Altun, Hürriyet Gazetesi'ne ABD'nin sözde barış planına ilişkin açıklama yaptı.

Planın adlandırılmasıyla ilgili bir sorun olduğunu belirten Altun, "Orta Doğu Barış Planı" veya "Yüzyılın Anlaşması" tabirlerinin oldukça hatalı olduğunu düşündüğünü ve planın içeriği okuduğunda bunun çok net görüleceğini bildirdi.

Planın, "İşgal ve İmha Planı" ya da "Yüzyılın İhaneti" olarak adlandırılmayı daha çok hak ettiğini kaydeden Altun, "Kavramsallaştırma noktasında itiraz da bir eylem biçimidir. Dolayısıyla öncelikle doğru kavram setlerini kullanırsak meseleyi de doğru zeminde tartışırız. Siz de fark etmişsinizdir, ilk günden beri Filistin konusunda duyarlı olan Türkiye'de ve dünyanın birçok yerinde insanlar kendiliğinden bu adlandırmayı reddettiler. Sadece bunun bile önemli bir itiraz refleksi olduğunu düşünüyorum." dedi.

Planda sorun olan öğelerin sorulması üzerine Altun, şunları söyledi:

"İki tarafın müzakeresinden ziyade, tek taraflı bir dayatma var burada. Hatta ve hatta bu konuyu biraz bilenler, tek tarafın İsrail değil, Netanyahu ve çevresindeki siyasi elitler olduğunu da çok rahat göreceklerdir. Bu yönüyle baktığınızda, planın barış gündemiyle ya da Filistin-İsrail meselesinin sürdürülebilir çözümü ile hiçbir ilgisinin olmadığını görebilirsiniz. Planın tek amacının Netanyahu'nun liderlik krizini gidermek olduğu ortaya çıkıyor. ABD'nin önemli medya kuruluşlarında da iç siyasi hesaplara vurgu yapan onlarca önemli makale yayınlandı geçtiğimiz hafta boyunca. Planı hazırlayanlar, uygulanamayacağını gayet iyi biliyorlar. Tüm hedefleri, zaman kazanmak ve bu arada işgal edilen alanları genişletmektir. Barış planı değil, savaş ilanıdır bu."

Fahrettin Altun, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Trump ile Netanyahu'nun bu planına yönelik tavrının nasıl değerlendirilmesi gerektiği sorusunu şöyle cevapladı:

"Avrupa ve AB'nin diplomasi eksenli gündemini güçlü bir şekilde masaya koymasının zamanı gelmiştir. Orta Doğu'ya yönelik artık daha sağlıklı politika geliştirmeli ve Filistin-İsrail meselesini bu yönüyle ele almalıdırlar. Zira Trump-Netanyahu'nun bu planı, küresel diplomasinin tüm unsurlarını yok ederken, AB ve Avrupa ülkelerinin de alanını daraltmaktadır. Filistin meselesi, tüm bu eksiklikleri giderebilecek bir fırsattır kendileri için. Bu konuya başka hiçbir ahlaki ya da etik kaygıyla yaklaşamasalar bile, sadece uluslararası hukuku savunsalar yeterli olacaktır. Kendileri de çok iyi biliyorlar ki Orta Doğu'da krizin büyümesi ve derinleşmesi, Avrupa'da da emniyetsiz ortamı güçlendirecektir. Orta Doğu'da istikrarsızlığı besleyen her adım, AB ve Avrupa ülkelerinde de güvenlik sorununu besleyecektir."

- "PLAN, ULUSLARARASI HUKUK VE ANLAŞMALARI, KÜRESEL KURULUŞLARI İŞLEVSİZLEŞTİRİYOR"

ABD'nin daha önce de Filistin-İsrail meselesine dair birçok girişimde bulunduğu hatırlatılan ve Trump'ın bu girişiminin diğerlerinden farkı olup olmadığı sorulan Altun, şunları kaydetti:

"İşgal ve imha planının, geçmiş anlaşmalara yaklaşımı tamamen fırsatçılık üzerine kurgulanmış. Zira söz konusu anlaşmaların barış getirmediğini ve birçok sorunu çözemediğini dile getirerek kendisine diğerlerinden farklı bir meşruiyet alanı sağlamaya çalışıyor. Özellikle BM ve BMGK ile diğer uluslararası kurumlar tarafından ortaya konulan çözüm önerilerinin hiçbirini temel olarak almayan bir yaklaşım sergilenmiş.

