Türkler, İslâmî kültür değerleriyle kendi kültürel özelliklerini yoğurarak yeni ve özgün bir Türk-İslâm Medeniyeti yaratmışlardır. Kültür sentezinde, devlet yönetimi, ordu, sosyal hayat ve sanatın her dalında güçlü Orta Asya Türk Kültürü ağır basıyordu. Buna karşılık, özel hukuk, dil, yazı gibi alanlarda Arap ve Fars unsurları etkili olmuştur.

İSLÂM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET -1-

İSLÂMİYET’ten önceki dönemde de yüksek bir medeniyetin sahibi olan Türkler, İslâm kültürü içinde erimemişler ve kendi kültürlerini korumuşlardır. İslâmî kültür değerleriyle kendi kültürel özelliklerini yoğurarak yeni ve özgün bir Türk-İslâm Medeniyeti yaratmışlardır. Bu dönemde, kaynaşmanın tabiî sonucu olarak meydana gelen kültür sentezinde, devlet yönetimi, ordu, sosyal hayat ve sanatın her dalında güçlü Orta Asya Türk Kültürü ağır basıyordu. Buna karşılık, özel hukuk, dil, yazı gibi alanlarda Arap ve Fars unsurları etkili olmuştur. Hun-Görtürk-Uygur-Karahanlı ve Büyük Selçuklu çizgisinde bir devamlılık ve bütünlük içinde gelişen Türk Medeniyeti, Arap ve Fars asıllı İslâm devletlerinin kültürel özelliklerinden farklılık gösteriyordu. Abbasî, Sâmânoğulları gibi devletlerin Arap ve İran asıllı bazı müesseselerini ve geleneklerini alarak kullanan Türk-İslâm devletleri, Türklük karakterlerini muhafaza ettiler. İslâm Medeniyeti’ne giren Türkler millî karakterlerini koruyarak, Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar aracılığıyla bunu günümüze taşımışlardır.

DEVLET YÖNETİMİ

Hâkimiyet Anlayışı Orta Asya’daki Türk devletlerinde gördüğümüz, Türk hükümdarının Tanrı’nın verdiği yetkiler ve sorumlulukla devleti yönettiği şeklindeki anlayış bu dönemde de aynen yaşamıştır. Türk hükümdarları bu devirde de kendilerini Cihan Hükümdarı olarak görüyorlardı. Meselâ Karahanlılar zamanında yazılmış olan Kutadgu Bilig’de “Beyler hâkimiyetini Tanrı’dan alırlar” deniyordu. Yine ünlü Selçuklu veziri Nizamülmülk, meşhur eseri Siyasetnâme’de “Sultan Melikşah, cihan ailesinin babasıdır, bu sebeple onun babalık şefkati de o nispette geniş olmalıdır” derken bu Türk hâkimiyet anlayışını ifade ediyordu. Karahanlılarda Tanrı’nın hanedan ailesine yönetme yetkisi olan “kut”u verdiğine inanılırdı. Selçuklularda, halifelik fermanına göre, Tanrı’dan alınan yetki ile sultanlar donatılmıştı.

Türklerde Tahta Geçiş Sistemi

İslâmiyet öncesinde olduğu gibi, bu dönemde de tahta geçiş anlayışı, “Hanedanın bütün üyelerinin tahta çıkma hakları olduğu” şeklindeydi. Bu sebeple, sonucuna katlanmak şartıyla her hanedan üyesi taht için mücadele eder, kazanırsa tahta çıkar, kaybederse kazananın hakkında vereceği karara rıza gösterirdi.

Bu anlayış, tahtta liderlik özellikleri bakımından en kuvvetli olanın çıkmasını sağladığı için olumlu idi. Fakat taht mücadeleleri devleti zaafa düşürdüğü için de zararlı idi. Bundan dolayı meydana gelen kardeş kavgaları dönemi devletin en zayıf olduğu dönem oluyordu.

Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve amcaları Musa Yabgu’nun ortak sorumluluk sistemi diyebileceğimiz bir sistemle devleti idare etmeleri ise istisnaî bir durumdur. Memlûklerde babadan oğula hükümdarlık geçmezdi. Askerler arasında komutanlık niteliği yüksek olan kişiler sultan seçilirdi.

