MEHMET AKİF ERSOY’UN EVLİLİĞİ VE AİLESİ-4

EŞİ İSMET ERSOY HANIM (H. 1294/1878-20 NİSAN 1944)

Emin Akif, 1934’te askerliği yapmak için Mısır’dan Türkiye’ye döndü. Askerliğini Kırklareli’nde er olarak yapmaktaydı. Koğuştaki arkadaşlarına Kur’an okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harb’e verilen ve tutuklanan Emin Akif, firar etti. Olayı duyan Mehmet Akif, çok üzüldü ve oğluna kızdı. Emin Akif, daha sonra yakalandı, cezasını çekti ve terhis oldu.

PERŞEMBE (1927). “Emin düşe kalka gidiyor. Avamın konuştuğu dili çoktan öğrendi. Lisan-ı fasihi öğrenmesine, bilmem, ömr-i tabiî kâfi gelecek mi?” (Mahir İz’e, 17 Muharrem 1347, 5 Temmuz 1344, Perşembe (1928). “Emin ile Tahir ellerinizi öpüyorlar. Emin, Fahir’e birçok selâmlar gönderiyor. Geçen kış, onlarla birlikte bir resim aldırmıştık. Altına şu kıtayı yazdım: Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap! Ona siz çekmeyiniz, sonra ateştir yolunuz. Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti; Pek de incelmeyiniz, sâde biraz yontulunuz. (Mahir İze, 15 Recep 1348 (17 Aralık 1929). “İnşallah ben de size Emin ile kardeşi Tahir’in resimlerini aldırır, yollarım. Tahir, biz Hâil’de iken dünyaya gelmişti. Şimdi on dört, on beş yaşlarında! Zaman ne sürade ilerliyor değil mi? Uç kızımın üçü de müteehhil. İkisi İstanbul’da, birisi Milas’ta. Şimdilik iyiler. Biri erkek, mütebakisi kız olmak üzere beş torunum var. Biz Mısır’da iki çocuk, bir de anneleri olmak üzere dört kişiyiz. Hamdolsun geçinip gidiyoruz. Emin Arapçayı bir fellâh gibi söylüyor. Tahir de fena değil. Mekteplerine gidiyorlar. Şimdilik hâllerinden memnunum. Mısır’da ikamet tabiî daha iyi olur. Ancak memleket çok pahalıdır. Üç yüz elli lira ile o kadar ferah geçinmek kabil olamaz. Evet, bundan daha az bir para ile de yaşamak mümkündür.” (Kuşçubaşı Eşref Sencer’e, 18 Ağustos 1346 (1930) Pazartesi).18

“Emin idmancı oldu. Kuvvetinin zararı yok, vücudu biçimli, güzel yüzüyor, iyi bisiklete biniyor, adaması, güreşmesi yolunda. Küçüğünün19 spora çokluk hevesi yok. İnşallah ilk fırsatta aldıracağımız resmi takdim ederiz. Hayli zamandır görmediğiniz kardeşinizi epeyce ihtiyarlamış bulacaksınız. Mamafih sıhhatim yolunda. İhtiyarlık, vücut sağlam olduktan sonra büyük bir keder değil...” (Kuşçubaşı Eşref Sencer’e, 3 Cemaziyelevvel 1349 (25 Eylül 1930). “Bizim namussuzun yeni rezaletini işitmemiştim, Allah canını alsın! Bari müddet-i mahkûmiyeti kısa olmasaydı da mahbesten cenazesi çıksaydı! Kuzum, bana bunu, yani kaç ay yahut kaç seneye mahkûm olduğunu bildir. Bir de Rızaya söyle: Tahfif-i cezası (cezasını hafifletmek) için çare aramaya katiyyen tevessül etmesin. Hınzır mahbesten çıkar çıkmaz daha ağır bir cinayete (suç işlemeye) kalkışır.” (Eşref Edib’e, 7 Mayıs 1936).

