Burak ÖZCAN I TÜRKGÜN
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgemizde gelişen tehlikelere karşı Türk milletinin birliğine dikkat çektiği iç cephe vurgusunun, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin DEM’e el uzatmasıyla hayat bulmasının karşısına ilk dikilen isim, İP Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu oldu.
Dervişoğlu, yaşanan gelişmelere karşı konumunu, “Bunların ince siyasi hesaplarının ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Hangi hesaplarla HÜDAPAR’ın elini kaldırdıklarını, hangi amaçlarla DEM’e el uzattıklarını görüyor ve takip ediyoruz. Türkiye’yi sizlere ve sizin kirli planlarınıza kurban ettirmeyeceğiz” sözleriyle belirledi.
Bu sözler, öylesine söylenmiş ifadelerden değildi.
Nasıl ki Cumhur İttifakı’nın ortakları dünyaya Türkiye’nin sarsılmaz bir iç cepheye sahip olduğunu göstermek için çabalıyorduysa, Dervişoğlu da takındığı tavırla ülkemize yönelen tehditler karşısında Türk milletini önceleyen herhangi bir düşünceye sahip olmadığını cümle âleme ilan ediyordu.
Yapılan iç cephe vurgusunu “ince hesap” şeklinde değerlendiren, dahası iç cephenin sağlamlığı doğrultusunda uzatılan eli “kirli plan” olarak gören Dervişoğlu’nun ithamları, ayrıca onun ne denli bihaber olduğunu kanıtlıyordu.
Onca yıl bir tarihçinin çantasını taşımış biri için bu hâl gerçekten düşündürücü değil miydi?
Olaylara tarihi açıdan yaklaşamadı
Dervişoğlu, aksini iddia ediyorsa buyursun…
Önce “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez” ifadelerinin sahibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine açıklık getirsin.
Daha sonra da Atatürk’ün bu sözlerin devamında kurduğu “Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir. Bu gerçeği bizden daha çok bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarılı da olmuşlardır. Gerçekten ‘kaleyi içinden almak’, dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu amaçla şahıslarımıza kadar temasa gelebilen bozguncu mikropların, araçların varlığını iddia etmek doğrudur. Meclisin düşünüş biçimi, çalışması, vaziyeti, düşmana ümit verici olmadıkça iç ve dış cephelerimizin yerinden oynamasına olanak ve olasılık yoktur” cümleleriyle işaret ettiği noktayı açıklasın.
Dervişoğlu, bu isteğimizi yerine getirebilir mi?
Hiç zannetmiyorum…
Sadece oy hesabıyla hareket etti
Zira onun durduğu yer, Mevlana’ya atfedilen “İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar. Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar” deyişinde anlatılan noktaydı.
Dervişoğlu, ince hesap ve kirli plan benzetmeleriyle aslında kendi dünyaya bakışını tarif etmekteydi.
1 Ekim 2024 tarihinden bu yana neredeyse her gün, dünyaya devlet, millet ve tarih perspektifinden baktığını gösteren değil, sadece oy hesabıyla hareket eden biri olduğunu kanıtlayan söylemler geliştirip durdu.
Böylece, kendini ve partisini yakacağı çoktan anlaşılan gaflet ateşine yeni bir odun atmaktan başka bir şey yapmadı.
Müsavat Dervişoğlu’nun, iç cephenin ardından yaşanan gelişmelere şaşı bakışı, onun dünyayı oy hesabından başka bir şekilde görmeyen gözlere sahip olduğunu daha net ortaya koydu.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, “Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el, İlk Meclisin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır. Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenelim temenni ve teklifidir” sözleriyle terörsüz bir Türkiye’nin kapılarını ardına kadar aralamasına ilk karşı çıkan kişi olması, Müsavat Dervişoğlu’nun yönetimindeki İP’in pozisyonunu terörsüz Türkiye’nin karşısına sabitledi.
