Son birkaç haftadır uluslararası kamuoyunun öncelikli gündem maddelerinden biri olan Afganistan krizi, Taliban güçlerinin bir haftadan kısa bir süre içerisinde hızlı bir şekilde başkent Kâbil’e ulaşması ve şehri kontrol altına almalarının ardından küresel ve bölgesel aktörler tarafından muğlak yorumlarla değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan Türkistan coğrafyası özelinde yeni stratejiler belirlemek adına, devlet düzeyindeki aktörler Afganistan’da yönetimi eline alan Taliban ile bir an önce diyalog kurmanın yollarını aramaktadırlar. Taliban yönetimi ise Kâbil’e ilerleyişin ilk günlerinden itibaren uluslararası toplumdan izole olmak istemediklerini belirten açıklamalarını defalarca yinelemişler ve alınan siyasi kararlar ve yapılan açıklamalarla da bu yönde mesajlar vermeye devam etmişlerdir.

Pek tabii, Taliban’ın Kâbil’e olan ilerleyişi süresince ABD ve AB’nin yapmış olduğu hesaplamalar, Afganistan’daki yönetim geçişinin uzun vadeye yayılması ve Taliban güçlerinin epik bir zafer kazanmadan, geniş mutabakata sahip bir idare kurması yönündeydi. Öte yandan Rusya, Pakistan ve Çin cephesi ABD’nin çekilme kararından sonra Taliban’ın bu fırsatı daha hızlı kullanacağını hesap ederek ve hatta onları daha da teşvik edercesine, Kâbil’in yönetimini ele geçirdikleri takdirde meşru hükümet olarak tanıyacaklarını söyleyerek mevcut durum göz önüne alındığında Afganistan’ın dünyaya açılma süreci içerisinde epey avantajlı bir konum elde etmişlerdir. Açıkçası Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahit, 17 Ağustos günü Kâbil’de yapmış olduğu açıklamalarda da Rusya, Pakistan ve Çin’in Taliban yönetimi için dostane tavırlara sahip olduğunu fakat Afganistan’ın herhangi bir blok içerisinde yer almadığını belirtmiştir.

Bu açıklamalarda Afganistan’ın ekopolitik anlamda pek çok ülke ile temasta kalmak istediğini söylememiz yanlış olmayacaktır. Yine yapılan açıklamaların içeriğinde yer alan; genel af ilanından, DEAŞ ve El Kaide’nin Afganistan’daki faaliyetlerinin yasaklanmasına; 1996-2001 yılları arasında Afgan kadınlara uygulanan ağır baskı ve toplumdan tecrit politikalarına bir nebze de olsa son verileceğinin açıklanmasından, afyon ekiminin sıfıra indirileceğine ilişkin açıklamalara kadar pek çok yeniliğin Taliban tarafından uygulanacak olması pek çok ülke için bir iyi niyet göstergesi olarak değerlendirilmekte. Öte yandan kaygılı Afgan halkının, özellikle de Kâbil Havalimanı’ndan yapılan tahliyeler esnasında yaşamış olduğu trajedi, küresel sivil toplum inisiyatifleri tarafından kaygı ile takip edilmiş bunun ne nebzede düzeltileceği konusu ise şimdilik muallakta kalmıştır.

Hâlihazırda Afganistan’dan gelebilecek olan göç dalgasına karşı Türkiye ve AB’nin ciddi önlemler almaya başladığını ve bunun engellenmesi için ABD teşviki içermeyen bağımsız inisiyatiflerle Taliban yönetimi ile diyaloğa geçileceği de kesin gözükmektedir. Devam eden Suriye krizinin yükü ve Kovid-19 pandemisinin getirdiği ekonomik sorunlar küresel manada politik dengeleri etkileyecek derecede yeni gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Afgan savaşının sona ermesi ve ardılı olan göç dalgası, bölgesel güç olarak bilinen ve küresel bir aktör olma yolunda ilerleyen Türkiye için de potansiyel bir güvenlik sorunu doğurmaktadır. Türk siyasetinde bu sorunu cesaret ve milli menfaatler doğrultusunda dile getiren ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli Beyefendi olmuştur. Başta ağustos ayı içerisinde Türkgün gazetesine vermiş olduğu röportajında ardından sosyal medya ve basın açıklamaları vasıtasıyla Türkiye’nin kontrolsüz bir göçe karşı karşılaşabileceği tehdit ve tehlikeleri vurgulayarak sınır güvenliğine dikkat çekmiştir.

Ardından da küresel aktörlerin alacağı pozisyonların öngörüsü ile Türkiye’nin Taliban yönetimi ile diyalog hâlinde olmasını belirtmiştir. Açıkçası, Türk dış politikasının, hükümetin herhangi bir resmî açıklaması olmasa da, Afganistan özelinde alacağı muhtemel pozisyon da budur. Daha önce Taliban Sözcüsü’nün yapmış olduğu “Türkiye, NATO şemsiyesi haricindeki kendi özgül varlığı ile her zaman Afganistan’da olabilir.” sözüne binaen hem kardeş Afgan halkının ve Güney Türkistan Türklüğünün menfaatleri için hem de kontrolsüz göç dalgasını önleyici bir rol üstlenebilir. Bu minvalde, Fransa başta olmak üzere AB ülkelerinin daha ilk günden temasa geçmeye başladığı Afganistan’ın yeni yönetimi ile iletişim kanallarını açık tutmamızda ve Türkistan coğrafyası özelinde muhtemel iş birliği fırsatlarını değerlendirmemiz gerekmektedir.