Kimse aksini iddia edemez. Kanıtlarıyla sabit. Türkiye’nin en başarılı teknik direktörü Fatih Terim. Elde ettikleri başarılar, aldığı kupalarla, yurt içinde ve yurt dışında yaşattığı ilklerle.

Yine de, yaşamın değişmeyen bir kuralı var. Herkes bir gün eskir, bir gün yaşlanır ve kaçınılmaz sonunda ölür.

Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuç beklemeye başlayınca, eskir insan…

Eskiyen insan, kendini geliştirmeyi bırakır, yeni şeyleri denemez. Kimseyi dinlemez. Fatih Terim de kendi fasit dairesinin içinde dönüp duruyor. Elinde üç tane santrfor var örneğin. Birini savunma kalabalığının ortasına atıyor. Ona top attırmadığı için gol olmayınca, haftaya diğerini atıyor, aslanların önüne.

Elinde canlı, hareketli cıva gibi gençler var. Öyle şeyler yapıyor kenarda, ayakları titriyor, korkuyor gençler. Savunmanın direği Muslera’nın bile dengesi bozuldu, bu dengesizlik ortamında düşünün.

Ama hakkını yememek gerekir. Her maçın arkasından bir açıklaması var. Evinde kaybediyor Alanya’ya, “Devre arasında eksikleri gidereceğiz” diyor, onlarca transferle bir şey yapmış gibi. Fark yiyor Kayseri’den, “Bu takım muhteşem olacak!..”

İki maç üst üste aynı kadroyu oynatmayan Terim, ÇK Rizespor karşısında da farklı bir kadro sürdü sahaya. En dikkat çekeni, her topu üç kez dürtmeden ayağından çıkartmayan Babel’di. Öyle işler yaptı ki Hollandalı takımı frenledi. Erken gol, öne geçti. Organizasyonsuzluk, ardı ardına gelen iki gol. Ve zorunlu ve göstermelik çift santrforlu düzene geçiş. Pas atılınca girilen pozisyonlar. “Ah! O kaçanlar” maç sonu açıklamasına hazırlanmışken, bir türlü çözümlenemeyen Muslera’ya geri pas aymazlığı… Kaçan penaltı, uzatmanın da uzatmasında gelen şans golü…

Peki her zaman şans tutar mı?