MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin başlattığı "Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi" doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu kuruldu. Komisyonun ilk toplantısında MHP Tokat Milletvekili Yücel Bulut da söz aldı.
Yücel Bulut, komisyonda yaptığı konuşmada komisyonun, Türk Milleti için huzur, barış, dayanışma ve kardeşlik dolu bir geleceği inşa etmek konusunda, önemli bir vazifeyi yerine getireceğine inandığını vurguladı.

Yücel Bulut'un konuşmasının tamamı şu şekilde:
Komisyonun Türk Milleti için huzur, barış, dayanışma ve kardeşlik dolu bir geleceği inşa etmek konusunda, önemli bir vazifeyi yerine getireceğine inanıyorum.
Yaklaşık iki asrı savaşarak geçirmiş, en nihayetinde Anadolu topraklarına çekilmiş ve Misak-ı Milli sınırları içerisinde, belki de tarihimizin en zor koşulları altında hürriyet ve istiklal mücadelesi vermiş olan milletimiz, bu mücadelesi neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Bugün cumhuriyetimiz; birinci yüzyılını tamamlamamış ve ikinci yüzyılının kapılarını aralamıştır.
Cumhuriyetimizin 1. Yüzyılı içerinde yaşanan her olay, her acı ve karşılaşılan her tehdit Türkiye Yüzyılını inşa etmek iradesini ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti için hem birer tecrübe ve hem de yol gösterici bir rehberdir.
“cumhuriyeti tertemiz ve güçlü bir miras olarak bırakmak her birimizin omuzlarında tarihi bir vebaldir”
Millî Mücadele de dahil olmak üzere geride bıraktığımız bir asrı aşan tecrübeler ışığında, cumhuriyeti kuran ve bizlere armağan eden ecdadımızın aziz hatırasına uygun olarak cumhuriyetin ikinci yüzyılını tasarlamak ve gelecek nesillere ilelebet payidar olacak cumhuriyeti tertemiz ve güçlü bir miras olarak bırakmak her birimizin omuzlarında tarihi bir vebaldir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ortaya konulan irade ve ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün hadiseler karşısında iç cepheyi tahkim için izlediği siyaset, Türkiye Yüzyılı olacağına inandığımız cumhuriyetin ikinci yüzyılı için de önemli ipuçları taşımaktadır.
1918 yılının son çeyreğinden itibaren; emperyalizm tarafından, son vatan toprağı kabul ettiğimiz Anadolu bir baştan bir başa talan edilmeye teşebbüs edilmiş; ülkemizin başkenti İngiltere tarafından işgal edilmiş ve son vatan toprağı üzerinde emperyalist planların uygulama aşamasına geçilmiştir.
Hiç şüphe yok ki; Anadolu’yu parçalama planlarının odak noktalarının başında, özellikle Karadeniz’den Akdeniz’in Doğusuna uzanan ve Doğu Anadolu İllerimizi kapsayan İngiltere destekli BÜYÜK ERMENİSTAN projesi olduğu açıktır.
Bağımsız Kürdistan propagandası ile; binlerce yıl birlikte yaşamış ve sarsılmaz bir bağ inşa etmiş Türkler ve Kürtler arasına fitne sokulmak ve esasen Kürtler, İngiliz ajandasına uygun bir şekilde tasarlanan BÜYÜK ERMENİSTAN projesine dolgu yapılmak istenmiştir.
İşte bu şartlar altında Mustafa Kemal Atatürk Cemilpaşazade Kasım Bey’e gönderdiği mektupta düşüncesini;
“Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, muhakkak Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır…Tabii ki bunu reddettim ve reddedeceğim. Kürtler ve Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeşlerdir. (s. 158) sözleriyle ifade etmiştir.
Nitekim Sivas Kongresinden sonra Mustafa Kemal Atatürk Heyet-i Temsiliye adına Şatzade Mustafa Ağa, Kâhtalı Hacı Bedir Ağa, Cemilê Çeto gibi Kürt ağalarına ve ileri gelenlerine çektiği telgraflarında “Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürd’ün yekdiğerinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve sarsılmaz bir vücut olarak dâhili ve harici düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir” ifadelerine yer vermiştir.
Bu yaklaşım elbette ki son vatan coğrafyasını savunmak amacıyla İÇ CEPHEYİ TAHKİM EDEBİLMEK niyetiyle atılan güçlü bir adım ve tarihi gerçekliğe uygun bir kucaklaşmadır.
Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olan Kürtler emperyalizmin ve Büyük Ermenistan projesinin karşısında, Malazgirt Zaferinden beri tarihi kardeşlikleri olan Türk Milletiyle birlikte hareket etmiş ve müşterek vatan savunmasına hayat vermişlerdir.