Bunun da ötesinde plan, BMGK kararlarını sorunun bir parçası olarak görmekte ve barışın tesis edilememesi sorumluluğunu kısmen bu kararlara yüklemektedir. Bu haliyle Filistin meselesine dair uluslararası kabul görmüş bazı metinlerin de facto olarak geçersiz kılınması söz konusu. İşte tam da bu noktada tüm dünyayı ilgilendiren başka bir sorun ortaya çıkarıyor. Plan, sadece Filistin meselesini çözümsüz kılmıyor, aynı zamanda uluslararası hukuk ve anlaşmaları, BM gibi küresel kuruluşları işlevsizleştiriyor ve değersizleştiriyor. Bu da sadece Filistin halkının sorunu değil."

- "6 MİLYON FİLİSTİNLİ MÜLTECİNİN TOPRAKLARINA GERİ DÖNÜŞÜ DE ENGELLENMEKTEDİR"

Altun, planın meşruiyeti olup olmadığı sorusuna, "İsrail-Filistin sorununu çözmekten ziyade, İsrail'in işgalini kalıcılaştırmaya odaklanmış bir planla karşı karşıyayız. Bunu da İsrail'in teo-politik maksimalist tezlerini destekleyerek gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Özellikle planın üçüncü bölümünde, barışın İsrail Devleti ile Filistinliler arasında olacağını söylemek suretiyle Filistin'i daha başında bir devlet olarak görmek yerine bir halk olarak tasvir etmişler örneğin. Tarafların katı itirazından dolayı uygulanma ihtimali olmadığı gibi, uygulama çabalarının kriz ve çatışmayı derinleştireceği aşikardır. Siyasi liderlerin sorumsuzca davranışı, dünyayı ateş atmak isteyen bir süreci başlatmaktadır. Plan uluslararası hukuka aykırı, BM ve BM kararlarına tamamen terstir. Hiçbir meşruiyeti yoktur." yanıtını verdi.

Planın ardından ortaya konulan haritada, Filistin'in topraksal varlığı yüzde 70'e indiğinin görüleceğini belirten Altun, "Filistin meselesinin en temel sütunlarından biri olarak BM 194. maddeye aykırı şekilde 6 milyon Filistinli mültecinin topraklarına geri dönüşü de bu bağlamda engellenmektedir. Ayrıca, Batı Şeria'daki mevcut yasa dışı Yahudi yerleşim yerleri ise kalıcı hale getirilmeye çalışıyor. Önerilen çerçeveye baktığınızda, dört yıl içinde kurulacak bir Filistin devletinin sınırları yönetilemez ve paramparça olarak çizildiğini görüyoruz. Bu strateji ile Filistin'e bırakılan topraklar birbirine köprü ve tüneller ile bağlanarak, yeni devletin dış 'sınır' kontrolü ve ara bağlantılardaki geçişler doğrudan İsrail'in kontrolüne geçmektedir." ifadelerini kullandı.

Altun, Filistin için sadece Kudüs ayrım duvarının dışında kalan kenar mahallerinde başkenti olan bir devlet öngörüldüğünü ve tamamı İsrail'e bırakılan Kudüs'ün İsrail'in "bölünmez başkenti" olarak kabul edilmesiyle İsrail'in mutlak bir egemene dönüştüğünü belirtti.

- "ULUSLARARASI HUKUKTA VE LİTERATÜRDE ÖRNEĞİ YOKTUR"

Planda Filistin devletinden bahsedilmesinin olumlu bir gelişme olup olmadığı sorulan Altun, şu görüşlerini paylaştı:

"Plan, her ne kadar yeni ve bağımsız bir Filistin devletinden söz ediyor olsa da bunun sadece kağıt üzerinde sözde bir bağımsızlık anlamı taşıdığının birçok kanıtı var içerikte. Bakın mesela, oluşturulması vadedilen yeni Filistin Devleti'ne bir ordu kurma hakkı verilmiyor ve sınır güvenliği İsrail'e bırakılıyor. Filistin'in güvenliğinin ise hafif silahlı polisler tarafından sağlanabileceği söyleniyor. Ayrıca, Filistin devletinin uluslararası kuruluşlara üye olabilmesi için bile İsrail'in onayı gerekiyor.

Plan her ne kadar Filistin devletinin kurulmasına izin veriyor gibi gözükse de bunu bazı şartlara bağlıyor. Bu haliyle, bütün şartların İsrail tarafından onaylanması gereken bir keyfiyetle oluşturulmuş. Yani bir devletin ordusu olmadan, hava sahasına ve karasularına hakim olmadan, uluslararası kurumlara katılımı dahil tüm kararlarını başka bir devlete onaylatması, egemen bir devlet anlayışı anlamına nasıl gelebilir ki? Bunun diplomaside, uluslararası hukukta ve uluslararası literatürde örneği yoktur."

