Anadilimiz, Türkçemiz geniş bir coğrafyada konuşulan zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Bugün dünyada konuşulan dillerin pek çoğu yokken Türkçe vardı.

Peki, ses bayrağımız, anamızın ak sütü kadar helal ve değerli olan Türkçemize okumuşu, okumamışı, genci, yaşlısı, bürokratı, siyasetçisi, gazetecisi, sunucusu, öğretmeni, öğrencisi ne kadar sahip çıkıyor? Onu koruyup zenginleştirmek ve yaymak için ne kadar çaba sarf ediyor? Türkiye’de kaç ebeveyn çocuğunun kendisini iyi ifade etmesi için Türkçeyi doğru kullanmasını hatta iyi bir hatip olmasını istiyor ve gayret ediyor?

De Gaulle’ün “Fransa’ya cumhurbaşkanı olmak için ne yapmak gerekir?” sorusuna verdiği cevap, ana dili doğru kullanmanın önemini veciz bir şekilde anlatması açısından çok çarpıcı:

“ Fransızcayı benim kadar doğru konuşan herkes, Fransa’ya cumhurbaşkanı olabilir.”

Dil yaşayan bir varlıktır. Doğar, gelişir, değişir, özen gösterilmezse, iyi beslenmezse, kullanılmazsa yok olur. Öncelikle dilimizi doğru kullanmanın önemini bilmeli, bilmekle de yetinmeyip doğru kullanmalıyız.

Türkçenin güzel konuşulmasına, toplumun her kesiminin dikkat etmesi gerekir. Duygu ve düşüncelerimizi güzel ifade edecek konuşmayı yapabildiğimizde etki alanımız arttığı gibi kendimize olan güvenimiz de artar. Uzun yıllar yoğun emek harcayarak elde ettiğimiz tecrübelerimizi, bilgilerimizi, eğer doğru aktaramıyorsak fark yaratma şansımız olamaz. Unutmamalıyız ki, söylenen söz kadar belki ondan da fazla söyleyiş tarzı karşımızdakini etkiler. Yine, sizin ne söylediğiniz değil karşınızdakinin ne anladığı önemlidir.

Günlük hayatımızda konuşurken çok hata yapıyoruz. Bunlar bir nebze affedilebilir. Ama eğiticilerin, siyasetçilerin, ses sanatçılarının, yazar ve şairlerin, basın yayın organlarında görev alanların Türkçeyi doğru kullanma hususunda hata yapma lüksleri yoktur. Çünkü onlar sayısız insanı etkiler. Dilimiz, kulağımızın duyduklarını dillendirir. Her gün dinlediğimiz bir siyasetçinin, bir sanatçının, sunucunun anlamını yanlış kullandığı ya da yanlış telaffuz ettiği kelimeler, cümleler bir müddet sonra bizim dilimizden de dökülmeye başlar.

Son yıllarda iletişimin hızlı gelişimiyle Dünyada sınırlar kalkmıştır. Emperyalist güçler, ellerindeki etkili basın yayın ağlarıyla Dünyayı tek bir köy gibi şekillendirmektedir. Ne yazık ki bu rüzgâr ülkemizi de etkilemekte, özellikle gençler yaşam tarzı ve beğenileriyle farklı mecralara yönelmektedir.

Yeme içme, eğlence, giyim, kuşam hâsılı hayatın her safhasında internetin ve cep telefonunun da etkisiyle farklı bir dil yaratılmıştır. Dilimizin yapısına uygun olmayan bir söylem hızla yayılmaktadır. Kelimeleri kısaltarak ya da sesli harfleri yazmadan sembollerle meramını anlatmaya dayanan bu yeni zihni kodlama aileden başlayarak bütün bir toplumda anlaşmazlık ve kopukluk yaratmaktadır. Bu zihinsel tembellik sebebiyle yeni nesiller meramını yazıp anlatamamaktadır.

Dilimizi kullanırken bilinçli ya da bilinçsiz yaptığımız hataların belli başlıcaları üzerinde duralım:

Sıklıkla Yabancı Dilden Kelimeler Kullanıyoruz: Türkçe yerine yabancı kökenli kelimeleri kullanmayı bir marifet sanıyoruz. Hatta çok bilgili olduğumuzu karşımızdakine gösterdiğimizi düşünüyoruz. Bu konuda o kadar çok örnek verilebilir ki!