Millî Mücadelede Doğu Vilayetlerimiz toplam 2961 şehit vermek suretiyle Millî Mücadeleye önemli bir katkı sağladıkları gibi, emperyalizmin bölgeyi on yıllarca kaosa mahkûm edecek sinsi tasarımını da yerle yeksan etmişlerdir.
Cumhuriyetin birinci yüzyılında Büyük Ermenistan Projesi için başlatılan fitne; bugün Büyük İsrail Projesi için sürdürülmek istenmektedir. Bir asır önce, bölge Büyük Ermenistan’a bırakılmak istenirken, bugün artık anlaşılmıştır ki, bu defa da Büyük İsrail’e bırakılmak istenmektedir.

"Kürtleri Türklerden koparacak dünyevi bir kudret henüz tezahür etmemiştir, etmeyecektir"
Nitekim, 100 yıl önce Beyrut’ta, Irak’ta ve Şam’da mukim bulunan Ermeni iş adamlarının Türk-Kürt kardeşliğini dinamitlemek adına “para toplayarak” bu yönde gayretler içerisinde olan örgütlere finans desteği sağladığı açıkken, bugün aynı desteğin İsrail tarafından ekonomik ve politik zeminde kendini göstermesi; alınacak tedbirlerin ve karşı kaşıya olduğumuz tehdit ve tehlikenin tespiti açısından önem arz etmektedir. Büyük İsrail’e giden yolda, Müslüman Kürtler tarihi kardeşleri Türklerden koparılmak ve Siyonizm’in emellerine hizmet eden bir taşeron haline getirilmek istenmektedir. Kürtleri Türklerden koparacak dünyevi bir kudret henüz tezahür etmemiştir, etmeyecektir.
Bu nedenle;
Geride bıraktığımız asırlık Cumhuriyet tecrübesi ve bin yıllık ortak mirasımız, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu zaman diliminde; bölgesel gelişmeler ışığında İÇ CEPHEYİ TAHKİM ve elbette ortak yaşama iradesini güçlü bir şekilde haykırma zorunluluğuna işaret etmektedir.
Sayın Genel Başkanımızın TERÖRSÜZ TÜRKİYE çağrısı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın TERÖRSÜZ TÜRKİYE idealini bir devlet projesi olarak ilan etmesi milletçe kucaklaşmamızın kapılarını sonuna kadar aralamak ve nihayetinde yokluğu değil refahı, fakirliği değil zenginliği, çaresizliği değil umudu ve elbette gerçek bir demokrasiyi paylaşmak ve yaşatmak çağrısıdır.
Bu çağrı, bu coğrafya insanına kurulan sinsi tuzakları, kapalı devre işgal girişimlerini ve “özgürlük” ve “bağımsızlık” kisvesi altında milletimizin boğazına geçirilmek istenen esaret yularını; kucaklaşarak, sarılarak ve birlikte direnerek bertaraf etme çağrısıdır.
"milletimizin kök, köken, mezhep ve siyasi düşünce ayrımı gözetmeksizin insana verdiği değer bu süreçteki en büyük hazinemizdir"
Anadolu’da mukim bulunan ve Büyük Türk Milleti’ne inancıyla, köküyle, mezhebiyle ve rengiyle güç veren her insanımızın, bir asırdır maruz kaldığı küresel müdahalelere ve sürüklenmek istendiği çatışma ortamına rağmen; birbirini muhabbetle kucaklama iradesi, ayrıca milletimizin kök, köken, mezhep ve siyasi düşünce ayrımı gözetmeksizin insana verdiği değer bu süreçteki en büyük hazinemizdir.
Ne inşa edilecekse, milletimizin yüzyıllar boyunca sergilediği merhamet, hoşgörü, sabır ve irfan üzerine inşa edilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti; daha önce benzer tecrübeler yaşamış, milletin bekası ve selameti gibi yüksek değerler karşısında kin, öfke ve kan davası gütmeyi tercih etmemiştir.
“Aman diyene kılıç kalkmaz” inancı Anadolu’nun köklerinde anlam bulmuş bir merhametin tescil ve tecellisidir. Nitekim bu anlayış, tarih boyunca kurduğumuz bütün devletlerin temel pusulasıdır.