- "İSLAM DÜNYASINDAKİ TARTIŞMALARI ÖNE ÇIKARMAYA ÇALIŞAN BİR PLAN"

Sözde barış planına bölge ülkelerinden gelen tepkilerde farklılık görüldüğünün, ABD Başkanı Trump'ın planını bu hesap üzerinden şekillendirip şekillendirmediğinin sorulması üzerine Fahrettin Altun, "ABD'nin bu girişimde izlediği stratejiyi 'sert güç' ve 'oldu-bitti' şeklinde değerlendirmek mümkün. Zira plan, herhangi bir diplomatik zemin ya da destek kazanma çabasından ziyade, Müslümanların zayıflığını ve dağınıklığını esas alan bir bakış açısının ürünü olarak temellendirilmiş. İslam dünyasındaki iç krizleri hassas bir şekilde değerlendirmişler ve muhtemel tüm gerilim ile itirazları İslam dünyasının içine sürüklemeyi hedefleyen bir stratejiyi takip etmişler. BAE, Umman ve Bahreyn'e teşekkür edilmesi, Suudi Arabistan elçiliğinin plana açık desteği gibi konular bu parçalanmışlığın önemli ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Planın, Müslüman dünyada yol açtığı krizi perdelemek için, İslam dünyasının içindeki tartışmaları ve rekabeti öne çıkarmaya çalışan bir plan bu." değerlendirmesini yaptı.

ABD'nin sözde planını "iletişim ve algı oluşturma" konusunda nasıl bulduğu sorulan Altun, şunları kaydetti:

"Burada, daha önceki Filistin-İsrail konulu ve ABD merkezli tüm müzakere süreçlerinden farklı olarak, ilk defa bir plan kapsamlı bir iletişim çerçevesinden bağımsız ve yoksun olarak ele alınmış. Destek sağlamayı amaçlayan herhangi bir anlatıya ihtiyaç duyulmamış planda.

Barış planını meşrulaştırma çabası, daha öncekilerin 'etkisizliğine' dayandırılıyor. Tüm söylem 'daha önce herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Boşuna zaman kaybedildi ve bu arada İsrail halkı teröre maruz kaldı' gibi tekrar eden mesaj şeklinde verilmiş. Planın bizzat kendisine dair bir söylem çerçevesi, argümantasyon ve İsrail ile siyonist çevreler dışında farklı aktörleri devreye sokma çabasıyla karşılaşmıyorsunuz. Dolayısıyla dayatmacı ve uzlaşmayı reddeden bu dil, planın neden 'barış planı' olarak adlandırılmayacağının ve başarısız olacağının en açık işaretidir. "

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Netanyahu'nun planındaki dini argüman ve söylemlerinin uluslararası siyasette bir anlamının olup olmadığının sorulması üzerine Altun, bunun hiçbir anlamının olmadığını belirtti.

Uluslararası hukuk nezdinde Filistinlilerin hukuk ve insan hakları taleplerinin İsrail'in dini taleplerinden daha meşru olduğunu ifade eden Altun, "Din esasına bağlı olarak kimliklendirilecek olan İsrail'in, Yahudi olmayan, örneğin Müslüman ve Hristiyan Arapların haklarını nasıl güvence altına alacağına dair bir güvence planda yer almıyor mesela. Böyle bir durumun evrensel değerlerle, modern ve laik devlet anlayışıyla ya da uluslararası hukukla izah edilebilir bir yanı olabilir mi?" diye konuştu.

Altun, Kudüs’ün statüsündeki son duruma ilişkin soru üzerine, şunları söyledi:

"Kudüs konusundaki BM kararlarına ve Oslo'ya rağmen plan, Kudüs'ün bölünmezliğini öngörüyor. Şehri tek parçalı haliyle İsrail'in egemenliğine dahil etmişler. ABD buna dayanak olarak ise 1995'te yayınladıkları Kudüs Büyükelçiliği kararını göstermiş. Yani kendi kararlarını İsrail’in Kudüs'teki hakimiyetine gerekçe olarak sunmuşlar. Uluslararası hukukta bunun hiçbir değeri ve karşılığı yoktur. Bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim. Plan, Harem-i Şerif'in statüsünü ve ibadet özgürlüğünü bir İsrail icadı olarak aktarıyor. Oysa herkes biliyor ki eski şehirde Osmanlı statükosu devam ediyor. Osmanlı zamanından bu yana Yahudiler Ağlama Duvarı’nda, Hristiyanlar kiliselerinde ve Müslümanlar da Mescid-i Aksa’da ibadetlerini özgürce yapabilmektedir. Ancak İsrail, keyfi olarak Harem-i Şerif’e hangi yaşta Müslümanların girebileceğini belirleyerek aslında bu statükoyu çiğniyor. Kudüs’ün çok dinli yapısı yok edilmek isteniyor ve aslında bir kültürel soykırım hedefleniyor."

