BARIŞ HAREKÂTININ 45. YILINDA TÜRK-YUNAN SORUNLARINA GENEL BİR BAKIŞ -7

Komşumuz Yunanistan halen Türk aleyhtarı olan ve Türkiye’yi bölmeye, yıkmaya yönelmiş bütün unsurlarla açık bir işbirliği içinde bulunmaktadır. Bu işbirliğine en iyi örnek, Yunanistan’ın yakın geçmişte kanlı terör örgütü PKK’ya, 15 Temmuz sonrası süreçte de FETÖ unsurlarına verdiği destektir.

YUNAN Hükümeti Kasım 1994’te yapılan yerel seçimlerde, ilk defa valilerin halk tarafından seçilmesini gündeme getirmiştir. Fakat, Türklere kendi valilerini seçtirmemek için, Türklerin çoğunlukta bulunduğu iller diğer civar iller ile birleştirilmiş ve muhtemel bir Türk valisi seçimi engellenmiştir. Batı Trakya Türklerinin kahraman ve mümtaz liderlerinden Dr. Sadık Ahmet, 24 Temmuz 1995 tarihinde hâlâ nasıl olduğu şüphelerle dolu, elim bir trafik kazası geçirerek şehit olmuştur. Azınlığın şu anda liderliğini, bayrağı eşinden devralan Işık Sadık Ahmet Hanımefendi yürütmektedir.

4.3. Fener Rum Patrikhanesi’nin Siyasî Faaliyetleri ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu Yeniden Açma Girişimleri

Az önce anlatılan bütün bu sorunların yanında özellikle 1990 sonrasında Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik politika ve stratejilerinin çok yönlü olarak oluşturulduğu görülmektedir. Bu politikalardan biri de Fener Rum Patrikhanesi’dir. Yunanlılar, özellikle son yıllarda Balkanlarda Sırplar ve Rusya ile bir “Ortodoks ittifakı” oluşturmuşlar, “Fener Rum Patrikhanesi” ni ön plana çıkarmışlardır. Adeta Türkiye’yi “kuşatma” ve milletlerarası sistemden tecrit etme anlamına gelen bu Yunan stratejilerinin bir boyutu olarak gündeme taşınan Fener Rum Patrikhanesi, 1990’dan itibaren şu dört önemli hedefi gerçekleştirmek için açıkça çalışmaktadır:

1. “Ekümenlik” unvanını alarak, iki-üç bin kişilik bir cemaatin “azınlık kilisesi,” dini makamı olmaktan çıkarak, Vatikan benzeri özel ve özerk bir evrensel, siyasi-dini makam haline gelmek,
2. 1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu’nu açmak, buraya yabancı öğrenci de almak.
3. Ayasofya’nın tekrar kilise haline getirilerek, ibadete açılması,
4. Patrik seçiminde “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak” zorunluluğunu kaldırtmak.

Yunanistan’ın sağladığı özel bir uçakla Vatikan’a giderek Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 2’nci Jean Paul ile görüşen (1995), Yunanistan’da askeri törenlerle karşılanan (1997), ABD Başkanları Clinto ve Bush tarafından devlet başkanlarına düzenlenen bir protokolle ağırlanan (1997, 2002), adı New york’ta sokaklara verilen (1997), Amerika’da, ilk defa “başkomutan ve ilk başkan” George Washington’a verilmiş bulunan “Amerikan kongresi onur madalyası”nı alan (1997) ve nihayet gittiği bütün bu sözde gezilerde de Türkiye’yi dünya kamuoyuna şikâyet ederek, “Türkiye’de hak arayamadıklarını ve ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerini” iddia eden (1996) Fener Rum Baş Papazı Bartholomeos’un Lozan’da oluşturulan hukuki statü gereği, bugün için nüfusları 1.500- 2.000 kişi kalmış olan bir azınlık kilisesinin dini lideri gibi hareket etmediği ortadadır.