Öyle ki, yeni kurulan genç cumhuriyetimizin, karşı karşıya kaldığı sosyolojik, siyasal ve ekonomik sorunların; içerden ve dışardan istismarı nedeniyle bölgesel bir kaosa sebebiyet verdiği olaylar karşısındaki tutumu TÜRK DEVLETİ’NİN BİR KİN VE NEFRET DEVLETİ olmadığını, bilakis merhamet ve adaleti önceleyen ve milletin bütünleşmesi önündeki engelleri sabırla kaldırmak suretiyle, millet devlet kucaklaşmasına öncelik veren bir kudreti delillendirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti hem kuruluş mücadelesinde ve hem de sonrasında çeşitli gerekçelerle KARŞI KAŞIYA geldiği hiçbir aileye, zümreye, mezhebe ya da düşünceye karşı sonsuz bir kin ve öfkeyle hareket etmemiştir.
Vatana ihanetle suçlanan ve yurtdışına sürgüne gönderilen 150’likler dahi 1938 yılında affedilmiş ve aile efratlarına karşı devletin gaddarca bir yaklaşımı olmamıştır.
Geride bıraktığımız bir asır, doğrular kadar hataları da görebileceğimiz; hataları onaracak tecrübeyi bulabileceğimiz, tekrar yaşanmasını asla temenni etmeyeceğimiz onlarca olayı gözlemleyebileceğimiz hadiselerle doludur.
Doğrular vardır. Bu doğruların başında Anayasamızın ilk dört maddesi vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan ilk dört madde, bedel ödeyerek hürriyetini yeniden elde etmiş ve emperyalistleri dize getirmiş Büyük Türk Milletinin coğrafyaya, tarihe ve istikbale vurmuş olduğu mühürdür. Sarsılmaz doğrumuz ve elbette yıkılmaz burcumuzdur.
Hatalar vardır. Türkiye uzun yıllar demokrasisini kökleştirememiş, birbiri ardına gerçekleşen askeri müdahalelerin inşa ettiği vesayet rejimleri ve vesayet anayasaları; millet devlet kucaklaşmasının tam anlamıyla gerçekleşmesine mâni olmuş, ayrıca toplumun gerçek ihtiyaçları ve arayışları yerine bir avuç seçkinin ideolojik dayatmalarıyla meşgul olunmuştur.
Bu durum toplumun farklı katmanlarının, sosyal sınıflarının ya da bölgelerinin kendilerini ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş ya da ezilmiş olarak görmesine sebebiyet vermiş olabilir.
Kuşkusuz bu konudaki en temel eksiklik sivil, demokratik ve milli bir anayasanın eksikliğidir. Umut ediyoruz ki; Türkiye bu meclis çatısı altında ve hiçbir vesayetin izlerini taşımayan sivil ve modern bir anayasa hazırlayacak ve bu anayasa genel kabul gören bir toplum sözleşmesi olarak vücut bulacaktır.
Elbette ki, doğruların, hataların ve eksiklerin ve de bunlar ışığında olması gerekenlerin sayısı çok daha fazladır ve bu tarihi komisyonun saygıdeğer üyeleri de mümtaz fikirleriyle bunları tespit ederek, milletçe belirlemek zorunda olduğumuz yol haritamıza katkı sağlayacaklardır.
"Devlet Bahçeli doğruyu savunmuş bir devlet adamı ve bu toprakları fedakar evladıdır"
Milliyetçi Hareket Partisinin muhterem genel başkanı Sn. Devlet Bahçeli ömrünü vakfetmiş olduğu davasının özünü “Önce Ülkem ve Milletim” sözleriyle özetlemiş ve bütün siyasi hayatı boyunca; şartlar “ÜLKESİ VE MİLLETİ İÇİN NEYİ GEREKTİRİYORSA” cesaretle o doğruyu savunmuş bir devlet adamı ve bu toprakları fedakar evladıdır.
İzlediği her politika riyasız ve samimi bir içtenliğin ve inanmışlığın ürünüdür.
Tarihi bir risk alarak ve büyük bir özveriyle ilan ettiği çağrısı, aziz milletimizin huzuru, refahı ve kardeşliği ile devletimizin bekası ve geleceği adına tezahür etmiş büyük bir fırsattır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koymuş olduğu iradesi, genel başkanımızın çağrısıyla vücut bulmuş siyasi iklimi bir devlet politikasına dönüştüren eşsiz tecrübesi tezahür etmiş bu büyük fırsatın kurumsallaşması adına atılmış büyük bir adımdır.
Bu nedenle, terörün sonlandırıldığı, artık gözyaşının olmadığı, insanı yaşatan ve fikirleri yarıştıran gerçek bir demokrasinin inşası için; hangi partiden olursa olsun; her komisyon üyemizin ve hatta her parlamento üyemizin elini taşın altına koyması tarihi bir vebaldir.