve İsmet Paşa-Meclis Başkanı (Mustafa Kemal Paşa), İsmet Paşa-Hükümet (Başbakan Hüseyin Rauf Bey) yazışmaları incelendiği zaman Misak-ı Milli ile hedeflenen bu konuların istediğimiz şekilde çözülmesine çabalandığını açıkça görmekteyiz. Önceliğin, kurulmaya çalışılan yeni Türkiye Devleti’nin düşünülen temel esaslarına halel getirmeyecek çözümlerde olduğunu da görmek lazımdır.

Sekiz ay gibi uzun bir süreçte kendilerini başta İngiltere olmak üzere I. Dünya Savaşı’nın galipleri olarak gören ve bu yönde davranışlar sergileyen İtilaf Devletleri karşısında verilen ciddi bir mücadele sonucu Misak-ı Milli’nin hedefleri büyük oranda gerçekleştirilmiştir.

LOZAN’DA ÇÖZÜLEMEYEN MESELELER

Misak-ı Milli bakımından Lozan’da çözülemeyen üç temel mesele vardır ve bunlar, Musul, Boğazlar ve Hatay meseleleridir. Bu bağlamda yapılacak değerlendirmelerde 1923 yılı şartlarının göz önünde bulundurulması gerektiğini de belirtmek gerekir.

İlerleyen yıllarda Türk dış politikasının temel meseleleri olarak kabul edilen bu meselelerden Musul meselesi dışında, Boğazlar ve Hatay meseleleri takip edilen siyaset sonucunda Türkiye’nin lehine çözülmüştür.

Burada belirtmemiz gereken bir önemli husus da şudur: Başta Atatürk olmak üzere genç Cumhuriyeti yönetenler, Lozan’da gerçekleştiremedikleri Misak-ı Milli hedeflerinden vazgeçmiş değillerdir. Boğazlar ile Hatay meselelerindeki tavırları ve ulaştıkları sonuç bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dönemin siyasi, askeri ve ekonomik nedenlerinden dolayı Lozan’da lehimize halledilemeyen bu meseleler, sonradan halledilmek üzere bırakılmıştır.

Atatürk ve arkadaşlarının konuyla ilgili hassasiyetlerini anlamak için Lozan’da çözülen meselelere bakmak gerekmektedir. Ülkenin ve devletin “iç bünyesi” bakımından daha önemli görülen meseleler öncelikli olarak halledilmiş, diğerleri sonradan çözülmek üzere barış antlaşması sonrasına bırakılmıştır. Boğazlar konusu egemenliğimizi tesis edecek şekilde çözülmüş ve Hatay ana vatana katılmıştır. Zaman içinde çözemediğimiz Musul meselesi bugünkü ve yarınki Türk çocuklarına bırakılmış önemli bir Misak-ı Milli hedefi olarak ortada durmaktadır.

LOZAN’DA ÇÖZÜLEN MESELELER

Lozan Barış Antlaşması’nın bir “taviz” veya “hezimet” olduğu şeklindeki değerlendirmelerle ilgili olarak belirtilmesi gereken şudur: Sevr Antlaşması’nda neler öngörülmüştü, Lozan’da bunlara ne oldu? Neler lehimize çözüldü?

Tarih ve diplomasi bilimlerinin yöntemi de bunu gerektirmektedir. Nitekim Atatürk’ün Nutuk’ta yaptığı da budur. Yukarıda tam metnini verdiğimiz üzere Atatürk Lozan’ı, Sevr başta olmak üzere 1919- 1922 sürecinde İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti ve İtilaf Devletleri ile Ankara Hükümeti arasındaki barış görüşmelerinde bize önerilen barış projeleri ile mukayese etmiştir, karşılaştırmıştır. Doğrusu da budur.

Sevr Antlaşması’nın giriş kısmında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilen devletlerle yapılan antlaşmaların başına konmuş olan “Cemiyet-i Akvam Sözleşmesi”nin bulunması, bu antlaşmanın aslında bir teslimiyet belgesi olduğunun açık göstergesidir.

Bunun dışında, aşağıdaki bölümde anlatılacağı üzere Sevr Antlaşması’nda Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması, bunun güneyinde, Suriye ve Irak’ın Kuzeyinde istenildiği takdirde bağımsız olabilecek “özerk bir Kürdistan” kurulması, Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesi, Anadolu’nun İtilaf Devletleri’nin nüfuz bölgelerine ayrılması, askeri gücün sınırlandırılması, kapitülasyonların devamı, ülke maliyesinin İtilaf Devletleri’nin temsilcilerinden oluşan bir komisyonun denetimine verilmesi, Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesinin yürürlükte kalarak, güvenlikleri gereği İtilaf Devletleri’nin istedikleri yerleri işgal etmeleri hakkında maddelerin bulunması, Lozan Antlaşması’na “taviz” veya “hezimet” denilemeyeceğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Misak-ı Milli hedefleri bakımından ele alındığında ise Lozan’da pek çok konunun istediğimiz şekilde çözülen meselelerden olduğu görülecektir. Lozan Barış Antlaşması yeni Türk devletinin siyasi ve ekonomik bağımsızlığının bir belgesi olarak bugün de geçerliliğini koruyan ve Türk dış politikasının temelini teşkil eden bir antlaşmadır.

Lozan, Birinci Dünya Savaşı’nın kazanan devletleri tarafından Osmanlı Devleti’ne dayatılan Sevr Antlaşması’na itiraz edilerek başlatılan Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması sonucu imzalanan bir antlaşmadır. Lozan, Türk milleti bakımından Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren bir antlaşma olarak değerlendirildiğinde de savaşın sonucunda yenilen diğer devletlerle müzakere dâhi edilmeden imzalatılan antlaşmalarla mukayese dâhi edilemeyecek bir antlaşmadır. Lozan, Batılı devletlerle eşit şartlarda masaya oturularak imzalanmış bir antlaşmadır ve Türk devletinin bağımsızlığının bir beratı olarak tarihteki yerini almıştır.

NOT: Bu bölümün kaynakları için şu iki eserimize bakınız: Ali Güler, Bin Yıllık Hesaplaşma Lozan, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017. Ali Güler, Türk’ün Unutulan Yemini: Misak-ı Milli, Halk Kitabevi, İstanbul, 2015.

BİTTİ