İLERİ KARAKOL GÖREVİ

Baş Papaz Bartholemos, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in Kocası Prens Philip’in Başkanı olduğu Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın Patmos Adası’nda, “Bizans bayrakları” altında düzenlediği ve “Bizans ikonoları” konusunda araştırma ödülü ilan edilen “Vahiy Ve Çevre” Sempozyumu’na (1995); FETÖ’nün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği “hoşgörü” toplantısına (1997) ve “Karadeniz’i Kurtaralım” sloganı ile başlatılan ve Elefteros Venizelos adlı Yunan gemisiyle Karadeniz sahillerindeki şehirlerde icra edilen, Pontus Devleti’ni diriltme amacına yönelik “Din, Bilim ve Çevre” Sempozyumu’na (20 Eylül 1997) katılarak hangi siyasi faaliyetleri yürüttüğünü açık olarak ortaya koymuştur. Bugün çok net bir şekilde biliyoruz ki; Fener Rum Patrikhanesi Türk-Yunan ilişkileri ve büyük devletlerin özellikle balkan politikaları ve bölgedeki nüfuz mücadeleleri çerçevesinde bir ileri karakol gibi kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.

Yunanistan tarafından organize edilen çalışmalar içinde bazen Rusya, bazen İngiltere ve bazen de Amerika yer almaktadır. Dünyanın geldiği bugünkü denge noktasında ABD ve Yunanistan tarafından Patrikhane’ye, 1950-1960 sürecinde verilen ve Türkiye’nin karşısına eli kanlı bir katil olan Baş Piskopos Makarios’u çıkaran role benzer bir görev verilmiş gibi gözüküyor. Patrikhane’nin bu faaliyetleri çerçevesinde, son günlerde yeniden açılması gündeme getiren, Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu üzerinde kısaca durmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:

OKULU YENİDEN AÇMA GİRİŞİMİ

1 Ekim 1844’te Patrikhanenin Ortodoks milletlerarasında dini birliği muhafaza etmek ve teolojik konularda türdeşliği sağlamak için açılan okul, maalesef zaman içinde amacından saptırılmıştır. Değişik statülerde 1971’e kadar faaliyetlerini sürdüren Heybeliada Ruhban Okulu, “özel yüksek okulların devletleştirilmesi” şeklinde görülen ve uygulama hakkındaki Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarih ve 1971-3 sayılı kararından sonra kapatılmıştır.

Patrikhane’nin bu okulu yeniden açma girişimleri, “ekümenlik (evrensel) patriklik” iddiaları ve faaliyetleri düşünülmelidir. “Din adamı yetiştirmek” gibi basit ve masumane bir gerekçeyle ortaya çıkılması, Türk kamuoyunu aldatmaya ve tepkileri yumuşatmaya yöneliktir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun ne maksatla açılmak istendiğini anlamak için, okulun geçmişte nasıl bir rol üstlendiğini bilmek yeterlidir. Okulun faaliyette bulunduğu 127 yıl içinde mezun ettiği ve 12’si patriklik, 343’ü piskoposluk makamlarına oturan 930 öğrencinin faaliyetleri incelendiğinde de okulun rolü ortaya çıkacaktır.

Okulun açılmasını tartışırken milli mücadele yıllarında adeta bir terör örgütü gibi çalışan ve Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal ederken kullanacağı ve kullandığı terör örgütlerini oluşturan Patrikhane’nin çalışmalarının iyi hatırlanması gerekir. Dönemin Patrik Vekili Doroteos Mamelis, Trabzon Metropoliti Hrisantos, Samsun Metropoliti Germanos, İzmir Metropoliti Hrisostomos, Edirne Metropoliti Palikaryos adeta terör örgütlerinin liderleri gibi çalışmışlardır. İşin daha da garibi bunların hepsinin mezun olduğu okul Heybeliada Ruhban Okulu’dur. Sonraki dönemlerde de Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde faaliyet gösteren mesela, Patrik Athenegoras, Metropolitler Emilyanos, Meliton, Baş Piskopos Makarios da bu okuldan mezun olmuşlardır. Okul, demek ki sadece dini eğitim veren bir kurum değildir. Zaten, 1971’de okulun bir Türk üniversitesine bağlanmasına karşı çıkılarak, kapatılmasının gerçek sebebi de, işten okulun görünmeyen bu faaliyetleri ve bu fonksiyonudur. Burada şunu da söylemek gerekir ki, Yunanistan’la ilişkilerde unutmamız gereken önemli bir ilke Lozan Antlaşması’nın getirdiği “mütekabiliyet” yani “karşılıklılık” ilkesidir. Batı Trakya’da Müslüman Türklerin seçtiği Müftü’yü cezaevine atan, kendi tayin ettiği birisini cemaatin isteklerini hilafına müftü atayan, Türk vakıf eserlerini çeşitli bahanelerle yıkan, binlerce Türkü “yasak bölge” adı altında adeta açık hava hapishanesine sokan Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’ın Ruhban Okulu’nun açılmasını istemek gibi bir hakkı olmasa gerekir.