“Terör örgütünü devlet tasfiye eder. Terörün bittiğini de devlet ilan eder! Terörist başından hüküm bekleyene devlet değil, gaflet ve dalalet denir!” şeklindeki yorumu, Dervişoğlu’nun tarih derslerine olan ilgisi kadar, gençliğini nasıl harcadığı noktasında da ciddi şüpheler oluşturdu.
Gaflet, dalalet sözlerini kullanan Dervişoğlu’nun, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e Gençliğe Hitabesi’ndeki “Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler” sözlerine atıfta bulunduğu belliydi.
İşte tam da bu noktada, akıllara gelen iki soru Dervişoğlu açısından işlerin hiç de yolunda gitmediğini gösteriyordu.
İç cephenin önemine dikkatleri çekmek mi dalaletti?
Terörsüz bir Türkiye istemek mi gafletti?
İç cephesi sapasağlam, terörsüz Türkiye hedefine ulaşmış bir Türkiye’de kazanan millet mi, yoksa iktidar sahipleri mi olacaktı?
Dervişoğlu, attığı taşın kendini vuracağını bile bile, bir kez daha ele geçirmesi meçhul olan Meclis kürsüsünü, niçin siyasi tiyatrolar çevirmek için kullanıyordu?
Partinin eriyişini gizleme uğraşı
Bu durumun birçok nedeni vardı.
Önem sırasına göre sebepleri sıralamak ve bunları gerekçelendirmek mümkündü.
Örneğin, Dervişoğlu’nun genel başkanlığa gelmesinin ardından İP’te başlayan istifa furyası durdurulamıyordu.
Milletvekilleri, belediye başkanları, partinin il ve ilçe yöneticileri bir bir “Zaten bitmiş olan İYİ Parti’nin bugün fişi çekildi. Emek hırsızlarını Allah’a havale ediyorum” diyerek İP’ten istifa ettiğini açıklıyordu.
Dervişoğlu’nun terörsüz Türkiye hedefine karşı geliştirdiği duruş, esen istifa rüzgârını dindiremiyordu.
Zaten dindirmesi de beklenmiyordu.
Amaç, istifa haberlerinin yerine basında sert çıkışlarla yer almaktı.
Nasıl olsa Terörsüz türkiye ülküsüne karşı açılan istismar ve karartma cephesinin askerliğine soyunan basın, bu amaca ulaşılması doğrultusunda yeterince hizmet veriyordu.
İkinci ve en önemlisi olarak İP’liler, terörsüz Türkiye’ye karşı durarak geçmişte sahip oldukları lakin bugün kötü olduğunu düşündükleri sicillerini silme girişiminde bulunuyordu.
Dönekler küfrederler
Müsavat Dervişoğlu ve birçok İP’linin geçmişte MHP ve Ülkücü Hareket mensubu olduğu malumdu.
Ama onlar bazıları gibi bulundukları dağdan kalkıp göçerken, gittikleri yerin yenisi olamayıp “eski ülkücü” sıfatını kullanmaktan vazgeçmeyenlerden ziyade, büründükleri yeni kimliği milletimize anlatmanın yollarını arayan serçe sürüleriydi.
Bu durumlarını, benimsedikleri “Ernest Renan milliyetçiliği” tanımını göğüslerini gererek açıklamak üzerinden yapıyorlardı.
İP’lilerin bindikleri yeni geminin yelkenlerini dolduran rüzgârlar başkaydı, haliyle oy almak için uğradıkları yeni limanlar da farklıydı.
Tamamen değiştiklerini, gerçek bir Türk milliyetçisi veya samimi bir Ülkücü olmadıklarını terörsüz bir Türkiye’den rahatsız olduklarını dile getirerek gösteriyorlardı.
Elbette Müsavat Dervişoğlu’nun terörsüz Türkiye’ye ateşler püskürmesinin tek sebebi bu değildi.
