Mehmet Akif aralıksız 20 yıl, 1893 yılından 1913 yılına kadar baytar, veteriner hekim olarak görev yapmıştır. Akif’in düşüncesinin bir ucunda bilim ve teknik, diğeri ucunda memleket gerçekleri vardı. Bu iki noktayı birleştiren kuvvet ise Akif’in mesleği idi. Mehmet Akif acı yurt gerçekleri ile mesleğini icra ederken karşılaştı. Memleketin en ücra köşelerini, sosyal yaraların en onulmazlarını, fakirliği bu vesile ile tanıdı.

Acı yurt gerçeklerini veterinerlikle tanıdı

Mehmet Akif, 22 Aralık 1893’te o zaman Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi adını taşıyan Veterinerlik Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. 26 Aralık 1893’te sınıfın ikincisi olan arkadaşı Simon’la birlikte, “Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti” fen heyetinin baytarlık işlerine bakan beşinci şubesine “Baytar Müfettiş Muavini” olarak tayin edildi. Fransa’dan davet edilmiş olan “Zabıta-i Sıhhiye-i Hayvaniye Müfettişi”yle beraber bulunacaklardı.

Görev yeri İstanbul merkez olmakla birlikte 1898 yılına kadar olan dört sene süresince Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görevli olarak dolaşmış, muhtelif merkezlerde kısa veya uzun müddet kalmıştır. Mesela 1896’da orduya at almak için iki askeri baytarla Adana ve Şam’a gitmiştir. Buradan arkadaşı Arifi Bey’e gönderdiği 27 Mayıs 1896 (1312) tarihli yüz mısralık manzum mektupta imzasının üzerine “Adana’da hayvan mubayaasına memur” diye not koymuştur.

Bu dolaşmaları sırasında Edirne’de “baytar müfettişi” ve Adana’da “vilayet baytarı” olarak bulunmuştur. Buraları merkez olmak üzere civar vilayetleri de dolaştığı anlaşılmaktadır.

Rumeli Vilayeti’nde vazife gördüğü sırada, babasının memleketi olan Arnavutluk’a da giderek, amcasını ve yakınlarını ziyaret etmiş; bir yeğenini de daha sonra aldırtarak İstanbul’a medreseye yerleştirmiştir. Daha önce, Halkalı’da öğrenci olduğu yıllarda da bir yaz, tek başına baba ocağını ziyarete giderek akrabalarını şaşırtmıştı.

Bazı mektuplarına göre 1896’dan önce Edirne’de bulunduğu, burada bir ev tutarak annesini de yanına aldırttığı ve 1896 başlarında İstanbul’a döndükleri bilinmektedir. 1896 Mayıs ayında hayvan alımı ile vazifeli olarak Adana ve Şam’a gitmiştir.

Akif 11 Mayıs 1913’te yirmi yıllık memuriyetinden istifa ederek ayrıldı. Bu sırada Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde (önce Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti) Umur-u Baytariye Müdür Yardımcısı görevinde idi. İstifasının nedeni ve gelişmeleri aşağıda ele alacağız.

VETERİNER HEKİM OLARAK AKİF

Mehmet Akif’in pek çok vasfı araştırmalara konu olduğu halde, onun baytarlığı veya veteriner hekimliği üzerinde nedense pek durulmamıştır. Halbuki, Mehmet Akif aralıksız 20 yıl, 1893 yılından 1913 yılına kadar baytar, veteriner hekim olarak görev yapmıştır. Mesleğini çok sever ve çok bağlıdır. Akif, Umur-u Baytariyye Müdür Yardımcısı iken müdürünün haksız yere görevden alınmasına kızarak, bu vazifesinden istifa etmiştir. İstifa dilekçesi şu şekildedir:

“Ticaret ve Ziraat Nezareti Celilesi’ne

Devletli Efendim Hazretleri, Umur-ı Baytariyye Müdürü Abdullah Efendi’nin yerden göğe kadar haklı olduğu bakteriyolojihane meselesinden dolayı azli üzerine acizlerinin memuriyetten sureti katiyetle istifa ediyorum.

Mehmet Akif.”

İstifa yoluyla görevinden ayrıldığı zaman Veteriner Genel Müdür Yardımcısı idi. İstifa sebebi ise tamamen mesleki bir endişeden kaynaklanıyordu. İstifaya yol açan olay şu şekilde yaşanmıştı: 1913 yılıydı. Veteriner Genel Müdürü olan ve Akif’in ilmine, şahsiyetine çok değer verdiği Abdullah Bey ile Orman, Maadin ve Ziraat Nazırı’nın arası açılmıştı. Buna sebep, Abdullah Bey’in Bakteriyoloji Laboratuvarı’nın Pendik’e, Nazır (Bakan)’ın ise bir başka yere kurulmasını istemesiydi. Akif, Abdullah Bey’in dürüstlüğüne ve bilgisine inanıyor, Nazır’ın tutumunun ise politik ve bazı hesaplara dayandığını görüyordu. Abdullah Bey Nazır’a direnince görevinden azledildi. Mehmet Akif bu adaletsiz durum karşısında 20 yıllık meslek hayatını bir anda gözden çıkararak istifasını Nazır’ın önüne bırakıyordu.