Görüldüğü üzere 3 Mart 1925 - 7 Mayıs 1936 tarihleri arasında kaleme alınmış bulunan bu mektuplar, kronolojik olarak Emin Akif’le ilgili birçok gelişmeyi yansıtmaktadır. İlk zamanlar yanında bulunmayan oğluyla ilgili aldığı haberler onu telâşlandırmış, üzmüş ve bu hususta sert ve otoriter mizacıyla tanınmış bulunan dostu Fuad Şemsî’den yardım istemiştir. Emin’i yanında Mısır’a götürdükten sonra eğitimi ve terbiyesiyle bizzat ilgilendiğini de bu mektuplardan anlıyoruz. Gelişmeleri yine kendisi takip etmiş ve duyduğu memnuniyeti de dostlarıyla paylaşmıştır. Sadece bu mektuplar bile Mehmet Akif’in ailesiyle yakından ilgilenen ve onlarla ilgili her babanın duyacağı endişe ve memnuniyetleri duyan bir şahsiyet olduğunu gösterebilir.

Mehmet Akif Ersoy ve oğlu Emin 

AKİF’İN VEFATINDAN SONRA EMİN

Kaynakların bu hususta verdiği bilgilere göre Emin Akif, 1934’te askerliğini yapmak üzere Mısır’dan Türkiye’ye döndü. Askerliğini Kırklareli’nde er olarak yapmaktaydı. Fakat bu dönemde koğuştaki arkadaşlarına Kur’an okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harb’e verildi. Bu bilginin kaynağı Ali İlmî Fanî’nin RızaTevfik’e gönderdiği bir mektuptur. 14 Ekim 1935 tarihli söz konusu mektup Emin Akif’in Bereketzâde Cemil Bey’e gönderdiği bir diğer mektuptan iktibaslar ihtiva etmektedir. “Kırıkhan’da mevkuf şair Mehmed Akif Bey’in mahdumu Emin” imzalı mektuptan iktibasta şu ifadeler yer almaktadır: “Kırklareli’nde vazife-i askeriyemi ifa ediyordum. Arapça bildiğim için ara sıra arkadaşlarıma Kuran okur, âyetleri tefsir ederdim. Bu hareketim irtica mahiyetinde görüldü. Divan-ı Harb’e tevdi olundum ve tevkif edildim. Tevkifhaneden şimdi benimle beraber bulunan çavuşumun delâlet ve himmetiyle firar ettik. İstanbul’a geldik, oradan bir vapura atladık. Mersin’e çıktık. Mersin’den yaya olarak Antakya’ya gelirken yoldaki karakol hanedeki jandarmalar hâlimizden şüphelendi, pasaportlarımız olmadığından her ikimizi de Kırıkhan kazasına gönderdiler. Şimdi bizi Türkiye’ye iade edecekler. İmdadımıza yetişiniz.”

Bu hadise vuku bulduğunda Mehmet Akif sağdır ve Mısır’dadır. Hadiseyi duyduktan sonraki tavrı hakkında Eşref Edib’e yazdığı 7 Mayıs 1936 tarihli mektubunda yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla bu hadise Âkif’i çok üzmüş ve kızdırmıştır. Özetlemek gerekirse Akif mektubunda, oğlunun mahkûmiyet müddetinin kendisine bildirilmesini istemekte, “tahfif-i ceza” için herhangi bir çare aramaya hiçbir şekilde tevessül edilmemesini tembih etmektedir. Akif, bu bilgiyi yakınları vasıtasıyla öğrenmiş olmalıdır. Fakat bu konudaki tavrı hakkında başka bir bilgiye sahip değiliz. Emin’in tutuklandıktan sonra cezasını çektiği ve askerliğini bitirip terhis olduğu anlaşılmaktadır. Akif’in bu hususta oğluna karşı gösterdiği hiddetin sebebi elbette tutuklanmasına yol açan şey (Kur’an okuyup tercüme etmek) olamaz. Serinkanlı düşündüğümüzde onu kızdıran noktanın Emin’in hapisten kaçması olduğunu söyleyebiliriz.

