Türkgün | ÖZEL HABER | Terörsüz Türkiye'ye kimler karşı? -1-

Terörsüz Türkiye'ye kimler karşı? -1-

İlk işaret fişeği, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim 2024’te TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmayla atıldı. Erdoğan, ülkemizi tehdit eden gelişmeler karşısında herkesin ‘iç cephede’ buluşmasını istedi. İlk destek MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli, aynı gün DEM Parti’ye el uzatarak, ‘Terörsüz Türkiye’ sürecini başlattı, İmralı’ya tarihi bir çağrıda bulundu.

İlk işaret fişeği, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim 2024’te TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmayla atıldı. Erdoğan, ülkemizi tehdit eden gelişmeler karşısında herkesin ‘iç cephede’ buluşmasını istedi. İlk destek MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli, aynı gün DEM Parti’ye el uzatarak, ‘Terörsüz Türkiye’ sürecini başlattı, İmralı’ya tarihi bir çağrıda bulundu.

HAZIRLAYAN: BURAK ÖZCAN

1 Ekim 2024 tarihinde TBMM’nin 28’inci Dönem 3’üncü Yasama Yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in izlediği terör politikasına dikkat çekerken meseleye yalnızca Gazze’de yaşanan soykırım üzerinden yaklaşmadı.

Konuşmasında, terör devleti İsrail’in Batı Şeria, İran, Yemen ve Suriye’yi hedef alan sistematik saldırılarının yanı sıra, Mısır ile yapılan anlaşmaları alenen ihlal eden pervasız tutumunu da hatırlattı.

ABD’yi arkasına alarak Ortadoğu coğrafyasını istikrarsızlaştırmayı adeta stratejik bir hedef hâline getiren İsrail’in saldırganlığının, fütursuz açıklamalar ve tehditkâr söylemlerle Türkiye’yi de içine alan bir boyuta ulaştığına dikkat çekti.

Bu tablo karşısında Türkiye’nin nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dair en net mesaj ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının merkezinde yer aldı.

“Fitne girişimleri karşısında millet olarak ‘iç cephemizi’ sağlam tutmaya gayret ediyoruz. Şunun artık idrak edilmesi ihtiyaçtan öte bir zarurettir: Bugün, İsrail saldırganlığı karşısında, içeride ve dışarıda çatışma alanlarının değil, uzlaşma alanlarının öne çıkması gerekiyor” sözleri konuşmanın en önemli bölümünü oluşturdu.

Çünkü bu sözler, sadece bir temenni cümlesi değildi.

Aksine, Türkiye’ye yönelen çok katmanlı tehditlere karşı izlenecek stratejinin anahtarıydı.

Peki, “iç cepheyi sağlam tutmak” fikrinin yanlış olduğunu savunabilecek biri gerçekten var mıydı?

Bu sorunun cevabı, çok geçmeden kendisini iç cephenin karşısına konumlandıran çevrelerin başlattığı karalama kampanyalarıyla ortaya çıktı.

İç cephe vurgusu ne zaman başladı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Ekim konuşmasında öne çıkan “iç cephe” vurgusu İsrail merkezli anlık bir söylem değildi.

Türk milletinin tarihsel hafızasında yeri olan bu kavramın kullanımına daha önce rastlamak mümkündü.

30 Ağustos 2024 tarihinde Büyük Taarruz’un yıl dönümünde yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kazanılan Büyük Zafer’in temelindeki en önemli stratejinin, iç cephenin sağlam tutulmasıyla oluşturulduğunu belirtti.

Verilen mesaj son derece netti, zira milletin birlik ve beraberliği sağlanmadan, dış cephede kalıcı bir başarı elde edilemezdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı konuşmada, bugüne kadar karşılaşılan nice zorluğun iç cephenin tahkimi sayesinde aşıldığını, bundan sonra da aynı iradeyle hareket edilmesi gerektiğini vurguladı.