Terörsüz Türkiye hedefini çarpıtmak için akıl almaz yalanların arkasına saklanarak yaptıkları işlerin altında yatan nedenlerden biri, emin olun, eskiden Ülkücü olduklarını unutturma çabasından kaynaklanıyordu.
Ne diyordu, o meşhur söz?
“Dönekler, döndükleri şeylere karşı çok sinirlidirler... Dönekler döndükleri şeylere herkesin tepkisinden daha fazla tepki duyarlar... Dönekler, döndükleri davadan kendi küçük çıkarları için dönmediklerini anlatmak için döndükleri şeylere sürekli küfrederler…”
Bu cümleler ışığında bakınca, terörsüz Türkiye hedefi üzerinden MHP’ye yüklenirken haksız ithamlarda bulunmaların sebebinin döndükleri yeri unutturma arzusundan kaynaklandığı anlaşılıyor muydu?
O hâlde, İP’lilerin unutturma uğraşında oldukları bir başka kötü sicile projektör tutalım mı?
DEM’le ittifakın utancı
DEM Parti üzerinden MHP’ye kurdukları cümleleri duyanlar, İP’lilerin DEM konusunda aşırı derecede duyarlı olduklarını düşünebilirlerdi.
Şöyle ki, Müsavat Dervişoğlu bir konuşmasında “DEM’i alkışlayan, ona el uzatan adam İYİ Partiye kötülük nifakları saçıyor. Sayın Bahçeli’nin yaptığı hiçbir şey beni şaşırtmaz, bana da sürpriz olmaz. Yani bu konuda herkes müsterih olsun. Biz onun ne olduğunu, kim olduğunu herkesten iyi biliyoruz” ifadelerini kullandı.
Bu ve benzeri nice açıklamayla DEM’e uzatılan el konusunun üzerinde tepinip durdu.
İyi de dönemin DEM’i HDP ile defalarca seçim ittifakı yapan kimdi?
Bir milletvekili daha çıkarmak, bir belediye daha kazanmak uğruna Kandil’den gelen destek açıklamalarına el açan, ses çıkarmayan kimdi?
Dün terör örgütünün kendi adayına desteğini kuzuların sessizliğiyle karşılayan adamın, bugün terör örgütüne silah bıraktırılmasına aslan kesilip yaşananları “yolun sonunda terör devletleşecek” gibi akıl almaz yorumlar getirmesi, ikiyüzlülüğünün ilanı değilse neydi?
Müsavat Dervişoğlu dün, bugün olduğu gibi yüksek sesle “Bizim PKK’dan gelecek desteğe ihtiyacımız yok” diyebildi mi?
HDP’li Fatma Kurtulan “İyi Parti size söylüyorum. Şu an koltuklarınızda HDP’nin ve PKK’ya gönül vermişlerin oylarıyla oturuyorsunuz” dediğinde bir cevap verebildi mi?
Meclise girebilmek için HDP-DEM ile iş birliği yaparak menfaat elde edenlerin, sıra Türkiye ve Türk milletinin menfaatine yani Terörsüz Türkiye’ye geldiğinde hoplayıp zıplamaları tesadüf olamazdı.
Şehitler geliyormuş, önemli değildi, yeter ki bunlar ceylan derisi koltuklara oturabilsindi.
Türkiye terörle ateş deryasına sürükleniyormuş, kıymeti yoktu, yeter ki bunlar bir seçim daha Mecliste yer alabilsindi.
Bunu sağlamanın yolu, günümüzde DEM vurgulu MHP’yi ve onun liderini hedef alan konuşmalarda aranıyordu.
Oysa perde arkasında gizlenmek istenen, DEM’li geçmişten duyulan utanç gün gibi ortadaydı.
Komisyonu ‘komisyonculukla’ suçladı
Müsavat Dervişoğlu’nun terörsüz Türkiye hedefi açıklandığından beri söylemediği yalan, atmadığı iftira kalmadı.
