İHANET, BEDELİNİ HER ZAMAN ÖDER! İZMİR’DE BİR PAPAZIN HAZİN HİKÂYESİ (6)

Türk ordusunun İzmir’e girişinden önce, Metropolit Hrisostomos, Yunanlılarla birlikte kolayca kaçabilecek iken şehri terk etmemişti. Güvenlik kuvvetleri Hrisostomos’u sorgulamak üzere karakola götürürlerken, katlettirdiği insanların yakınları tarafından linç edilmesi engellenemedi. Bu insanlar Hrisostomos’tan dolayı o kadar çok acı çekmişlerdi ki, metropolite karşı duydukları kin ve nefreti bastıramadıklarından, metropolitin cesedini darağacına asmaktan da kendilerini alamadılar.

TÜRK ordusu, İzmir yangınında da aldığı tedbirlerle Rum evlerinin yağmalanmasını önlemeye çalıştı. Yangından sonra evsiz ve sokakta kalan binlerce Rum ve Ermeni, Kemer İstasyonu yakınındaki barakalara yerleştirildi ve beslenmeleri kolorduca sağlandı. Bütün bunlara rağmen, “yangın sırasında Türk askerlerinin, Rum mahallelerinin çıkış noktalarına makineli tüfeklerle mevzilendiği ve yangın bölgesinden kaçmak isteyen Rumlara ateş ettiği” söylentisi yayılmıştı. Hâlbuki gerçekler tamamen başkaydı. İllustration dergisinin yazarlarından Fransız Paul Tappunier, yangın başladıktan sonra bir Türk subayının eşliğinde karaya çıkmış ve yangın bölgelerini gezmiş bir gazeteci olarak önemli tespitler yapmıştır. Trappunier, “Türk askerlerinin yanan mahallelerin talan edilmesini önlemek amacıyla bölgeyi kontrol altına aldığını” belirttikten sonra, “alevler arasında insan siluetleri görüyorsun. Bunlar Türklere teslim olmamak için evlerini yakan ve alevler arasında ölmek cinnetine kapılmış fanatiklerdi” demektedir.

Yine aynı Fransız Paul Tappunier, “Türkler, gemilere binmek ve ayrılmak isteyenlere istisnasız müsamaha gösteriyorlardı” demiştir. Tuzakoğlu fabrikası civarında, Hükümet Konağı’nda ve bazı başka yerlerde yaşanan ve Türk ordusunun mensuplarının şehit olması ve yaralanmasına yol açan bazı olaylar sayılmazsa; Türk ordusunun İzmir’e girdiği zaman Rumlar tarafından silahlı bir direnişle karşılaşmaması da yerli halk açısından büyük bir felaketin yaşanmasını engellemiştir. İşgal günlerinde Yunanistan’ın İzmir’de kurduğu “Milli Müdafaa Teşkilatı”, Türk ordusu İzmir’e girmeden hemen önce direnmek amacıyla şehirdeki Rumlara silah ve cephane dağıtmış ise de birkaç olay dışında bunları kullanamamışlardı. Ayrıca, kurtuluş sonrasında Batı Cephesi Komutanlığı’nın verdiği emir gereğince olay çıkmasını önlemek amacıyla Rum erkekleri de toplanmaya başlanmıştı.