Bu yaklaşımın tesadüf olmadığı, 26 Eylül 2024 tarihinde ABD ziyareti sırasında Türkevi’nde gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “İç cephe bizi biz yapan değerlerdir. Biz aynı şeye sevinme, aynı şeye üzülme, aynı şiirde duygulanma, aynı marşta göğsümüzün kabarabilmesi hâlini hep birlikte yaşamalıyız. Bütün bunlarla beraber iç cephe hedeflerimiz, bizim kızıl elmamızdır” sözleriyle yaptığı iç cephe tanımlamasıyla belirginleşti.

Bu ifadeler, siyaseti yalan, dolan ve günü kurtarma telaşı üzerine kuranlar için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyordu.

Çünkü iç cephe çağrısı, kutuplaşmadan beslenen siyaset tarzını boşa düşüren bir anlam taşıyordu.

Siyaseti yalan ipinde cambazlıktan ibaret görenlerin ipliği, bu çağrıyla birlikte pazara çoktan çıkmıştı.

İç cepheye ilk destek

Türk milletinin bugün karşı karşıya olduğu ve gelecekte karşılaşacağı sorunların tümüne kökten çözümü işaret eden iç cephe çağrılarına ilk güçlü destek MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi.

Bu kapsamda MHP Lideri Devlet Bahçeli, 1 Ekim 2024 tarihinde DEM Parti’ye el uzatıp “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” açıklamasını yaparak iç cephenin güçlendirilmesi yönünde dikkat çeken bir adım attı.

Bu adımın milletin vicdanında karşılık bulmasının hemen ardından, iç cephede maraz çıkarmak amacıyla el ovuşturanlar devreye girdi.

Türk milletinin büyük resme odaklanmasını ve olayları daha geniş bir perspektiften değerlendirmesini engellemek için çeşitli mesnetsiz iftiralar dolaşıma sokuldu. 

Kimi samimiyetle uzatılan elin arkasında yeni anayasa hesapları aradı, kimi hesapsızca uzatılan eli yeni çözüm sürecine ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesi gibi senaryolara bağladı.

Oysa tüm bu çarpıtmaların ardında gizlenmeye çalışılan tek bir gerçek bulunuyordu.

Ortada pazarlık konusu yapılan bir mesele değil, milletin vicdanından yükseldiği açık olan bir talep vardı. 

Söken ‘Terörsüz Türkiye’nin şafağıydı

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin her sözü, atılan adımların mahiyetini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koydu.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, “Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el, İlk Meclis’in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır. Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenelim temenni ve teklifidir” açıklamasının ardından saflar daha da belirginleşmeye başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe vurgusunun ardından MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı sürecin arkasında hiçbir art niyetin olmadığı, yapılmak istenenin terörsüz bir Türkiye’nin kapılarını ardına kadar aralamak olduğu ayan beyan ortada değil miydi?

Tam da bu noktada süreci sabote etmek isteyenler, bu kez “Abdullah Öcalan işin içinde olmazsa sonuç alınamaz” iddiasını dolaşıma soktu.

Amaç hep aynıydı, süreci kilitlemek, ilerleyişi durdurmaktı.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Terörsüz Türkiye’nin önüne konulmak istenen bu takozu, “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” sözleriyle kaldırıp bir kenara fırlattı.

Fitne çabalarına karşı devlet iradesi

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin tarihi çıkışının ardından fitne kazanı bir kez daha kaynatılmaya çalışıldı.

“Öcalan beklenen çağrıyı yapmayacak” iddiası ortaya atıldı.

Bununla da yetinilmedi.

Ayrıca MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “İmralı PKK’yı lağvettiğini açıklasın” sözlerinin, Cumhur İttifakı ortakları AK Parti ve MHP arasında görüş ayrılığına sebep olduğu öne sürüldü.

Bu iddialara Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ekim 2024 tarihli “Sayın Devlet Bahçeli’nin elini değil, tüm vücudunu taşın altına koymasıyla büyük bir fırsat yakaladık. Bu fırsat penceresi çok iyi değerlendirilmelidir” açıklamasıyla son noktayı koydu.