Akif’in 1913’te mesleki açıdan gösterdiği bu tepki aynı zamanda kişiliği ile de yakından ilişkilidir. Doğru bildiğini söylemek ve yapmaktan kaçınmayan Akif, adalet duygusunu da daima en üstte tutmuştur. Mesleki hayatında esasında yukarıda anlattığımız haksızlık karşısında tepki göstererek “istifa” etmesi ilk olay değildi. M. Emin Erişirgil’in önemli eserinden öğrendiğimize göre, O’nun Akif’in yanında “müsevvit” (resmi dairelerde yazılacak şeyleri kaleme alan kişi) olarak işe başlamasından sonra gelişen bir hadisede Akif yine aynı tepkiyi göstermiş, istifa etmiş ve Nazır tarafından haksızlık giderildikten sonra görevine yeniden dönmüştür. M. Emin Erişirgil 1911’de meydana gelen olayı aynı dairedeki Kâtip Şevket Bey’in ağzından şu şekilde anlatmaktadır:

“Müsabaka imtihanında resmi kitabet sualini Akif Bey tertip etti, hoş başkası yapamazdı ya… Kâğıtlara da Akif Bey bakmıştı da size 10 numara vermişti. Bilmem hangi adam, Nazır Mavrokordato Efendi’ye ihbarda bulunmuş: Böyle bir tezkereyi bu çocuk yazamaz, olsa olsa Akif Bey yazmış, ona vermiş olabilir diye. Bunun açık delili olarak da sizin sabahları Mülkiyeye gitmenize müsaade etmesini göstermiş. Bu ihbardan hiddetlenen Nazır Efendi, Müsteşar Beyefendiyi çağırmış, hemen vazifenize (M. E. Erişirgil’in) nihayet verilmesini emretmiş. Akif Bey’in nezlesi geçip daireye gelince sizi sordu. Ben Müdür Muavinimizi çok severim. Olup biteni ondan gizleyemezdim. Ya, doğrusunu söyledim. Hademeyi çağırdı, pul aldırttı, bir kâğıt üzerine bir şeyler yazdı. Ben o zaman farkına varmamıştım, varsaydım, belki hiddetini teskin ederdim. Ederdim diyorum ya, belki de etmezdim. Ne ise yazdığı kâğıdı bana uzattı. Bu kâğıdı ‘Nazır denilen adama gönder’ dedi. Fesini giydi; hızlı hızlı oda kapısından çıktı. Arkasından koştum, onu Nezaretten çıkar çıkmaz yakalamıştım. Yalvardım, yakardım. Sağ olsun, Akif Bey iyidir, hoştur ama inatçıdır, ‘sen dediğimi yap’ diyerek yoluna devam etti. Ben de istifanameyi Müsteşar Beyefendiye götürdüm, fakat Daire’de kimseye söyleyemiyordum. Söyleyemiyordum, ama ne yalan söyleyeyim, sonu nereye varacak diye merak ediyordum da. İyi ki kimseye bir şey söylememiştim, hoş ben tecrübeli, bir adamım, söylenecek şeyle, söylenmeyecek şeyi birbirinden ayırt etmeyi bilirim. Nazır Efendi istifayı okuyunca telaşa düşmüş olacak ki, bizim Müdür Beyi çağırmış: Akif Bey’in evine gitsin de istifasını geri aldırsın, diye. Bizim Müdürü, çok cimri olduğu için Akif Bey beğenmez, ama hürmet eder. Baytar Mektebinde kendisine cerrahi hocalığı ettiği için. Müdür Bey, ne yapmış, yapmış istifasını geri aldırmış. Dün daireye geri geldi, ikide bir, çocuk geldi mi diye sizi sorup duruyordu…”

Evet, genç Müsevvit M. Emin (Erişirgil) işine dönmüştü. Burada bahsedilen, Akif’i istifadan döndüren Müdür de işte Laboratuvarın yeri konusundaki tartışmada Akif’in destek çıktığı okuldan hocası olan Abdullah Bey’di.

Akif’teki bu mesleki endişe, elbette bir anlık kızgınlığın eseri değildi. Mehmet Akif, 1899’da eğitime başlayan ilk sivil veteriner okulunun bir numaralı mezunuydu. Okul birincisiydi ve ilk “sivil veteriner hekim” unvanını taşıyordu.