Elbette silahla direnmeye çalışan azınlık mensuplarına karşı, ordunun davranışı sert oldu. İzmir Ermenileri, Türklerin kendilerini öldüreceklerine “bağnazca” inandıkları için Türk askerlerine silahlı ve bombalı saldırılarda bulundular. Olayları yakından takip eden görgü tanığı bir Fransız, 10 Eylül 1922 tarihli bir mektubunda kurtuluş sonrası Ermenilerin orduya karşı tavırlarını şu şekilde anlatıyor: “Ermeniler, Basmahane civarındaki mahallelerinde Türk askerlerine el bombaları attılar. Tabii onlar da buna ateşle karşılık verdiler. Özellikle Ermeni Kilisesi, oldukça iyi hazırlanmış bir direnme merkezi halinde idi. Takviye alan Türk polisleri, bugün yarın bu direniş merkezini düşürmek için, hücuma geçecekler. Bütün olarak İzmir şehri hele Basmahane bölgesi, ağlanacak bir görünüşte. Sokaklarda yürümek bile tehlikeli, çünkü her tarafı sıkıca sarılmış evlerine sığınan Ermeniler, pencerelerinin ardından el bombası atmaya ya da tüfekle ateş açmaya hazır bekliyorlar. Türk askerleri, 11 Eylül günü Ermeni çetecilerin merkezi olan kiliseyi basarak, pek çok Ermeni çeteciyi etkisiz hale getirdi. Türk askerleri tarafından yakalanan Yunan askerlerinin büyük bir kısmı, Sarıkışla bahçesinde oluşturulan geçici esir kampında toplandılar.” Sarıkışla’da toplanan Yunan esirlerinin sayısında farklı rakamlar bulunsa da 9 Eylül günü öğleden sonra saat 15.00’te Batı Cephesi Komutanlığı’na gönderilen bir raporda, Yunan esirlerinin sayısının 400 olduğu bildirilmiştir.

8-9 EYLÜL 1922 GÜNLERİNİ GÖRGÜ TANIĞI BİR FRANSIZ ANLATIYOR

8 Eylül 1922’den itibaren İzmir’de büyük bir keşmekeşin başladığı, yağma hareketlerinin önlenemediği, şehirden kaçmak isteyenler ile Türk ordularının önünden kaçarak şehre yığılan düzensiz Yunan askerlerinin yarattığı asayişsizlikten dolayı düzenin tamamen bozulduğu anlaşılmaktadır. Fransızlar tarafından işletilen İzmir-Kasaba (Turgutlu) Demiryolu Şirketi Müdürü’nün 8 ve 9 Eylül 1922 tarihli iki mektubunda o iki gün yaşananlar şöyle anlatılmaktadır: “Halkapınar’da demir yolu üzerinde duran, askeri yeme içme malzemesi yüklü vagonları askerler ve sığınmacılar yağma etti. Buna karşı koyacak hiçbir güvenlik gücü ortada kalmadı.

Basmahane Garı da Halkapınar’da olduğu gibi yağma edildi. Burada hiçbir denetim yok. Garda görevli Yunanlı komutanın yanında, böyle bir güvenlik sağlama işinde kullanabileceği bir tek asker kaldı; o da bize gelerek artık gideceğini bildirdi ve veda etti.” 9 Eylül 1922 sabahı kargaşanın artık çılgınlık derecesine ulaştığı görülüyordu: “Geriye kalmış son Yunanlı askerler ve güvenlik görevlileri, Basmahane Garımızın kapıları önünde, gelip geçenleri düpedüz soydular, karşı koymaya çalışanlara ateş açtılar. Böylece, birkaç dakikalık bir sürede üç kişi öldürüldü ya da yaralandı; müstahdemlerimizden birinin de üzerinde ne kadar parası varsa çalındı…”

BİR RUM GAZETECİ: DENİZ BİLE ÖLMÜŞ!