Devletin zirvesinden gelen bu açıklama, Terörsüz Türkiye çabalarının bir siyasi söylem değil, açık bir devlet politikası hâline geldiğini tescilliyordu.

‘Terörsüz Türkiye’ bir devlet politikasıdır

2024 yılı itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir yüzyıla adım attı.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşabilmek için en büyük engellerden birinin terör sorunu olduğu açıktı.

Terör sorununun kalıcı biçimde çözülmesi, huzuru, güvenliği ve demokrasiyi güçlendirirken, ekonomik istikrarı da sürdürülebilir kılacaktı.

Bu nedenle, terörle mücadelede yarım yamalak çözümlere, oyalayıcı tartışmalara ve samimiyetsiz itirazlara alan tanınmadı.

Samimiyetle öneri sunanlara kulak verildi, eleştiriler değerlendirildi.

Ancak herhangi bir çözüm önermeden topyekûn reddiyeci bir tutum benimseyenlere, devlet politikası karşısında sınır çizilmekten başka yapılacak ne başka vardı?

Suriye sahasında neler yaşandı?

Terörsüz Türkiye hedefi, yalnızca Türkiye sınırları içinde yürüyen bir süreç değildi.

Terörsüz bölge amacıyla birlikte, komşu coğrafyalarla da doğrudan bağlantılı bir güvenlik mimarisiydi.

Nitekim Suriye’de 8 Aralık 2024 tarihinde yaşanan gelişmeler, bölgede kartların yeniden dağıtıldığı bir kırılma anına işaret etti.

Silahlı muhalif güçlerin Şam’da kontrolü ele geçirdiği, Esad’ın ülkeyi terk ettiği ve rejimin fiilen sona erdiği yeni bir dönem başladı.

Bu yeni tablo, bir yandan Suriye’nin geleceğine dair belirsizlikler üretirken, diğer yandan Türkiye açısından “terörle mücadele” başlığını daha da somutlaştırdı.

Çünkü Suriye’nin kuzeydoğusunda SDG’nin kontrolünde olan alanlar, SDG şemsiyesi altına terör örgütü PKK/YPG’nin gizlenmesi nedeniyle yıllardır Ankara’nın güvenlik kaygılarının merkezinde bulunuyordu.

Bu nedenle, Suriye’nin yeni siyasal yapılanmasında silahlı yapıların devlet kurumlarına entegrasyonu meselesi, Terörsüz Türkiye hedefinin sınır ötesi tamamlayıcı halkası hâline geldi.

Terörsüz Türkiye’ye karşı çıkarak, içeride iç cepheyi sağlam tutmanın gereğini bir türlü kavrayamadığını gösterenler bu noktada da devredeydi.

Terörsüz bölgenin karşısına konuşlananlar, dışarıda Türkiye’nin güvenlik kuşağına etki eden alanlarda silahlı yapıların tasfiyesinin önemini idrak edemediklerini bir kez daha gösterdi.

İmralı’dan gelen mesaj

DEM Parti heyetinin İmralı’yla yaptığı görüşmelerin ardından, 27 Şubat 2025’te Abdullah Öcalan’ın yazılı mesajı kamuoyuna açıklandı.

Abdullah Öcalan, “PKK’nın anlam yoksunluğu ve aşırı tekrarı, ömrünü tamamlamasına ve feshini gerekli kılmasına yol açmıştır. Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir. Bu koşullarda silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihî sorumluluğunu üstleniyorum. Devlet ve toplumla bütünleşme adına kongrenizi toplayın, karar alın. Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” ifadeleriyle kurucusu olduğu örgüte çağrıda bulundu. 

Terör örgütünün feshinin bizzat kurucusu tarafından ilan edilmesiyle birlikte, ülkemiz lehine son derece kritik bir eşik aşıldı.

