Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve hukukunu korumaktaki kararlılığı, kimin nerede durduğunu, hangi kirli hesaplar yaptığını, Türkiye üzerinde oynan oyunların ne kadar büyük olduğunu da bir defa daha gözler önüne sermiştir. Herkesin bir hesabı var, ama elbette Türk milletinin de bir hesabı olacaktır. Bizim Akdeniz’deki haklarımızdan her ne pahasına olursa olsun zerre kadar geri adım atmamız hiçbir şartta söz konusu olamayacağı gibi, bu vesile ile yapılan gaspların, anlaşmaları çiğnemenin, oldubitti gayretlerinin de hesabını sormak için de bir fırsat çıkmıştır.

EGE ADALARININ DURUMU

Yunanistan’ın, Türkiye’nin şu andaki konumundan duyduğu rahatsızlığın asıl sebebi de aslında bu hesabın eninde sonunda sorulacağını çok iyi bilmesidir. Kara sularını 12 mile çıkarmayı sık sık gündeme getirmesinin altında, bu gaspları teminat altına almak yatmaktadır. Bu gaspların neler olduğuna gelince. Ege’deki adaların statüsü 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile belirlenmiştir. Lozan’da, 1913 tarihli Londra Antlaşması ve 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın adalar hakkındaki hükümleri ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan’a bildirilen karar, adaların askeri gayelerle kullanılmaması şartıyla aynen kabul edilmiştir. İçinde Rodos ve Kos Adalarının da bulunduğu On İki Ada’nın durumu daha farklıdır. Bu adalar Trablusgarp Savaşı’ndan sonra, yine oralardaki Rum halkının da kalleşliği ile İtalya’nın kontrolüne geçmiştir. Lozan Anlaşması ile de İtalya’ya bırakılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya yenilince adalar sahipsiz kaldı ve Yunanistan tarafından işgal edildi. 1947’de Paris Antlaşması’yla On İki Ada silahsızlandırılmak şartıyla Yunanistan’a bırakıldı.

ON İKİ ADA, TÜRK MİLLETİNİNDİR

On İki Ada haksız, hukuksuz ve ahlaksız bir şekilde elimizden alınmıştır. O adalar Türk milletine aittir. Yunanistan bu adaları gasbetmiştir. Kaldı ki, antlaşmalara göre Ege’deki adaların silahlandırılması hiçbir şekilde mümkün değildir. Yunanistan gasbettiği 12 ada dâhil neredeyse bütün adaları silahlandırmış ve hatta asker yığmıştır. Bununla da kalmıyor, 12 mil dayatması ile Türkiye’yi bütün Ege’den tamamen çıkarmayı planlamak gibi kahpe bir planı hayata geçirmeye çabalıyor. Bırakın 12 mili, bu adalar üzerinden 6 mil dâhi asla kabul edilemez. Kıta sahanlığının başlayacağı yer adalar değil, ana karadır. Bütün dünyanın kabul ettiği ölçü budur. Akdeniz’deki asıl sorunun kaynağı da buradadır. Yunanistan bu adalar üzerinden Akdeniz’i de gasbetme hevesine kapılmıştır.

YUNANİSTAN BELA ARIYOR

Yunanistan’ın gasp girişimlerine gerekçe yaptığı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi bize bağlamaz. Nitekim, Türkiye bu 1982 tarihli bu sözleşmeyi imzalamadığı gibi, daha o zaman TBMM’den ortak bir karar çıkararak Yunan kara sularının 12 mile çıkarılması durumunda bunu bir savaş nedeni sayacağını tüm dünyaya ilan etmiştir. Yunanistan’ın 31 Mayıs 1995’te aldığı kara sularını 6 milden 12 mile çıkarma kararını uygulaması durumunda Türkiye, bunu “casus belli”, yani savaş sebebi sayacağını 8 Haziran 1995’te aldığı bir kararla bir defa daha duyurmuştur. Dolayısıyla Yunanistan boş hayaller peşinde koşmakta ve bela aramaktadır. Biz bütün iddialarımızda, aldığımız ve uygulamaya koyduğumuz kararlarda sonuna kadar haklıyız ve bunun gereğini de yapıyoruz.

MÜLKİYET BOŞLUĞU

Yunanistan, statüsü belli olmayan adaları da yine haksız ve hukuksuz biçimde şu anda işgal etmektedir. Bu adaların mutlaka ve ivedilikle boşaltılması gerekmektedir. On İki Ada üzerinden buraları da sahiplenme çabası beyhudedir. Neresinden bakılırsa bakılsın On İki Ada meselesi mutlaka yeniden değerlendirilmeli ve statüsü yeniden belirlenmelidir. Sayın Bahçeli, “Yunanistan ile aramızdaki Ege sorunu aslında On İki Ada sorununun yeni bir boyut kazanmasından başka bir şey değildir. Türkiye’nin egemenlik hakları ve milli güvenliği adalar üzerinden tehdit edilmektedir” diyerek, asıl meselenin ne olduğunu net biçimde ortaya koymuştur. Yine Sayın Bahçeli’nin önemle belirttiği gibi, Yunanistan ve arkasındaki zalim efendileri çevremizi kuşatmak isterken On İki Ada’nın hukuki statüsünü temelden dinamitlemişler, bu adaların mülkiyet boşluğunu belgelemişlerdir. Türkiye’nin On İki Ada üzerinde hakkı vardır, sözü vardır, anıları vardır, çıkmayacak izleri vardır. 1912 yılından bugüne karar geçen süreyi ve yaşananları dikkate aldığımızda On İki Ada üzerindeki haklarımızı inkâr ve ihmal etmek milli ruha tamamıyla aykırıdır.

KARARLILIK YÜRÜYÜŞÜ

Sayın Bahçeli, parti olarak On İki Ada meselesinde yapılacaklar ve söylenecekler olduğunu belirtmiş ve ilk etapta bir kararlılık yürüyüşü düzenleneceğini açıklamıştır. Buna göre, 9 Eylül 2020 günü On İki Ada’yı temsilen 12 heyet oluşturulacaktır. Bu heyetlerin her birinde 81 Ülkücü yer alacak ve İzmir’de düşmanın denize döküldüğü muhit ve mıntıkaya kadar, istiklal için kararlılık yürüyüşü yapılacaktır. Ülkücü Türk gençliğinin bu yürüyüşe büyük bir ilgi göstereceğinden, heyecanla bir katılım olacağından eminiz.