Hükümdar ve Yetkileri

Türk-İslâm devletlerinde, devletin başında “sultan” unvanını taşıyan hükümdar bulunuyordu. Karahanlılarda “hakan” veya “han” deniliyordu. Sultan yasama (kanun koyma), yürütme ve yargı yetkilerini kullanan ve devlete mutlak hâkim olan kişi idi. Sultan çocuklarının eğitim ve öğretimi “atabeyler” tarafından gerçekleştirilirdi. Atabeyler bilgili, görgülü ve geniş yetkileri olan komutanlardı. Hükümdarın güvendiği kimselerden seçilirdi. Bunlara “lalabey“ de denmiştir. Çok eski bir Türk devlet başkanı yetiştirme geleneğidir. Hanedanın erkek çocukları (tekin, şehzâde) eyâlet yönetici olarak görevlendirilerek, geleceğin yetişkin ve başarılı yönetici olarak hazırlanırdı. Tolunoğullarında çocuk yaşta tahta geçen hükümdarların devlet işlerini yürütmek üzere naib tayin edilirdi. Hükümdar, belirli zamanlarda, belli esaslar dahilinde fermanlar yayınlayarak kanun koyma yetkisini kullanıyordu. Hem devlet görevlileri hem de halk bu kanunlara (fermanlara) uymak zorundaydı.

Hukukî bakımdan yürütmenin, hükümet işlerinin başı olan hükümdar, bu yetkilerini genellikle hükümete, divana devrederdi. Hükümet, hükümdar adına devlet işlerini yürütürdü.

Fakat son karar yine Sultana aitti. İç ve dış siyasetin düzenlenmesi, vergiler konulması, elçilerin kabulü ve gönderilmesi, başta vezirler olmak üzere devlet görevlilerinin tayini ve görevden alınması, toprakların dağıtılması gibi bütün icra faaliyetleri hükümdar tarafından yürütülürdü: Karahanlılarda “hatun”un da yönetimde önemli yetkileri bulunmakta olup kendilerine has divanları vardı.

Bu dönemde, hükümdar adalet teşkilâtının da başı idi.

En büyük yargıç sıfatı ile haftanın belli günlerinde sarayda zulme, haksızlığa uğrayanların dilekçelerini alarak dertlerini dinleyen hükümdar, orada hemen yargı yetkisini kullanarak adalet dağıtırdı.

“Mezalim Divanı” denilen bu müessese bütün Türk-İslâm devletlerinde bulunuyordu. Türk devlet anlayışına göre “Adalet mülkün (devletin) temeli” idi. Bu sebeple hükümdarların en önemli özelliği âdil olmalarıydı. Devlet adamlarının okumaları için yazılan Kutadgu Bilig gibi siyasetnâme ve nasihatnâme türünden kitaplarda hükümdarların adaletli olmaları konusunda önemle durulmaktadır.

Hükümdarın Hâkimiyet Sembolleri

Türk hükümdarları hâkimiyetlerini gösteren bazı sembollere sahipti. Bunların başında hükümdarın unvan ve lâkapları geliyordu. Hükümdar adına hutbe okunması, para bastırılması, gezerken çetr (şemsiye) tutulması, hilat (şeref elbisesi) giydirilmesi, sarayda 5 vakit namaz saatlerinde mehter (nevbet) çalınması bunlar arasında bulunuyordu.

Türklerde Ok ve Yay da hâkimiyet sembollerinden idi. Yay hâkimiyeti, ok ise bağlılığı ifade ediyordu. Meselâ, Tuğrul Bey Nişapur’a giderken kolunda bir “yay” vardı.

Hükümdarlar kendilerine bağlı olan beyleri ve devlet adamlarını çağırırken, “ok” gönderiyorlardı.