Hristos Solomonidis, İzmir’de çıkan Rum gazetelerinden birinin sahibinin oğlu idi. Türk ordusunun İzmir’e girişinden sonraki karışıklıklarda babası öldürülmüş, kendisi Yunanistan’a kaçmış ve sonra Yunanistan’da bakanlık yapmıştır. Yunan “Megali İdea” ve “Enosis” hayallerinin Akdeniz’e gömüldüğü o günlerdeki yaşananları, Rumların hayal kırıklıklarını şöyle anlatmıştır: Cephe yıkıldı! Korkunç haber İzmir’e bir yıldırım hızıyla geliyor… Melankolik ve kederli bir halde rıhtımda dolaşıyoruz. Deniz bile ölmüş. Gökyüzünde kesif bulutlar ayı örtmeye çalışıyor… 8 Eylül gecesi Kordon’da son gecemiz. Neden ağlıyorsun dostum? Neden gökyüzüne bakıyorsun? Çünkü tatlı memleket ben seni çok seviyorum. Çünkü her şey trajik, kanlı ve mücrimane (suçlu) bir şekilde son buluyor. Gece ölmek üzere olan Küçük Asya Yunanistanı’nın ölüm hırıltısı başlamıştır… 9 Eylül… Beklemenin kâbuslu günü. Askeri karargâh gemilere bindirildi. Son resmi memurlar da ayrıldı. Şehir şimdi müdafaasız kalıyor. Binlerce Rum, gemilere binmek ümidiyle Kordon’da dolaşıyor. Çünkü limanda çok gemi var ve bunlar, binlerce Rum’u alıp birkaç saatte Sakız ve Midilli’ye götürebilir. Fakat Stergiadis, halkın gitmesine müsaade edilmemesi için şiddetli emirler veriyor. O günün ikindi vakti, bu meş’um vali, İngiliz deniz piyadelerinin muhafazası altında ve halkın lanetleri arasında, rıhtımı geçerek Iron Duke zırhlısına biniyor. Yabancı zırhlı onu Nis’e götürdü. Zalim Vali, Yunan topraklarına bir daha adım atmağa cesaret edemedi. Dışarıda, Yunan vatanından uzakta öldü. Aynı gün akşamı donanmamızın İzmir’den ayrılması emredildi. Başta Limnos, sonra Ellias gidiyor ve onları diğer torpidolar takip ediyor. En son, silahsız Naksos gemisi kalkıyor. İzmir’de Yunan varlığının son anı! Kordon’u dolduran binlerce Rum’un son ümidi de sönüyor. Keder verici kafileyi yaşlı gözler takip etmekte… Solomonidis, Yunan savaş gemilerinin 9 Eylül akşamı İzmir’den ayrıldığını söylerken yanılmaktadır. Son Yunan savaş gemilerinin 8 Eylül 1922 günü saat 18.25’te İzmir limanından ayrıldığını, resmi belgelerden ve İngiliz Amirali Brock’un raporlarından bilmekteyiz.

GELELİM HİKÂYENİN SONUNA: 10 EYLÜL 1922 PAZAR HRİSOSTOMOS HUZURDA

9 Eylül 1922 Cumartesi gecesini Nif’te (Kemalpaşa) geçiren Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922 Pazar günü yanında Fevzi (Çakmak), İsmet (İnönü), Asım (Gündüz) ve diğer paşalar olduğu halde İzmir’e girdi. Büyük bir karşılama töreniyle saat 14.00’te Konak Meydanı’na adını veren Hükümet Konağı’na geldi.

Konak Meydanı hıncahınç dolmuş, insanlardan yer gözükmüyordu. Kalabalığın coşkunluğuna bakmak gözleri, haykırışlarının çokluğu kulakları yoruyordu. Kalabalık adeta kıyametvari bir ortam yaratmıştı. Meydanın ta denize yakın öte ucundan başlayıp Hükümet Konağı’nın duvarlarına kadar ortalığı tıka basa dolduran insan kalabalığı olduğu yerde kaynıyor, uğulduyordu. Binlerce yüzler, binlerce el çırpmalar, binlerce haykırışlar ortalığı kaplamıştı. Alkışlayan, bağıran bir uğultu dalgası sürekli olarak Başkomutan’ı balkona çağırıyordu. Nihayet Gazi Paşa, Hükümet Konağı’nın balkonuna çıktı. İzmirlilerin bağrışları, sevinç çığlıkları adeta bir fırtınanın en şahlanmış zamanına dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa, Hükümet Konağı’nın balkonundan, çılgınca sevgi ve şükran duygularını dile getiren gösterilerde bulunan vatandaşları selamladı. Onlara, “başarı benim değil, sizindir, milletindir” diyerek milletine olan derin saygı ve bağlılığını sundu. Daha sonra İzmir Valilik makamına geçen Gazi Paşa, üst düzey komutan ve yetkililer ile görüşmelere başladı. Büyük devletlerin “bembeyaz giyimli, başı açık” konsolosları ile teker teker görüştü