Altun, "ABD'nin sözden barış planının hayata geçmesi mümkün mü?" sorusuna, "Plan, hazırlanma tarzı, içeriği ve önerdiği model yüzünden başarısız olmaya mahkumdur. Planla 242 ve 338 sayılı kararlarla Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu tarafından kabul gören iki devletli çözüm ihtimali masadan kaldırılmak isteniyor." karşılığını verdi.

- "TÜM HEDEFLERİ ZAMAN KAZANMAK VE İŞGAL EDİLEN ALANLARI GENİŞLETMEK"

"Planı hazırlayanlar da uygulanamayacağını gayet iyi biliyorlar. Zira plan uygulanabilirlik üzerine değil, Filistinliler ve Müslümanlar için 'kabul edilememezlik' üzerine kurulmuş." değerlendirmesinde bulunan Altun, şöyle devam etti:

"Baskıyla da olsa Filistinlilerin bu planı kabul etmeyeceği, planın hazırlayıcıları tarafından bilindiğinden dolayı Filistinli taraflar süreçten tamamen dışlandılar. Bunun İsrail açısından şöyle faydalı bir hesabın sonucu olduğu da ortada. İsrail 'planı (barışı) reddeden Filistinliler' söylemini işgalini daha da derinleştirmek, tek taraflı ilhaklarına uluslararası meşruiyet kazandırmak ve hatta ABD’nin doğrudan askeri yardımını (Gazze'ye karşı) celp etmek için kullanacaktır. Planın içeriğinden denklemin, Filistinlilerin kabul etmesi üzerine değil kabul etmemesi üzerine kurulduğu anlaşılmaktadır.

Tüm hedefleri, zaman kazanmak ve bu arada işgal edilen alanları genişletmektir. Bir kez daha altını çizerek söylüyorum; barış planı değil, savaş ilanıdır bu. Plan, İsrail devletinin güvenliğini önceleyen bir güvenlik mimarisi oluşturmayı hedeflemiş. Filistin devletinin ve halkının güvenliğini tamamıyla İsrail’in inisiyatifine ve insafına terk ediyor. Söz konusu güvenlik mimarisinin hayata geçmesi için topraksal sürekliliği olmayan bir Filistin devletine ihtiyaç duymuşlar. Buna göre İsrail, istediği zaman istediği gerekçeyle askeri, polisiye ve istihbari düzeyde müdahale hakkına kavuşabiliyor.

Öte yandan öngörülen güvenlik mimarisi bağlamında Filistinli her türlü oluşumu, organizasyonu ve siyasi partiyi de İsrail’e mutlak tehdit olarak tanımlıyorlar."

- "MÜLTECİ SORUNUN ÇÖZÜLMESİNE DAİR BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ YOK"

Altun, "ABD bu planın uygulanması noktasında nasıl bir hak görüyor kendinde?" sorusuna, "Planda bu nokta da dikkatlice işlenmiş. İsrail'in güvenliği söz konusu olduğunda ABD'nin başka hiçbir devlete veya uluslararası kuruluşa başvurmadan İsrail'in güvenliğini sağlayacak bütün gereksinimleri yerine getirileceği ifade edilmiş. Böylece ABD herhangi bir durumda uluslararası hukuku askıya alacak şekilde İsrail lehine müdahalede bulunabileceğinin zeminini ortaya koyuyor. Bu, uzun zamandır Trump yönetiminin gündeminde tutulan ABD-İsrail savunma anlaşmasının hayata geçirilebileceği izlenimini güçlendirmektedir." cevabını verdi.

Filistinli mültecilerin geri dönüş meselesinin planda nasıl işlendiğine ilişkin soru üzerine Altun, İsrail'in kurulması ve daha sonraki işgaller sırasında evlerinden sürülen Filistinlilerin geri dönüş hakkının Filistinlilerin barış görüşmelerinin ön koşulu olarak uzun zamandır sahip oldukları bir hak olduğunu söyledi.