Özellikle toplumun önde gidenleri, bilim adamları konuşmalarını “vizyon, misyon, performans, konjonktür, konsept, save etmek, check etmek, print etmek” gibi sözcüklerle doldurdular. Ülkemizi yönetenler mega projelere imza atacaklarını ve yakında start alacaklarını söyleyince hemen alkışlanmaktalar. İş adamlarımız, siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz her konuda briefingler alıyorlar/veriyorlar. Konuşmalarımız in, out, okey, hello, yeslerle dolu. Yağsız süt, yoğurt demek varken hiper ve süper marketlerden light süt, yoğurt ve ekmek alıyoruz. Arabamızın benzin deposunu doldurmak yerine fulluyoruz. Tam gün yerine Full Time çalışıyoruz. Yarı zamanlı gibi güzel bir tamlamamız varken Part Time’ı kullanıyoruz. Gençlerimiz, çocuklarımız için yeni nesil, yeni kuşak diyeceğimize yeni jenerasyon/cenerasyon diyoruz. Çocuklarımızın amcaoğlu, teyzekızı… gitti, yerine kuzen geldi. Allaha ısmarladık, hoşça kal, güle güle unutuldu; yerlerini byyyy, by by aldı.  Çiçekçinin yerine flowers center, dönercinin yerine dönerchi, kebapçının yerine kebabchi tabelaları asıyoruz. Eskidji, Kitapchi, Yemish, Taxim, Wishne… gibi gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi yıllardır hız kesmeden devam ediyor. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka  bir şey değildir. Alfabemizdeki ç, ş harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Alfabemizde w, q, ch harfleri yoktur. Bu isimleri verenler Atatürk'ün Harf İnkılabına ve 1353 sayılı alfabe yasasına aykırı hareket etmektedirler. Yeme, içme, giyinme, alışveriş ve konaklama yerleri Türkçe ad alırsa ve hizmetlerini Türkçe verirse iyi iş yapamayacağı endişesi taşıyor.

Sıklıkla Yabancı Dilden Kelimeler kullanmaktan daha da vahimi Türkçe sözcükleri yabancı sözcükler kadar yanlış ve yersiz kullanmamızdır. Hatta deyimleri ve atasözlerini de. Fiilleri yanlış kullanarak yeni kalıp ifadeler türettik. Yanlış kullanımlar sadece günlük hayatımızda değil, derslerde, eğitim çalışmalarında, televizyon programlarında, roman ve hikâyelerde, şarkı sözlerinde de mevcut.

Süre ve süreç sözcükleri yanlış kullanımın başını çekiyor. (Süre: Bir olayın başı ile sonu arasında geçen zaman parçası, zaman aralığı, zaman bölümü, müddet. Süreç: Aralarında birlik olan veya belli bir düzen veya zaman içinde tekrarlanan, ilerleyen, gelişen olay ve hareketler dizisi.) Özellikle siyasetçilerin dilinde müddet yerine süreç bolluğu var.

Olumsuz bir cümlede yüzünden kullanacağımıza sayesinde diyoruz.

Onun sayesinde okulu bitiremedi. (Doğrusu: Onun yüzünden okulu bitiremedi.)

Hayatını mahvetmene yardımcı olamayız. (Doğrusu: Hayatını mahvetmene neden olamayız.)

Bir kutu ilaç içerek intihar eden iş adamı, midesi yıkanarak kurtarıldı. (Doğrusu: Bir kutu ilaç içerek intihara teşebbüs eden iş adamı, midesi yıkanarak kurtarıldı.)

Buraya gelmeme sebebiyet veren… (Doğrusu: Buraya gelmeme vesile olan…)

Belediye Başkanı salonumuza/kürsüye teşrif ettiler. (Doğrusu: Belediye Başkanı salonumuzu/kürsüyü teşrif ettiler.)

Fiilleri gerek yazıda gerekse konuşmada yanlış kullana kullana asıl şeklini unuttuk: Başvurmak yerine başvuruda bulunmak, beğenilmek yerine beğeni toplamak, gecikmek yerine gecikme yapmak, çocuk sahibi olmak, doğurmak yerine çocuk yapmak, yıkanmak yerine banyo yapmak, çıkmak yerine çıkış yapmak, beklemek yerine bekleme yapmak, park etmek yerine park yapmak, katılmak yerine katılım göstermek, film çevirmek yerine film yapmak, çay içmek yerine çay almak… ve daha nice yanlış kullanımlar…

Konuşma dilinde sıklıkla yaptığımız yanlışlara da örnek verirsek,

 

Yanlış                  Doğru

kendine iyi bak=kendine dikkat et olur mu?

öptüm=öperim

alolaşırız= telefonlaşırız

baydı=sıktı

Filiz ben= ben Filiz

ayrıyeten=ayrıca, ek olarak, bundan başka

tabii ki de/tabii kini de= tabii

atıyorum= örneğin, mesela

sanırsam=zannederim

Ne yazık ki daha yüzlerce yanlış kullanım örnekleri vermek mümkün.

Bu hususta yabancı dilden Türkçeye çeviri yapanların büyük vebali var. Tabii yabancı dizi ve filmlerin Türkçe çevirilerinin de. Üzerine basa basa bir kez daha ifade etmek istiyorum, paylaştığım örnekleri alanında uzman ve topluma yön veren kişilerin de fütursuzca kullanmaları söz konusu.  Asıl tehlike de bu!

Unutmamalıyız ki dil düşüncenin ürünüdür. Dilimize aldığımız bir yabancı kelime, dilimizdeki birkaç kelimenin katili olmakta, üstelik kültürümüzden de alıp götürmektedir. Maalesef bunun farkında bile değiliz. Her konuda olduğu gibi Türkçemizi de o kadar kolay tüketiyoruz ki!

                                                                                                                                     (Devam edecek)