Terörsüz Türkiye’yi “ihanet süreci” olarak tanımladı, terörsüz Türkiye’nin “birlik ve bütünlüğümüze kast edeceğini” savundu, terörsüz Türkiye ile “Türk milletinin aldatıldığını” söyledi.
Nitekim TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na üye vermedi.
Yetmedi, kurulan komisyonu “komisyonculukla” suçladı.
Bu durumu bile oy avcılığı olarak kullandı.
Yıllarca arkasından gitmek için Atatürk gibi bir adamın siyaset sahnesinde var olmasını beklediğini ifade ettikten sonra, soluğu Müsavat Dervişoğlu destekçiliğinde alan gazeteci Yavuz Selim Demirağ “Bu komisyon meselesinde hakkını teslim etmek lazım, bu konuda en sağlam duran İYİ Parti’ydi. İYİ Parti bunun karşılığını aldı. Bakın %7,5’lara çıkmış. Ciddi bir rakam bu, ben bu duruşla İYİ Parti’nin daha da yükseleceği kanaatindeyim” cümleleriyle İP’in komisyona katılmamasına övgü dolu yorumlarla yaklaştı.
İP’in oyları uçuyordu madem, neden İP sahalara inip halkla buluşmadı?
İP’in ihanetle suçladığı MHP’nin, mahalle mahalle, köy köy Türk milletiyle buluştuğu içerisinde bulunduğumuz zaman diliminde, söylemlerinin büyük teveccühle karşılandığı iddia edilen İP’in vatandaşlarımızla bir araya gelmekten çekinmesi tuhaf bir durum oluşturmuyor muydu?
“Oyumuz artıyormuş, oyumuz azalıyormuş, arkadaşlar, aziz milletim, vatan tehdit altındayken, milli güvenlik duvarlarımız hain akınlarla sallanıyorken, oy ve seçim endişesiyle başımızı kuma gömmek bizim kitabımızda yazmayan alçalma ve aşağılanma hâlidir. Böyle bir şeyi de tamamen reddediyoruz. Terörün bitmesi milli ülküdür. Bu ülkü siyasi namus simgemizdir” diyen MHP Lideri Devlet Bahçeli ile İP Genel Başkanı arasındaki farkın, Türk milletinin nezdinde biliniyor olması mı acaba İP’lileri milletimizden uzak tutan nedendi?
Hep bir ağızdan aynı söylemler
Türkiye emin adımlarla terörsüz Türkiye’ye ilerlerken, Müsavat Dervişoğlu’nun sürece karşıtlığın çıtasını yükseltmesi için kendince nedenleri hep vardı.
Dervişoğlu, İmralı’ya kurucusu olduğu terör örgütünü feshettiren çağrının yaptırılması konusuna daima özel parantezler açtı.
PKK silah bırakırken “Bu silah bırakma değil, cambaza bak oyunudur!” açıklamasını yaptı.
O bu duruşu sergilerken, İP’li yöneticiler tam kadro arkasındaydı.
Şehit bacısına ettiği küfür sonrası partiden kapı dışarı edilmesinden aldığı güce dayanıp “bugün atılan adımların geçmiş dönemki çözüm süreciyle aynı olduğunu” öne süren Lütfü Türkkan’dan…
Terörsüz Türkiye’ye bakış açısını “Siz kapalı kapılar ardında millete kabul ettirmek için birtakım senaryolar ortaya koyuyorsanız, biz bu pazarlıkları bozarız” sözleriyle ortaya koyan Turhan Çömez’e…
Terörsüz Türkiye’yi “ihanet süreci” olarak görüp “geçit vermeyeceğini” belirten Uğur Poyraz’a…
“Terörsüz Türkiye güzellemesi ikinci Sevr” diyen Ayyüce Taş’a…
“Kim, kimi, nasıl bir kere daha, bir teröristle ‘devlet meselesi’ müzakere etmeye ikna ettiğini” bilmediğini açıklayan Selcan Taşçı’ya kadar…
Aynı söylemlerle iftira atmaktan bıkıp usanmayan Hakan Şeref Olgun, Yüksel Arslan, Selçuk Türkoğlu, Erhan Usta, Şenol Sunat, Ömer Karakaş, Buğra Kavuncu, Cenk Atıcı, Mehmet Aslan ve daha niceleri…
Müsavat Dervişoğlu’nun başı çektiği ve aralarında terörsüz Türkiye karşıtlığını dile getirmek söz konusu olduğunda her yola başvuran tayfanın arasında ne ararsan vardı.
