Kimsenin aksini söyleme şansı ve olasılığı yok. Bu takımı Fatih Terim’den daha iyi kimse tanıyamaz, bilemez, anlayamaz ve yönetemez.

Bu işi daha yapacağını iddia eden birisi varsa da, 2+3 yıl beklemek zorunda. Biz izleyenlerin yapabileceği tek şey, okurlar kusura bakmasınlar, hariçten gazel okumak olacaktır. Ancak, eleştiri kişinin duygusudur, söyleyebilir. Bizim yaptığımız gibi yazabilir.

Hiç resimden anlamayan biri, tablonun karşısına geçtiğinde, beğenmediği, kendisini rahatsız eden yerleri söyleme hakkına sahiptir. Ya da çok komplike bir müzik eserinde, insanların kulağına kötü gelen sesler olabilir. Bunu da dile getirebilir. Olamaz mı? Neden olmasın? Kişisel, eleştiri ne eserlerin değerini düşürür, ne yapanın becerisini yok eder.

O zaman dün maç başladığında gözümüze hoş gelmeyenleri sıralayalım. Milli takım kamplarından adalelerinden sorunlu, üstelik maçtan ancak 48 saat, 36 saat önce ancak takıma dönebilen, yol yorgunu futbolcular sahadaydı.

Onların oyuna kendilerini tam olarak veremeyişleri, çekingenlikleri takım kurgusunu zora soktu. Bazı oyuncuların yükünü arttırdı. Taktik anlayışta, sahasında oynayan bir takım gibi değil, kontrataklarla etkili olan bir takımı anlatıyordu. O bile sakat görünümlüydü. Sağda orta yapan, solda hızlı giden iki açık. Ortada orta bekleyen değil, duvar olan değil, derinlemesine kaçan bir santrafor. İlk ve tek şut 35’nci dakikada 35 metreden Ömer Bayram’dan geldi.

Peki rahatsız edenlerin sonucu ne oldu? Hem fiziksel, hem zihinsel yorgun bir takım, maçın hakemi Ali Palabıyık da, bazı oyuncuların dinlenmek, oyunu soğutmak için yere yatışlarını da es geçince, tempo yükseldi. Serdar, orta alandan kaptığı her topla üzerine gelenlerden zorlandı, 20’de çıktı. Yol yorgunu Feghouli, 13’de yere oturdu, 21’de gitti.

Fernando, 42’de çıktı. Üç adale sakatlığı, üç değişiklik. Bursaspor, gol atamayan, ancak ‘futbol’ oynayan bir geçmişle çıktı, sahaya. Galatasaray’ı orta alanda kilitledi, baskı kurdu. Zaten sayısal tam, fiziksel eksik bir rakip de vardı karşısında. Her aldığı topla oyunu rakip alana taşıdı. Galatasaray’ın evinde her takıma kurduğu baskıya izin vermedi.

Oynatmadı. Kendisi de gol harici, futbol adına her şeyi yaptı. Galatasaray’ın maçın başındaki hem kadrosunun, hem de taktiğini kendi şansına dönüştürdü.

Dedik ya, bizim ki hariçten gazel okumak da, önerimiz olamaz mı? Örneğin, küslük sürdürmek yerine Eren, enerjiyi arttırmak için Yunus gibi, Muğdat gibi gençler, oyunu yönetmek ve yönlendirmek için Selçuk ile başlansa olmaz mıydı? Belki olurdu, ancak, maçın henüz 2.5 dakikasında orta alanda kazanılan tacın geriye oynanmasını isteyen Terim, maçın sonucunu futbolculara (ne yapalım eldeki oyuncu bu kadar!) ve yazgıya (bu kadar şanssızlık olur mu?) yüklemeyi tercih etmişti.