İzmir’in kurtuluşu, başta İstanbul olmak üzere bütün yurtta sevinç yarattı. Şehrin işgaliyle birlikte Sultanahmet Meydanı’na asılmış olan siyah bayraklar indirilerek, yerlerine yeniden Türk bayrakları çekildi. Fener Patrikhanesi önünde toplanan halk, patrikhaneyi protesto etti. Türk ordusunun İzmir’e girişinden önce, şehirdeki Yunanlı yöneticilerin, yerli Rumların ya da işgal günlerinde bunlarla iş birliği yapmış olan Türklerin ileri gelenlerinden hemen hemen hepsi kaçmışlar, şehri terk etmişlerdi. Metropolit Hrisistomos onlarla birlikte kolayca kaçabilecek iken şehri terk etmemişti. İngilizlerden veya diğer İtilaf Devletlerinden sığınma isteyebilirdi, bunu da yapmamıştı. Kendisinden bunu talep edenleri de dinlemeyen Metropolit Hrisistomos’un, işgal öncesi ve sırasında yaptıklarının kendisi için nasıl bir tehlike oluşturabileceğini idrak etmediği anlaşılıyordu… Tehlikeyi küçümsediği anlaşılıyordu…

İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi şiddetle protesto edilirken İzmir’de, ne yapacağını şaşıran Metropolit Hrisostomos, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istediğini söyledi. Bu isteği kabul edilmedi. Ancak 10 Eylül 1922’de Vali Nurettin Paşa ile görüşmesine izin verildi. Bazı araştırmalarda Hrisostomos’u ve İzmirli Rumların ileri gelenlerini Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın vilayet konağına çağırttığı ifade edilmektedir. Hrisostomos yanında Belediye Meclis Üyesi Klimanoğlu, Çürükçüoğlu ve Türklerce sevildiği için “paratoner olarak” yanına aldığı Timoleon Efendi ile birlikte vilayet konağına geldiğinde, orada bulunan Mustafa Kemal Paşa, Nurettin Paşa’ya takılarak, “Senin dostundur! Git görüş, ben görüşmek istemem” diyerek Nurettin Paşa’yı dışarı gönderdi. Bu görüşme sırasında Hrisostomos, Nurettin Paşa’yı tebrik etti. Nurettin Paşa, Hrisostomos’a yaptıklarını hatırlatınca metropolit titreyerek ellerine kapandı. Nurettin Paşa Hrisostomos’a, “Artık kendisini Rum Metropoliti olarak tanımayacaklarını, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini kabul etmeyeceğini, yerine bir vekil tayin etmesini” söyledi.

Güvenlik kuvvetleri Hrisostomos’u sorgulamak üzere karakola götürürlerken, katlettirdiği insanların yakınları tarafından linç edilmesi engellenemedi. Bu insanlar Hrisostomos’tan dolayı o kadar çok acı çekmişlerdi ki, metropolite karşı duydukları kin ve nefreti bastıramadıklarından metropolitin cesedini darağacına asmaktan da kendilerini alamadılar. Hrisostomos’un ruhu için, Fener Patrikhanesi’nde 25 Eylül 1922’de bir âyin düzenlendi. Bu ayinde Patrik Meletios, Hrisostomos’un hizmetlerinden bahsederek ruhu için dua etti. Özellikle İstanbul’u terk eden ve etmek isteyen Rumları eleştiren Meletios, küstah bir ifadeyle Hrisostomos gibi cesur olmalarını istedi!

YARIN: FAHRETTİN PAŞA ANLATIYOR: ‘ALLAH’IN ADALETİ NASIL TECELLİ ETTİ’