Terhisi sonrasıyla ilgili bilgiler ise Reşad Ekrem Koçunun İstanbul Ansiklopedisi’ndedir. Bu Ansiklopediye Burhaneddin Olker’in yazdığı maddeye göre Emin terhis olduktan sonra kendini içkiye verdi ve yakınlarıyla irtibatsız bir biçimde perişan bir hayat sürdü. Sabahçı kahvehanelerinde ve hamamlarda barındı. Yalın ayak dolaşarak şarap, ispirto ve esrar parası için hamallık yaptı. 1939’da İstanbul zabıtası tarafından bir esrarkeş olarak yakalandı ve akıl hastanesine sevk edildi. Bir müddet cezaevinde kaldı. Bu arada kendisine ulaşan bir baba dostu tarafından Bursa’da Atatürk Çiftliği harasına kâhya olarak yerleştirildi. Evlendi ve mazbut bir hayat sürmeye başladı. Fakat bir müddet sonra (1963-1964) işinden çıkartıldı. İstanbul’a döner dönmez tekrar esrara başladı. 1966 başlarında eşi vefat edince yine kimsesiz kaldı. Bu kez âdeta intihar kastıyla kendisini içkiye ve esrara verdi.

1966 sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldı. Hastaneden çıktığında (Kasım 1966) geceleri Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoseri içinde yatmaya başladı ve 24 Ocak 1967’de bu karoserin içinde ölü bulundu. Görüldüğü üzere Eminin ‘bir çöp bidonu içinde ölü bulunduğu’ şeklinde Çetin Altan tarafından yayılan bilgi yanlıştır. İstanbul Ansiklopedisi’ndeki nitelemeyle Emin Âkif; “(...) hayatı kendi itirafları ve bütün teferruatı ile zabt edilerek yazılabilmiş olsaydı, dünya edebiyatında yeri olan İtalyan yazarı Tullio Murri’nin Kürek Cehennemi isimli eserinin ayarında dehşet verici bir romanın kahramanı olabilecek kara bahtlı bir adam”dır. Hayatıyla ilgili ayrıntıların büyük çoğunluğu yazıya dökülmemiştir.

EMİN İLE İLGİLİ BİR RİVAYET

Emin Akif’in işsiz kaldığı günlerde çeşitli tanıdıklarına; baba dostlarına başvurmuş olması tabiî karşılanacak bir hadisedir. Kaynaklar bu hususta bize üç isim vermektedir. Nusret Safa Coşkun (1915-?), Refi Cevad Ulunay (1890-1968) ve Çetin Altan (d. 1927)... İlk olarak Nusret Safa’nın Memleket gazetesinde çıkan (25 Aralık 1947) röportajında Emin’in böyle bir başvurusundan söz edilmektedir. Bunun dışında Refi Cevad Ulunay’ın da aynı mealde bir yazısı vardır. Ulunay’ın bu yazısı Emin’in Karacabey Harası’nda çalışırken meydana gelen bir zelzele sebebiyle işsiz kalması hadisesine ışık tutmaktadır. Hadise, yazı “İki ay kadar oluyor (...)” diye başladığına ve 30 Ocak 1965 tarihini taşıdığına göre 1964’ün Aralığında vuku bulmuş olmalıdır ve Ulunay Milliyet gazetesinde çalışırken vuku bulmuştur.

Bir yıl sonra da hemen hemen aynı hadise vuku bulmuş olabilir mi? O yıllarda yine Milliyet gazetesinde çalışan Çetin Altan’ın Sabah gazetesinin 5 Ağustos 1999 tarihli nüshasında yayımlanan “Enver Paşa’nın Kız Kardeşi ve Mehmet Akif’in Oğlu” başlıklı yazısında anlattığı şeyler, Ulunay’ın anlattıklarıyla aynı meâldedir. Altan’ın anlattıklarına bakılırsa Emin Akif bu kez de Çetin Altan’ı ziyaret etmiş ve ondan yardım istemiştir. Yalnız Ulunay’ın yazısında kaybettiği işini tekrar elde etmek için bir tavassut isteği söz konusuyken, Altan’ın yazısında para yardımı isteği söz konusudur.