Veteriner hekimlik dünyasına atılan bu ilk ve parlak adım, Akif’in mesleki hayatında hep kendini hissettirdi. 1908’de kurulan ilk veterinerler derneği “Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi” nin kurucusu Akif’ti. Yine ilk veterinerlik dergilerinden biri olan “Mecmua-yı Fünun-u Baytariye”nin yayın kurulu üyeleri arasında bulunuyordu.

İkinci Meşrutiyet’in ilânı üzerine Selânik’de sürgünde bulunan sivil veterinerliğin kurucusu ve Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi Müdürü Miralay Mehmed Ali Bey İstanbul’a geldi. 13 Ağustos 1908’de Baytar Mektebi’nde yapılan toplantıda Mehmed Ali Bey’in teklifi üzerine “Osmanlı Cemiyet- i İlmiye-i Baytariyesi” adıyla bir cemiyet kurulmasına ve “Mecmua-yı Fünûn-ı Baytariye” adı altında bir dergi çıkartılmasına karar verildi. Cemiyetin Yönetim Kurulu Mehmed Ali Bey (Reis), Mehmed Akif (Ersoy) Bey (Muavin), Nikolaki Bey (Veznedar), Ali Rıza (Uğur) Bey (Umûmî Kâtip) ve Fazlı Faik (Yeğül) Bey’den (Husûsî Kâtip) oluşuyordu.

Cemiyetin adı 1910’da askerî baytarların da katılmasıyla “Baytar Mekteb-i Âlisi Mezunîn (Mezunları) Cemiyeti” olarak değiştirildi ve cemiyetin faaliyeti 7 Haziran 1914’de sonlandırıldı. Kuruluşunda Mehmet Akif’in de önderlik ettiği bu mesleki derneğin bir de yayın organı vardı: “Risale-i Fenn-i Baytari”. Bu dergi Akif, Cafer Fahri ve Civani Bey tarafından idare edilmiştir.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, görev aldığı cemiyetler ve onların yayın organları tamamen mesleki ve ilmi bir yapıya sahiptir. Akif’e bu görevlerin verilmesi O’nun Veteriner olarak mesleki ve ilmi kişiliğine duyulan güvenin bir örneğidir.

Mehmet Akif’i veteriner hekimlik mesleğinin meseleleri ile bu derece ilgili kılan neydi? Şüphesiz bu sorunun en iyi ve en kısa cevabı, Onun bu mesleğe, mesleğine olan sevgisi ve inancıdır.

Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabaları kapsamında II. Abdülhamit döneminde bir biri ardına açılan batılı-modern tarzdaki okullar kapsamında gelişen bir eğitim alanı da veteriner hekimlik idi. Pasteur’ün 1885 yılında kuduz aşısını bulmasından sonra ülkemizden üç kişilik bir heyet Pasteur Enstitüsü’ne gönderilmişti. İlişkiler başlatılmış ve 1887 yılında dünyanın 3. Kuduz Müessesesi ülkemizde kurulmuştu. 1893 yılında açılan ilk veteriner okulu işte bu ortamda öğrencilerini eğitmiştir. Veteriner hekim adayı Akif, Pasteur’ün araştırmalarını sıcağı sıcağına bu okulda öğreniyor, gizliden gizliye ona büyük bir sevgi besliyordu. Nitekim arkadaşı Mithat Cemal’in aktardığına göre, okul yıllarından sonra Akif’in kütüphanesinde Pasteur’ün resmi hiç eksik olmamıştı. Hele Pasteur’ün de kendisi gibi ilahi düzene inanan birisi olması, Akif’teki Pasteur sevgisini artırıyordu. Mithat Cemal anlatıyor:

“Akif, Pasteur’ün adını heyecanla söylüyor, heyecanla dinliyordu. (Sonradan anlıyorum) bu heyecan Akif’te meftunluk tavrı almıştı. Kütüphanesinden Pasteur’ün resimlerini çıkarır, dudağında ince tebessümle bu resimlere dalardı.”

Akif’in düşüncesinin bir ucunda bilim ve teknik, diğeri ucunda memleket gerçekleri vardı. Bu iki noktayı birleştiren kuvvet ise Akif’in mesleği, yani veteriner hekimlik idi. Mehmet Akif acı yurt gerçekleri ile mesleğini icra ederken karşılaştı. Memleketin en ücra köşelerini, sosyal yaraların en onulmazlarını, fakirliği bu vesile ile tanıdı. Gördüğü köy ve köylü manzarasını 1919’da başlayıp 1924’te bitirdiği Safahat’ın 6. Kitabı “Asım”da şöyle anlattı:

“Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlaki bitik;

Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.

Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri;

Nerde evvelki refahın ancak onda biri?

Dam çökük, arsa rehin, bahçeyi icra ister;

Bir kalem borca bedel faizi defter defter!