Saray

Karahanlılar, hükümdarın oturduğu saraya ordu veya “kapu”derlerdi. Bu terim, Osmanlılara Bâb-ı Âli (yüksek kapı) şeklinde karşımıza çıkar. Türk-İslâm devletlerinde saray teşkilâtı Karahanlılar zamanında şekillenmiştir. Saray görevlileri kapukullarından seçilip yetiştirilirdi. Belli başlı saray memurları şunlardır:

Kapucubaşı (Sarayın günlük hizmetlerini görür), Saray Muhafızları (Hükümdar koruyucuları), Silâhdar (silâh üretim ve bakımını yönetir), Alemdar (Sancak ve bayrakların taşınması, korunması, bakımı), Aşçıbaşı: (saray mutfağını idare eder), İl- başı (Saray mensuplarının atlarına bakar, Emir-i Âhûr). Bunların yanında çeşitli işlerle görevli başka memurlar da bulunmaktadır.

Hükümet

İlk Türk-İslâm devletlerinde bugünkü anlamda yürütme (icra) faaliyetlerini gerçekleştiren Hükümet idi. Hükümet çalışma alanlarına göre oluşturulan, zaman zaman değişen sayıda divanlardan, bakanlıklardan meydana geliyordu. Bütün divanlar toplanarak Büyük Divanı (Divân-ı Âli) meydana getiriyorlardı.

Hükümetin başında bulunan Vezir, Sultanın vekili olarak devletin bütün işlerini takip ediyordu. Karahanlılarda Yuğruş adı verilen vezirler vardı. Tolunoğullarında vezirlik kurumuna yer verilmemiştir.

Hükümette yer alan önemli bakanlıklar (divanlar) şunlardır:

Arz Divanı (Divân-ı Ârz): Askerlik işlerine bakar.

Tuğra Divanı (Divân-ı İnşâ): Hükümdarın iç ve dış yazışmalarını yürütür. Hükümdarlık mührü olan “tuğra”yı yazılara basarlardı.

İstifa Divanı (Divân-ı İstifa): Devletin gelir- gider (maliye) işlerine bakardı. Karahanlılar zamanında başında “Agıcı” adı verilen görevli bulunurdu.

İşraf Divanı (Dîvan-ı İşraf): Bir çeşit teftiş kuruluydu. Devletin adlî ve idarî işlerinin amacına uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetlerdi.

 

ADALET

Tolunoğulları ve İhşîdilerde yargı işine kadılar bakardı. Kadı, Bağdat’tan tayin edilirdi. Karahanlılarda, önceleri yargucılar adalet işlerine bakarken, zamanla yerlerini kadılara devretmişlerdir. Selçuklularda da kadılık Bağdat’ta bağlanmıştı. Yargı, şer’î ve örfi olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Şer’i davalara bakan kadılar, Başkadı (Kadı’ul-Kudât)ya bağlı idiler. Kadıların kararı kesindi. Bu, mahkemelerin bağımsızlığını gösterir. Kadıların kararlarına karşı Divân-ı Mezâlime (Mezalim Divanı) itiraz hakkı vardı. Vakifeyelerin düzenlemesi, vakıfların idaresi, miras ve hayrat işleri de kadılar tarafından yönetilirdi. Ordu mensuplarının davalarına Kadıaskerler, Örfî adı verilen hükümdarların koyduğu kanunlara da Emîr- i Dâd (Adalet Bakanı) bakardı. Önemli siyasî suçlular hakkında hükümdarın başkanlığındaki özel mahkemeler karar verirdi. Eyaletlerin başında hanedan üyeleri (“melik”, Karahanlılarda “tekin”) veya valiler bulunurdu. Harzemşahlarda valilere “naib” veya “vezir” unvanı verilmiştir. Eyalet teşkilâtında ise “şahne, âmid ve âmil” unvanını taşıyan görevliler bulunuyordu. Şahneler ve âmidler eyaletlerin askerî işlerine bakıyorlardı. Âmiller ise daha çok malî işlerle uğraşıyorlardı. Eyaletlerde adlî meselelere “kadılar”, ticarî hayatı ilgilendiren düzenlemelerde “muhtesipler” (belediye başkanları) bakarlardı. Selçuklu yönetim yapısında Sâsânî-Abbasî-Sâmânlı-Gazneli izleri görülür. Ancak, ana karakter eski Türk devlet geleneği olarak kalmıştır. Yabancı tesiri, unvanların isimlendirilmesinde daha çok dikkati çeker.

 

Yarın: Ordu, din ve inanış