Osmanlı 13. yüzyılda Selçuklu’dan devlet geleneğini devralarak kuruldu,15. yüzyılda imparatorluğa dönüştü ; yirminci yüzyılda bayrağı cumhuriyet’e emanet etti.

Yani osmanlı ve cumhuriyet aslında tek devlettir.

Bunu Sultan Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan ne güzel açıklamıştır: Bugün cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi fakat o da Türk’ün idi ; bugünkü cumhuriyet de Türk’ün malıdır.

Hem siyaset sosyolojisi hem de siyaset felsefesi açısından Türk devlet geleneği herhalde bu kadar yalın bir izaha kavuşmuş değildir.

Osmanlı, devleti baki kılmak için merkezi güçlü kılmak fikrini esas aldı. Merkezi yani Payitaht'ı !

Modernleşme çabalarının başlatıcısı olarak görülen 3. Selim’in tıkandığı nokta işte bu esasa aykırı tutum içinde oluşudur. Zira 3.Selim yakın çevresinden kurtulmak için uzaktaki ayanlardan bir güvence sistemi kurmayı planlıyordu. Halide Edip Adıvar, bunu Ademi Merkeziyetçiliğin başlangıcı sayar ve över.

3.Selim’in ardından padişah olan İkinci Mahmut ise ademi merkeziyetçilik girişimlerine son verir ve merkezi devlet sistemini güçlendirir. Ondaki siyaset ruhu,  torunu ikinci Abdülhamit’e hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet vasfına geçmiştir desek, abartmış olmayız.

Milli devlet olgusu ile milletin tarihi yürüyüşünü sürdüren Atatürk, tam bir merkezcidir ve devletin tekliğinden asla taviz vermez.

Devletin tekliği her türlü tartışmanın üstündedir.

Yerinden yönetim şeklinde tanımlanan ademi merkeziyetçilik teknik bir konu olarak takdim edilir : Yanlıştır ! Bu sistem millet ve toprak bütünlüğünü riske eden bir kumpastır.

Bu sistemi Türk siyasetinde ilk kez telaffuz eden Osmanlı prensi Sabahattin’dir. Sabahattin, sosyolog Le Play’in “İklimler “ kitabından etkilenmiş ve devletin mahalli, etnik, farklı bölgelerinin kendilerini idare etmesi fikrini ısrarla savunmuştur. Osmanlı’dan ayrılmak isteyen bütün azınlık seçkinleri bu süslü Osmanlı prensinin etrafında toplanmıştır. Parti de kurmuşlardır : Ahrar Partisi! Damat Ferit’in Hürriyet ve İtilaf Partisi de Prens Sabahattin’in çizgisindedir.

Devlete milli meclis sistemini getirmek  ve parlamentolu padişahlık düzenini tesis etmek isteyen İttihat Terakki Partisi, özellikle iktidar olduktan sonra mızrağın çuvala sığmadığını görmüş ve devleti elde tutmak için delice bir mücadeleye girmiştir. Balkan harbinden sonra Türk merkezli simaların etkinliği sayesinde üniter-milli kalenin etrafında toplanan İttihatçılarla, Anglosakson siyaset zihniyetine sahip İtilafçıların arasındaki temel farkı merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik tartışması oluşturmuştur.

Bu temel farklılık  günümüzde de varlığını sürdürüyor desem ne dersiniz?

Amerika’nın Ortadoğu’yu şekillendirmek isterken önerdiği metodun ademi merkeziyet olduğu açık seçik ortada.

Türkiye’ye yıllardır dayatılan model de budur.

Türkiye’yi kolay lokma haline getirmek için eyalet modeli, kantonlar,federasyonlar adı altında ortaya sürülen projeler aslında tarihi  planlardır.

Bu yüzden tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan fikri yeni bir fikir değil tarihin kalburundan süzülerek gelen bir siyaset şuurudur.

Türk'ün tarihle imtihanı bitmemiştir.