TÜRKLERDE AİLE ANLAYIŞI-3

Uygurlar, evlenmeye ‘kavuşmak’ da diyorlar; evliliğin aşk ve his yönünü belirtiyorlardı. Evlilik, Anadolu’da aynı zamanda bir ‘duman kurma’dır. Yakutlar, evliliğe ‘sönmez bir ateş yakma’ da diyorlardı. Çünkü Türk aile hukukunda ‘ocak’ kutsaldı. Eve gelen gelin ‘evi aydınlatan bir ateş’ olarak görülüyordu. Evlenme Türklerde bir ‘dirlik’ olarak görülmekteydi.

Yine Kutadgu Bilig’e göre, Selçuklu kültür çevresinde Türk kadını takvâ yanında, “hâyâ” sahibi, “temiz”, “el değmemiş”, “başka erkek yüzü görmemiş” olmalıydı. Nitekim Yusuf Has Hacib eserinin “evlenme” bahsinde; “eğer evlenmek istersen, çok dikkatli ol ve iyi bir kız ara. Alacak kimsenin soyu-sopu ve ailesi iyi olsun; kendisinin de hâyâ ve takvâ sahibi, temiz olmasına dikkat et. Alacaksan el değmemiş ve senden başka erkek yüzü görmemiş olan bir aile kızı almaya çalış. Böylesi seni sever ve senden başkasını tanımaz, yakışık olmayan münasebetsiz hareketlerde bulunmaz...” diyordu.

