MHP Genel Başkan Başdanışmanı Prof. Dr. Ruhi Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TÜRKSOY ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi 15 Temmuz Demokrasi Müzesi iş birliğiyle, 15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü dolayısıyla düzenlenen “Türk Dünyasının Dili: Binlerce Yıllık Mirasın Sesi” programına katılarak açılış konuşmasını yaptı.
MHP'Lİ ERSOY'DAN DİKKAT ÇEKEN ÇAĞRI
Programda gençlere hitap eden Ersoy, Türk dünyasının farklı coğrafyalarında yaşanan baskı, sürgün ve zulüm süreçlerinin ortak tarihin en derin hafıza alanlarını oluşturduğunu belirtti. Bu acı tecrübelerin unutulmaması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini vurgulayan Ersoy, Türk dünyasının ortak hafızasını temsil edecek bir Repressiya Müzesi kurulmasına ihtiyaç olduğunu ifade etti.
TÜRKSOY’un öncülüğünde ve bağımsız Türk devletlerinin ilgili bakanlarının katılımıyla Türkiye’ye yapılacak resmî ziyaretlerde bu müzenin sembolik bir durak haline gelmesinin, güçlü bir ortak hafıza ve dayanışma mesajı vereceğini dile getiren Ersoy, Kırgızistan’daki Atabeyit Repressiya Anıtı’nı örnek göstererek, Türk dünyasının ortak acılarını ve direnişini simgeleyecek bir Repressiya Anıtı’nın Türkiye’nin başkentinde hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi.

sanatçılara, sinemacılara, belgeselcilere ve yazarlara önemli sorumluluklar düşÜYOR
Konuşmasında sanatın toplumsal hafızayı canlı tutmadaki rolüne de dikkat çeken Ersoy, dünya kamuoyunun Nazi Almanyası dönemindeki zulümleri büyük ölçüde sinema ve sanat eserleri aracılığıyla tanıdığını hatırlattı. Türk dünyasının yaşadığı sürgünler, katliamlar ve kimliksizleştirme politikalarının da yalnızca tarih kitaplarında kalmaması gerektiğini belirten Ersoy, bu noktada sanatçılara, sinemacılara, belgeselcilere ve yazarlara önemli sorumluluklar düştüğünü vurguladı.
MHP'li Ersoy'un açıklamasını tamamı:
Kültür ve Turizm Bakanlığı, TÜRKSOY ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi 15 Temmuz Demokrasi Müzesi’nin iş birliğiyle; 15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü’ne ithafen düzenlenen “Türk Dünyasının Dili: Binlerce Yıllık Mirasın Sesi” programına katılıp, açılış konuşması yaptık. Program kapsamında gençlere yönelik gerçekleştirdiğimiz konuşmada; Türk dünyasının farklı coğrafyalarında maruz kalınan repressiya (baskı ve sürgün) süreçlerinin, ortak tarihimizin en derin hafıza alanlarını oluşturduğunu ifade ettik. Bu acı tecrübelerin unutulmaması, gelecek kuşaklara aktarılması ve ortak bir tarih bilincinin inşa edilmesi adına; Türk dünyasının hafıza ve hatıra mekânı niteliğinde bir Repressiya Müzesi’ne ihtiyaç bulunduğunu belirttik.

Sanatın, toplumsal hafızayı canlı tutan en etkili araçlardan biri
Ayrıca, TÜRKSOY’un öncülüğünde ve bağımsız Türk devletlerinin ilgili bakanlarının katılımıyla, Türkiye’ye gerçekleştirilen resmi ziyaretlerde bu müzenin sembolik bir durak olarak ziyaret edilmesinin, güçlü bir ortak hafıza ve dayanışma mesajı vereceğini vurguladık.
Bu çerçevede; Kırgızistan’daki Atabeyit Repressiya Anıtı örneğini hatırlatarak, Türk dünyasının ortak acılarını ve direnişini temsil edecek bir Repressiya Anıtı’na, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde acilen ihtiyaç bulunduğunu ifade ettik.
Konuşmamızda ayrıca; dünya kamuoyunun, Nazi Almanyası döneminde Hitler’in zulüm ve soykırım suçlarını, başta Hollywood yapımları olmak üzere sinema, belgesel ve sanat eserleri aracılığıyla tanıdığına değindik. Sanatın, toplumsal hafızayı canlı tutan en etkili araçlardan biri olduğunu belirttik.
Bu bağlamda; Türk dünyası açısından da benzer bir sorumluluğun kaçınılmaz olduğunu, Repressiya başta olmak üzere sürgünlerin, katliamların, kimliksizleştirme politikalarının ve kültürel yok saymaların, yalnızca tarih kitaplarının dipnotlarında kalmaması gerektiğini ifade ettik. Bu süreçte sanatçılarımıza, sinemacılarımıza, belgeselcilere ve yazarlarımıza önemli görevler düştüğünü vurguladık.
“Tarihimizi Başkalarının Diliyle Değil, Kendi Hafızamızla Anlatmalıyız”
Kendi tarihimizi ve yaşadıklarımızı; başkalarının diliyle değil, kendi hafızamız, estetik anlayışımız ve vicdanımızla dünyaya anlatmak zorunda olduğumuzu belirttik. Türk dünyası olarak yaşadığımız acıları evrensel bir anlatı diliyle aktardığımızda, hem tarihsel adaletin sağlanacağına hem de ortak hafızanın güçleneceğine dikkat çektik.
Gençlere hitaben yaptığımız değerlendirmede ise; Türklerin Anadolu’dan başka gidecek bir yeri olmadığını ifade ettik. Tarih boyunca Kafkaslar dağıldığında Rus zulmünden kaçanların, Balkanlar çözüldüğünde imparatorluğun uç bölgelerindeki unsurların Anadolu’ya yöneldiğini belirttik; bu toplulukların Evlad-ı Fâtihan olarak anıldığını hatırlattık.
Türk dünyasının herhangi bir coğrafyasında bir mesele yaşandığında, gözlerin ve yolların hep Anadolu’ya döndüğünü; Kırım’da ve Kafkasya’da yaşanan hadiseler sonrası da aynı yönelişin görüldüğünü ifade ettik. Türk’ün başı dara düştüğünde sığınılacak son limanın yine Anadolu olduğunu vurguladık.

Anadolu yalnızca bir coğrafya DEĞİL
Anadolu’nun yalnızca bir coğrafya olmadığını; ana kucağı, ana rahmi niteliğinde, dağılmış olanı toparlayan ve umudu yeniden yeşerten bir anlam dünyası taşıdığını belirttik. Bu nedenle Anadolu’ya sahip çıkmanın zorunlu olduğunu; bu toprakların bin yıllık bir emanetin ve ortak hafızanın adı olduğunu ifade ettik. Gençlerin, geçmişten devralınan sorumluluğun ve geleceğe bırakılacak mirasın taşıyıcıları olduğunu vurguladık. Anadolu’ya sahip çıkmanın; tarihe, millete, kültüre ve birbirimize sahip çıkmak anlamına geldiğini belirterek, bu bilinçle hareket edildiğinde Türk dünyasının umudu ve yarınının gençler olacağını ifade ettik.