Hiç bakim görmediğinden mi nedendir, toprak,

Verilen tohumu da inkâr edecek, öyle çorak,

Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur:

Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur.

Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine;

Sabah iskambil atar kahvede, aksam domine.

Muhtasar, gayr-i müfit ilmi kadardır dini;

Ne evamir, ne nevahi, seçemez hiçbirini.

Namazın semtine bayramlarda uğrar sade;

Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade.

Hani, uç beş kişiden fazla musalli arama;

Mescide ambarlık eder, başka ne yapsın, imama!

Okumak bahsini geç, Çünkü o defter kapalı,

Bir redif zabiti mektepleri debboy yapalı,

Sıtma, fuhuş, içki, kumar, türlü feciyi’ salgın...

Sonra söylenmeyecek sekli de var hastalığın.

Bir taraftan bulanır levse hesapsız namus;

Bir taraftan serilir toprağa milyonla nüfus.

Hadi aldırmayalım yükseledursun vefeyât ,

Nerde noksânı telâfî edecek tâze hayât?

Evlenip âile teşkîli bugün zor geliyor;

Görüyorsun ya, nikâhlar ne kadar seyreliyor!”

Akif’in halkın yaralarını sarmak için hemen harekete geçmek gereğine inanır ve bu yolda mesleğine de büyük güven duyardı. Safahat’ın 6. Kitabı Asım’da Köse İmam’la konuşmasında biraz da şairliğine eleştiri getirerek, “keşke baytarlık edeydim” diye hayıflanacaktır: “

– Kimi bid’âtçi diyor... Duyduğum en çok bunlar.

– Daha var mıydı, İmam?

– Var ya, unuttum: Baytar.

– Keşke baytarlık edeydim...

– Yine et mümkünse.

– Yapamam.

– Belki yapardın be...

– Unuttum be Köse.

– Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lâzımmış.

Beni dinler misin evlâd? Yine kâbilse çalış: Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar, Bize insan hekiminden daha lâzım baytar.”

Mehmet Akif’in mesleğine olan sevgisi ve bağlılığı ömrünün sonuna kadar sürecekti. Ölümünden bir yıl önce Mısır’dan Pendik Bakteriyoloji Laboratuvarı Müdürü Ahmet Şefik Kolaylı (1886-1976)’ya yazdığı mektuplarda, müessese hakkında bilgi ve fotoğraflar istiyor, genç veterinerin mesleğe atılırken, bu laboratuvarlarda mutlaka eğitime tabi tutulmasını istiyordu.

Mehmet Akif’in 63 yıllık ömründe özellikle gençlik ve olgunluk yılları köy, köylünün sorunları, tarım, hayvancılık gibi konuların ön planda olduğu yurt kalkınması sorunları ile dopdolu geçti. O tarımda, sadece maddi değil, manevi gelişmelerin de önemine işaret etmiştir. Mehmet Akif’i anlatan eserinde Emin Erişirgil, şu değerlendirmeyi yapar: “Doğrusu Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi’nin memlekete hiçbir yararlılığı olmasaydı da sadece Mehmet Akif oradan çıkmış bulunsaydı, yine bu müessesenin iftihara hakkı olurdu. Onun bıraktığı izler üzerinde yürüyebilenlere ne mutlu.”

KAYNAKLAR

BAYDAR, M. Çetin, “Tarımda İz Bırakanlar: Mehmet Akif”, TOK Dergisi, Sayı: 29 (Temmuz 1988), s. 42-45.

ÇANTAY, H. Basri Âkifnâme, Mehmet Âkif, Erguvan Yayınevi, İstanbul, 2008.

DİNÇER, F., “Mehmet Akif Ersoy’un Veteriner Hekim Olarak Mesleki ve İlmi Kişiliği”, Veteriner Hekim Gözüyle Veteriner Hekim Mehmet Akif Ersoy Dosyası, Hazırlayan: F. Dinçer, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Yayını, Ankara, 2011, s. 116-145.

DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, Mehmet Akif Ersoy, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013.

ERİŞİRGİL, M. E., İslamcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif, Yayına Hazırlayanlar: A. Kazancıgil, C. Alpar, Nobel Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2006.

ERSOY, M. Akif, Safahat, Neşre Hazırlayan: E. Düzdağ, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 9. Baskı, Ankara, Şubat 2013.

GÜLER, Ali, Bayraklaşan Akif, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016.

ŞEHSUVAROĞLU, L., Mehmet Âkif: Milli Şairin Baytar ve Muallim Olarak Portresi, Ankara, 2013.

Veteriner Hekim Gözüyle Veteriner Hekim Mehmet Akif Ersoy Dosyası, Hazırlayan: F. Dinçer, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Yayını, Ankara, 2011.

 

YARIN: ÖĞRETMEN VE EĞİTİCİ OLARAK ERSOY...