TÜRK AİLESİNDE ÇOCUKLAR

Eski Türk ailesinde anne ve babanın yanında “çocuklar” (oğul ve kız) önemli bir yere sahiptiler. Eskiden “oğul”, “evlât” anlamına geliyordu. Türkler “kardeş”e “karındaş” diyorlar; kardeşi de içine alan “akraba” anlamında ise “kardaş”ı kullanıyorlardı. Babaları bir olan kardeşlere “kangdaş kadaş”, anaların ayrı olan kardeşlere de “igdiş kadaş” deniyordu. Üvey oğul, “ögey oğul” veya “baldır oğul”; üvey kız, “ögey kız” veya “baldır kız” diye anılıyor, ayrıca üvey oğula “kanğsık oğul”da deniyordu. Kız çocuğu anlamında “kız” sözü, en eski belgelerde ve bütün Türk lehçelerinde görülmektedir: Eski Türk yazıtlarında “kız”, “kız kudız” (kız kızan) “kızakım oglım” (evlatlık kızım); eski Uygur Türkçesinde “gız” (kız, genç), “kızkız” (genç hanım, kız evlât); Divanü Lügati’t-Türk’te “kız, kız çocuk”, “kız kırkız” (cariye); Kıpçaklarda, “kız”; Kazan Türkçesinde “kız”; Kırgız Türkçesinde “kız bala” (kız çocuk), Çuvaşça’da “hız”, Yakutça’da “balıs” (yaşça küçük kadın veya kız) olarak görülen “kız” adının yanında ayrıca “küçük kız kardeş”i belirtmek için “singil” (Uygurca), “sinil” (Bügdüz, Mişer ve Kazan) ve “sinğdi” (Kırgızca) kelimeleri bulunmaktadır. Türkler “büyük kız kardeş” (abla) için de, “eke, apa, eçe, eke, eze, piçe, eye, ava, egeçi, epe, eceke, ece, eges, eciy, akka ve appa” gibi sözleri kulllanmışlardır. Türkler kız ile erkek çocuk arasında bir ayrılık görmüyorlardı. Kız çocuklara sahip olmak onlarda, meselâ İslâmlık öncesi Arap toplumunda olduğu gibi bir zillet değildi. Hun ve Göktürk çağından beri gelen bütün belgelerde bu durum açık olarak görülmektedir. Nitekim Türk destanları ve gerçek hayatında kadının gerek aile içinde gerek sosyal ve siyasî hayatta şerefli ve üstün bir mevkide bulunması da bu anlayışa dayanmaktadır. Dede Korkut’ta Bay Biçen Beğ kız çocuğu olması için “kalın Oğuz” beylerinden alkışta ya da duada bulunmalarını rica ettiği gibi; oğlu olanlar ak otağda, kızı olanlar da kırmızı otağda konuk ediliyorlar, çocuğu olamayanlar ise kara çadıra alınıyorlardı. “Bekâret” anlayışı Türklerde, İslamiyet’ten önce de vardı. Türkler “bâkire kız” için “yinkçe kız” yani “ince kız” diyorlardı. “İnce kişi” de ibadet eden, Tanrı yolundan ayrılmayan kişidir. Bâkire kıza, halk dilinde ve biraz da kabaca “kapağlığ kız” deniyordu. Yalnızca, “kız” sözü bile bâkire anlayışını içine alabiliyordu. Kaşgarlı Mahmud’un çok eski bir atasözüne göre, “kızı (yani bâkireyi) kalın verebilen alabilirdi.” Bu atasözünde de görüldüğü gibi bekâret meşru evlilikte aranan önemli bir konuydu. Göktürk yazıtlarında ise “bâkire” karşılığı olarak kullanılan söz “silig” veya “silig kız oğlı” idi. Aslında eski Türkçedeki silig veya silik sözü, “temiz saf” demektir. Sonradan bu sözün manası genişlemiştir. Bu söz İslamiyet’teki “bikr-i hakikî” karşılığı olarak söylenmiştir. “Bikr-i hükmî”nin eski Türklerde karşılığını bilemiyoruz. Evlenmemiş bekâr kıza “ev kızı” da deniyordu. Türklerde “zina” çok büyük bir suçtu. Zina suçu işleyenler çok şiddetli cezalara çarptırılıyordu. Genellikle zinanın cezası ölümdü. Bu konuda suç işleyen ve kız bozanlar için “kızadı” veya “kapadı” sözleri kullanılıyordu. X. yüzyılda Bulgar Türklerini ziyaret eden İbn Fazlan, kadın ve erkeklerin bir birlerinden kaçmadıklarını belirttikten sonra, “herhangi bir şekilde zina etmezler. Zina onlara göre en büyük suçlardandır...” diyerek zina yapanların öldürüldüklerini söyler. Kız evlendikten sonra koca evinin üyesi oluyordu. Büyük oğul, babadan sonra ailenin “büyüğü” idi. Küçük oğul ise, baba ocağını devam ettiren “ocak beyi”, yani “ot tigin” idi. Çünkü oğullar evlendikçe ayrı eve taşınırlardı. Kızın miras hakkı da, koca evine “çeyiz” olarak giderdi. Dede Korkut Hikâyeleri’nde kardeş sevgisi, kardeşe sahip olmanın önemi çok canlı olarak dile getirilmektedir. Beyrek’in ölüm haberi gelince, “Oğuz’un kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler.” “Vay beğim kardaş, muradına, maksuduna ermeyen yalnız kardaş” deyip ağlaştılar. Yine, Bamsı Beyrek, bezirgânlara kendi kız kardeşlerini görüp görmediklerini sorunca onlardan, “yedi kız kardeşin, yedi yol ayrımında ağlar gördüm, güz elması gibi, al yanakların yırtar gördüm, vardı gelmez kardeş diye zârılık eder gördüm” cevabını alır. Dede Korkut’un başka bir yerinde de Beyrek’in “ulu kız kardeşi (Ozanı) Beyrek’e benzetti, kar kıyma gözleri kan yaş doldu” deniyor. Görülüyor ki, Oğuzlarda “abla”ya “ulu kız kardeş” denmeye başlamıştı. Kızlar erkek kardeşleri Beyrek’e ise “ağam” diyorlardı. Bu Anadolu’da bugün kullanılan “ağbey” sözünün başlangıcı idi: “Ağam Beyrek’e benzedürem Ozan seni, sevindirdin, yerindirme Ozan meni.” Zaman zaman ailede annenin yerini tutan “apa” veya “aba”ya küçük kardeşlerin terbiyesi ve yetiştirilmesi görevi de yüklenmiştir.