Ancak bu gelişme, başından beri Terörsüz Türkiye sürecine nefret kusan çevrelerin öfkesini daha da kabarttı.

PKK’nın silah bırakmasına panik  

10 Mart 2025 tarihinde Suriye’deki geçiş yönetimi ile SDG arasında, SDG/YPG’nin devlet kurumlarına entegre edilmesini hedefleyen mutabakata varıldı.

PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat açıklamasına paralel gerçekleşen bu durumun ardından, 5–7 Mayıs 2025 tarihleri arasında PKK’nın kongresini toplayacağı ve Öcalan’ın çağrısına uyumlu kararlar alınacağı açıklandı.

12 Mayıs 2025 tarihinde PKK’nın fesih ve silah bırakma kararı aldığını açıklaması sonrasında bazı kesimlerin sergilediği panik hâli dikkat çekiciydi.

Aralarında neredeyse silah bırakacağı açıklanan PKK’lıların yakasına yapışıp “Nasıl silah bırakırsınız?” diye hesap soracak noktaya gelenler vardı.

Hatta “Öcalan’ın çağrısı seni kapsamıyor” diyerek Suriye’deki SDG/YPG’ye terörün devamını telkin eden söylemleri dolaşıma sokanlar oldu.

Bugüne dek söyledikleri her şeyin tersi çıkanlar, terör örgütü PKK’nın silahlarını yakarak varlığını sonlandırdığı 11 Temmuz 2025 eşiği geldiğinde ise terörün bitmesinden duydukları hazımsızlığı sergilemek için her türlü zırvayı tedavüle soktu.

Cevaplanması gereken sorular

Günümüzde ellerinde istismar alanı olarak bir tek, SDG/YPG’nin 10 Mart Mutabakatı’na uygun şartları henüz yerine getirmemesi kaldı.

Hem Öcalan’ın 27 Şubat çağrısının hem de 10 Mart Mutabakatı’nın gereği olarak YPG’nin Suriye rejimine entegrasyonunun gecikmesi üzerinde tepinip duruldu.

Elde edilen tarihi fırsatın heba edilmemesi adına her türlü sabotajdan uzak durulması gerektiği ısrarla görülmek istenmedi.

Öyle ki terörsüz bir Türkiye’nin sağlanması amacıyla TBMM’de kurulan Mili Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na katkı sağlamaktan dahi geri duruldu. 

Ve bu çevreler ısrarla kendilerine yöneltilen bazı soruları cevapsız bıraktı.  

  • Şartsız ve pazarlıksız biçimde ulaşılacak Terörsüz Türkiye hedefinden rahatsız olmanın, akıl ve mantıkla açıklanabilir bir tarafı var mıydı?
  • Şayet bugün gerçekten terör örgütüne taviz veriliyor, sahiden terörün önünü açan bir tutum sergileniyor olsaydı, o zaman Terörsüz Türkiye hedefini eleştiri yağmuruna tutanların, süreci alkışlamaktan başka yapacak işi olur muydu?
  • Onlar değil miydi, bugüne kadar PKK’nın siyasi uzantısına terörle arasına mesafe koyma şartı dahi koşmadan kollarını açanlar, Kandil’den gelecek destek çağrılarına umudunu bağlayıp siyasi ikbal hayalleri kuranlar?

Karşı cepheyi deşifre ediyoruz  

Bazı çevreler tarafından bugüne kadar terörsüz bir Türkiye’ye dair tüm gerçekler bilinçli biçimde görmezden gelindi.

Biz onları görmezden gelmeyeceğiz…

“Terörsüz Türkiye” hedefine neden karşılar, terörün bitmesini niçin istemiyorlar, terörün devamını isteyenler kimlerle işbirliği içindeler?

Hepsini tek tek açıklayacağız…

Türk milletinin vicdanından yükselen ses Terörsüz Türkiye ülküsüne karşı duranları, isim isim deşifre edeceğiz.

Evet, başlıyoruz…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...