Mesela, kurulduğu günden beri İP semalarında uçuşuna yolsuzluktan tutuklu eski İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na şarkı yazmak için ara veren Murat İde dahi İP yörüngesine geri dönüşünü “Yanlış anlamayın, pazarlık falan yok! Biraz petrol, biraz elektrik, biraz anadil, biraz anayasa değişikliği, Suriye’de biraz devlet, bir de Cumhuriyet’ten önceki anayasa. Ha bir de Öcalan serbest kalsın. Pazarlık yapmıyor, teslimiyet istiyorlar!” sözleriyle terörsüz Türkiye karşıtlığını ortaya koyarak duyurdu.
İşin ilginci, tüm bu algı operasyonlarına cevap eski ortaktan geldi.
‘Pazarlık yok’
Sırrı Süreyya Önder’in “Çok spekülatif tartışmalar oluyor. İnanın silah kadar zarar veren bir dil bu. ‘Ülke bölünecek, çift bayrak, çift dil’ falan. Arkadaşlar, gündemimizde ne böyle bir şey var ne bunu tartıştık ne de bunun iması yapıldı. Böyle bir şey yok” şeklindeki cümleleri ile…
Ahmet Türk’ün “Kimseyle de bir pazarlık yok ama şu var ki bu seferki hem gelişmeler Kürtler ve Türklerin bir arada olmasını zorlayan bir süreç, zorunlu kılan bir süreç başka şansımız yok, eskisi gibi çok uç şeyleri gündeme getirmemek gerekir çünkü bir pazarlığa dönüşüyor, seçimle bunun ilgisi yok, bir pazarlık yok. Çok acılı, sancılı süreçler yaşandı. Toplumda bir ayrışmanın bir gerginleşmenin olduğu bir noktada, emperyalizmin tüm güçleriyle Orta Doğu’ya saldırdığı bir noktada kendi meselemizi kendimizin çözmesi gerek” şeklindeki açıklamalarında İP’in durup düşüneceği noktalar yok muydu?
Sırrı Süreyya Önder’in pazarlık olmadığını belirttiği ve Ahmet Türk’ün emperyalizm tehlikesine dikkat çektiği günlerde, Müsavat Dervişoğlu “ABD’nin verdiği silahları PYD/PKK teslim eder mi hiç, siz geri zekâlı mısınız?” sözleriyle Türkiye’nin terörle mücadeledeki stratejik hamlelerini aklınca gölgelemeye çalışıyordu.
Müsavat Dervişoğlu, ABD’nin verdiği silahların asla geri alınamayacağından nasıl bu kadar emindi?
Terörsüz Türkiye’nin yoluna takoz olma uğruna kılıktan kılığa giren milliyetsiz milliyetçiler, söz konusu yabancı başkentlerde yazılan senaryolarda oynamak olduğunda kendilerine verilecek roller için biçilmiş kaftan oldukları mı gösteriyordu?
Bu soruların cevapları, içimizdeki emperyalist uşaklığını siyaset sananın kim olduğu netleştirdiyse sıra, yazı dizimizin yarınki bölümünde siyonist aparatlığına bürünerek siyaset ürettiğini zanneden zavallının Terörsüz Türkiye dosyasının kapağını açmaya geliyordu.
YARIN: TERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE YÖNELİK PROVOKATİF SÖYLEMİN ANA AKTÖRÜ