TÜRKLERDE EVLENME VE TÖRENLER, GELENEKLER

Türk anlayışına göre “evlenme” ve “yuva kurma”, toplumun ve devletin temeli idi. Türklerde “evlenme”, “ebledim oglımın, yani oğlumu evlendirdim” şeklinde söyleniyordu. Zaten “eb” sözü eski Türkçede “ev”, “çadır” anlamlarına gelen bir sözdür. Uygurlar, evlenmeye “kavuşmak” da diyorlar; evliliğin aşk ve his yönünü belirtiyorlardı. Evlilik, Anadolu’da aynı zamanda bir “duman kurma”dır. Yakutlar, evliliğe “sönmez bir ateş yakma” da diyorlardı. Çünkü Türk aile hukukunda “ocak” kutsaldı. Eve gelen gelin “evi aydınlatan bir ateş” olarak görülüyordu. Evlenme Türklerde bir “koşulma, dirlik, derim” veya “tiriglig”; yani, “birlikte yaşama” olarak görülmekteydi. Türklerde İslâmlık öncesinde de, sosyologların en ileri “evlilik ve eş seçme” şekli olarak ifade ettikleri “aracı ve görücü” usulüyle evlenme vardı. Meselâ, komşu Moğollarda ilkel bir eş seçimi olarak kabul edilen “serbest seçimle evlilik” (kızlar ve erkekler bir nehir kenarına gidiyorlar ve birbirlerini seçiyorlardı) bulunuyordu. Türk geleneğinde “aracı” (Divanü Lügati’t Türk’de “arkaçı” veya “savçı”), evlenme “akid” ve anlaşmasını hazırlayan veya yapan kimselerdi. Kız ile erkek önceden anlaşmış olsalardı bile, evlenme anlaşması için, kız ve oğlan aileleri aracıların yardımlarını istiyorlardı. Evlenme antlaşması için, herkesin bir araya gelmesi gerekiyordu. Toplantıda saygılı ve tecrübeli kişiler, “aksakallılar” bulunuyorlardı. Bu kişiler aynı zamanda birer “tanık” idiler. Böylece evlenmede de meşruiyet ile kanun, “töre” temeline oturmuş oluyordu. Türk aile hukukunun temelini teşkil eden bir gelenek de evlenmede “kalın” ve “başlık” verilmesi idi. Kalın, kız ailesine verilen bir aile malıdır. Esasında kalın “başlık”tan farklı idi. Kalın daha çok babası sağ iken oğulların evlenebilmeleri için verdiği paydır. Başlık ise, evlenme sırasında kız ailesine verilen bir “hediye” görünüşündedir. Kalın ise daha sosyal bir olaydır. Baba malından elbette kızlara da pay düşüyordu. Bu da kızın “çeyiz”i idi. Genel olarak söylersek, kalın hem ekonomik bir değer, hem de kadın açısından bir güvenlik, hem de ailenin bölünmezliği ile ilgili bir uygulama olmaktaydı. Türklerde evlilik daha çok, “söz kesme” ile başlıyordu. Söz kesmeyi bir nevi “ön akid” olan “nişan” ve nihayet “düğün” takip etmekte, böylece yeni bir yuva kurulmaktadır. Türk geleneklerine göre, söz, nişan, nikâh, gelin olma, gelin indirme, düğün, gerdek, sağdıçlık son derece önemli evlenme tören ve gelenekleri idi. İslâmiyet öncesinde bu törenlerde görülen pek çok motif, bugün de canlı olarak bütün Türk toplumlarında yaşamaktadır. NOT: Bu makalenin kaynakları için şu eserimize bakınız: Ali Güler, Türk’ün Tarihi-1 Bozkırın Efendileri, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016. BİTTİ