Ulunay’ın ilgisi sonucu, Emin Ziraat Bakanlığı tarafından tekrar Karacabey Harası’ndaki işine iade edilmiş ve fakat kendisine kalacak yer olarak merkeze 7-8 kilometre ötede Poyrazbahçe Koyun Ağılı gösterilmiştir. Her iki yazarın aynı gazetede çalışıyor olması ve hadiselerin çok yakın sayılabilecek bir tarihte vuku bulmuş görünmesi Emin’in Ulunay’ın yanına (belki) bir kez daha uğradığını ve onu bulamadığı için Altan’la görüştüğünü düşündürüyor. Burada kafa karıştırıcı olan şey, Altan’ın Ulunay’ın anlattığı hadiseden tamamen habersiz görünmesidir. Ulunay 1953-1968 tarihleri arasında Milliyette çalışmıştır. Altan ise Nebioğlu’nun Türkiye’de Kim Kimdir adlı ansiklopedisine bakılırsa 1960’lı yıllarda Milliyet’te çalışmıştır. Bu durumda Ulunay’la aynı tarihlerde Milliyet gazetesinde mesai arkadaşıdırlar. Fakat anlattığı hadise için verdiği tarih 1966 olduğuna göre Ulunay’la o tarihte mesai arkadaşı olmayabilirler. Yine de Altan’ın olayın vuku buluş tarihi olarak zikrettiği 1966, bir hafıza yanılması değilse Ulunay’ın anlattıklarıyla çok yakın bir tarihte vuku bulmuş olmaktadır. Bu durumda Emin hem 1964 Aralığında Ulunay’a, hem de 1966’da Çetin Altan’a gelmiştir. Altan’ın Milliyet gazetesinde vuku bulan ilk hadiseyi duymamış ve aynı zamanda Ulunay’ın gazetedeki köşesinden okumamış olması mümkün müdür? Hadisenin Milliyet gazetesi merkezinde (ufak çaplı da olsa) bir çalkantıya sebep olmaması düşünülemez.

Ulunay ile Altan’ın yazılarını yan yana koyduğumuzda iki yazıdan ilkinde bir tavassut dileği, diğerinde ise para yardımı isteği söz konusudur. Fakat Altan, adını vermediği bazı gazetelerde Emin’in ‘Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde (...) ölüsünün bulunduğunu’ yazmıştır ki, Emin’in öldüğünde Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoseri içinde yaşadığı bilenmektedir. Dolayısıyla Altan’ın verdiği ve birçok kaynağın ittifakla ondan naklettiği bu hususu doğru kabul etmemiz mümkün değildir. Altan, 1966’da gerçekleştiğini yazdığı bu hadiseden ‘bir ay geçmeden’ ölümüyle ilgili haberi okuduğunu belirttiğine ve Emin 24 Ocak 1967 öldüğüne göre hadise 1966’nın sonlarında vuku bulmuş olmalıdır.29

Altan’ın Emin’in ölümüyle ilgili yazdıkları Akif’in çocuklarını söz konusu eden birtakım eserlerde aktarılmıştır. Emin Ersoy’un adının karıştığı bir başka hüzünlü hikâye de Zekeriya Sertel’in kız kardeşi Belkıs Halim Vassaf’ın anıları içerisinde yer almaktadır. Oğlu Gündüz Vassaf tarafından kasetlere kaydetmek suretiyle bir araya getirilen ve Annem Belkıs (İstanbul, 2000) adıyla yayımlanan hatıratında Belkıs Halim Vassaf, evlerine hırsızlık yapmak amacıyla giren iki kişiden birinin M. Akif’in oğlu Emin olduğunu anlatmaktadır. Emniyete intikal eden bu olayda daha da vahim olan iki arkadaşın eroin parası bulabilmek için bu işi yapmış olmalarıdır.

YARIN: EMİN AKİF’İN HATIRALARININ İÇERİĞİNDE NELER VAR?