Yeni sunulan işgal planı ile mültecilerin geri dönüşünü mümkün kılacak bir düzenlemenin yapılmadığının anlaşıldığına dikkati çeken Altun, "Bu anlamda mülteci sorunun çözülmesine dair bir çözüm önerisi de yok. Büyük ölçüde bu yaklaşımın demografik dinamikler düşünülerek İsrail’e dezavantaj oluşturmaması için böyle ortaya konulmuş. Zira yaklaşık 6 milyona yakın yerinden edilmiş Filistinlinin geri dönmesi, İsrail devletinin nüfus derinliğini Araplar lehine kaybetmesine neden olacaktır. Plan Lübnan, Ürdün ve Mısır'da yaşayan Filistinlilerin bulundukları devletlerde vatandaşlık alabilecekleri ekonomik bir program öngörmekle birlikte Filistin'in topraksızlaştırılmasına ek olarak nüfussuzlaştırma hedefini de net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla mültecilerin haklarından feragat etmek zorunda oldukları, hiçbirinin İsrail işgali altındaki evlerine dönmelerine müsaade edilmeyeceği ve Filistin’e dönmek isteyenlerin de İsrail’in onayına bağlı olacağı durumu ile karşı karşıyayız." değerlendirmesinde bulundu.

- "CUMHURBAŞKANIMIZ LİDER DİPLOMASİSİ ÇERÇEVESİNDE TÜM GİRİŞİMLERİ YÜRÜTÜYOR"

Altun, Türkiye'nin bu konudaki tavrının ne olacağı ve uluslararası alanda nasıl girişimlerde bulunacağına ilişkin soru üzerine sözlerini şöyle sürdürdü:

"Cumhurbaşkanımız bu plan ortaya çıktıktan sonra değil, yıllardır Filistin meselesinde çok net bir duruş sergiliyor. Çünkü Filistin meselesine ilkesel yaklaşıyoruz ve bu planı da işgal edilen Filistin topraklarının ilhakı olarak görüyoruz. Cumhurbaşkanımız açıkça ifade etti. Görünürde iki devletli çözümü kabul eden ama esasta Filistin'i tümüyle yok eden ve Kudüs’ü tamamen gasp eden bu planı asla tanımıyor ve kabul etmiyoruz. Daha önce de birçok defa vurguladığımız üzere, Türkiye, Filistinliler tarafından kabul edilmeyecek hiçbir girişimi desteklemeyecektir. Planın açıklandığı ilk günden beri tüm bölgesel ve uluslararası girişimleri de destekleyen çalışmaların içerisindeyiz.

Cumhurbaşkanımız, lider diplomasisi çerçevesinde tüm girişimleri yürütüyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir görüşme gerçekleştirdi ve tüm çabalarına destek olacağını iletti kendisine. Planın dünya kamuoyuna doğru anlatılması ve esas niyetin ortaya çıkarılması konusunda girişimlerimiz olacak. Abbas’ın bu konudaki diplomatik ve hukuki tüm girişimlerinde birlikte hareket etme sözü de ayrıca verildi kendisine."

Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye ile de İstanbul’da bir araya geldiğini, ayrıca bu plan gündemli olarak Cidde’de yapılacak toplantıya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun katıldığını anlatan Altun, "Cumhurbaşkanımız bu toplantıya katılımın yüksek olması için de çaba gösterdi. Umuyoruz ki bu işgal ve ilhak planı bazı Arap ülkelerinin artık gerçekleri görmelerine vesile olur." şeklinde konuştu.

- "BU PLAN BAŞARISIZ OLMAYA MAHKUMDUR"

ABD'nin sözde barış planına ilişkin Türkiye'de alınan ortak tavır ve gösterilen tepkinin sorulması üzerine Altun, TBMM'nin konuya ilişkin ortak bir tepki metni yayımladığını anımsattı.

Tüm siyasi partilerin siyasi farklılıklarını bir kenara bırakarak çok net bir şekilde ortaya koydukları bu duruşun elbette diplomaside ellerini güçlendiren en kıymetli hususlardan biri olacağına dikkati çeken İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Bunun diğer ülkelere de örnek olacak şekilde yayılması da ayrıca değerlidir. Bu işgal planını, barış planı olarak sunma cüretinin İslam dünyasının bir arada durmamasından kaynaklandığını gerek yöneticilerimiz gerekse de milletimiz çok iyi bilmektedir. Bu planı bölgedeki tüm darbe ve işgal girişimlerinden bağımsız da düşünmüyoruz. 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminde payı olanlar, Mısır'da başarsalar da Filistin'de başaramayacaklar. Bu plan başarısız olmaya mahkumdur. Çünkü iç siyasi hesaplarla alelacele, iyi düşünülmeden kotarılmak istenen bir çalışmadır." dedi.

Editör: Haber Merkezi