5. Sonuç

Türkiye, tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de büyük jeo-politik ve jeo-stratejik öneme sahiptir. Jeo-politik teorilere göre Türkiye, “dünya adası” olarak ifade edilen ve dünya hâkimiyeti için mutlaka ele geçirilmesi gerekli olan Asya, Afrika ve Avrupa’nın tam ortasında bulunmaktadır. “Kara hâkimiyeti” teorisine göre, dünya adasını ele geçirebilmek için alınması zaruri olan “hearthland” veya “kalpgâh”, yani merkez bölge olarak önemli bir konumda bulunan Türkiye, aynı zamanda “kenar kuşak” teorisine göre de, dünya adasına sahip olabilmek için, mutlaka ele geçirilmesi gereken bir kenar kuşak ülkesidir. Orta Doğu, Kafkas (Hazar Havzası) ve Doğu Akdeniz petrol ve doğalgazı da hem üretim yerleri hem de Dünya piyasalarına arz bakımından Türkiye’yi çok daha önemli hale getirmiştir.

İşte bu jeo-politik konum ve öneminden dolayı Türkiye, her devirde çeşitli “tehdit”lere maruz kalmıştır. Tehditler zaman zaman “genel tehdit,” bazen da “mahallî tehdit” şeklinde kendisini göstermiştir. Yunanistan, Türkiye’nin yakın komşusu olması sebebiyle, özellikle 1829 yılından sonra bir mahalli tehdit merkezi olmuştur. Yunan “Megali İdea”sının başlıca hedefi olan Türkiye, Osmanlı devletinin son zamanlarında başlayarak Rum-Yunan unsurlarının çalışmalarına sahne olmuştur. Mondros mütarekesinden sonra, 16 Mart 1920 tarihine kadar geçen dönem, bu çalışmalar açısından dikkate değerdir; çünkü Yunanistan, uygun ortamdan da yararlanarak, İstanbul merkez olmak üzere, Anadolu’daki Rumları bu dönemde teşkilatlandırmış ve Megali İdea’nın hedefleri içerisinde yer alan Türk topraklarını ele geçirmek için gerekli siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel çalışmaları yürütebilecek çok sayıda örgütü de bu dönemde kurmuştur. Önceki yıllarda yayımlanan bir araştırmamızda, İstanbul’da kurulan bu örgütlerin tamamen Yunanistan’ın kontrolünde oluşturulup çalıştıkları ortaya konduğu gibi, şimdiye kadar bilinenin aksine, bu dönemde faaliyet gösteren Rum-Yunan terör örgütlerinin beş-altı civarında olmayıp, on beş kadar olduğu açıklığa kavuşturulmuştur. Tarihsel süreçte Fener-Rum Patrikhanesi, bu örgütlerin merkezi durumunda idi ve buna bağlı olarak çalışan ruhban okulu, metropolitler ve kiliseler de aynı amaca yönelik çalışmalar yapmışlardı.

S-400’LER RAHATSIZ ETTİ

Yunanistan, günümüzde de, Türk aleyhtarı olan ve Türkiye’yi bölmeye, yıkmaya yönelmiş bütün unsurlarla açık bir işbirliği içinde bulunmaktadır. Bu işbirliğine en iyi örnek, Yunanistan’ın yakın geçmişte kanlı terör örgütü PKK’ya, 15 Temmuz sonrası süreçte de FETÖ unsurlarına verdiği destektir. Doğu Akdeniz’de “karbon yatakları” konusu Türk-Yunan ilişkileri bakımından hem Kıbrıs’ı, hem Ege sorunlarını yeniden gündeme taşımıştır. Küresel güçlerin de iştahını kabartan konuyla ilgili son gelişmeler Kıbrıs ve Ege’deki Türk haklarının korunmasının ne derece önem taşıdığını göstermektedir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi’ni alması, Yunanistan ile aramızda yaşanan “Hava Sahası ve FIR Hattı” sorunları bakımından bölgedeki bütün dengeleri Türkiye lehine değiştirecektir. Bu durumun bölge ve Dünya dengeleri bakımından Türkiye’yi güçlendirmekte olduğu açıktır. Türkiye, NATO ve AB çizgisi dışında “bağımsız ve milli” düşünerek hareket etmeye devam etmelidir.

NOT: Bu çalışmanın kaynakları ve buradaki konuların ayrıntıları için şu eserimize bakınız: Ali Güler, Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, Berikan Yayınları, Ankara, 2013.

-BİTTİ