Türk orduları, 1 Eylül’de Uşak ve Kütahya’yı, ertesi gün Eskişehir’i, 7 Eylül’de Aydın’ı, 8 Eylül’de Kemalpaşa ve Manisa’yı, 9 Eylül’de de İzmir’i kurtardı. Türk ordusunun, 400 km’lik bir mesafeyi savaşarak kat edip, 15 günde İzmir’e ulaşması dışarıda büyük bir hayret ve takdir uyandırmıştı. Bu hızın, o zamana kadarki askeri harekat tarihinde örneği yoktu.

İzmir’e hasretlik bitiyor: 400 km, 15 günde yürünür mü?

Yunan birliklerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’de karaya ayak basmaları, Anadolu’daki milli uyanışın ve mücadele fikrinin, mücadele direncinin doğmasında en önemli ekenlerden biri olmuştu. Bu nedenle İzmir, Türk İstiklal Harbi’nin simgesi haline gelmişti. 9 Eylül 1922’de Yunanlıların gemilere doluşarak kaçmaları ile 3 yıl, 3 ay, 25 gün (40 ay/1213 gün) süren işgal sona ermiştir. Bu nedenle İzmir’in düşman işgalinden kurtarılışı hem yurt düzeyinde hem de yurt dışında büyük yankılar uyandırmıştır.

30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir edilmişti. Böylece tasarlanan kesin sonuç 5 gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. 30 Ağustos 1922’nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Akdeniz’e (Ege Denizi) doğru ilerlemesini uygun buldu. “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” diyerek, tarihi emrini 1 Eylül 1922’de verdi.

Yunanlılar, İzmir’e doğru kaçmaktaydı. Türk orduları 1 Eylül’de Uşak ve Kütahya’ya, ertesi gün de Eskişehir’e girdiler. Bu arada Yunan Başkomutanlık Vekâletine getirilmiş olan General Trikupis, yanında bulunan II. Kolordu Komutanı Digenis, Tümen Komutanı Albay Vandalis ve diğer subaylarla birlikte Uşak’a bağlı Karlı köyünde esir alınmış ve önce İsmet İnönü’nün, arkasından Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirilmişlerdir.

Kaçan Yunan birliklerinden boşalan kentler ve kasabalar arkası arkasına Türk birliklerine kucak açıyorlardı. Türk orduları, 7 Eylül’de Aydın, 8’inde Nif (Kemalpaşa) ve Manisa’ya girmiş, 9 Eylül’de İzmir’de Akdeniz’e ulaşmışlardı. Şükrü Naili (Gökberk) Paşa, kazanılan zaferi dolaylı biçimde belirtircesine, şehre General Trikupis’in beyaz atı üzerinde girdi. Batı Anadolu’nun Yunan askerlerinden tamamen temizlenmesi; Bursa’dan (16 Eylül) sonra Çeşme (16 Eylül) ve Bandırma’nın da (18 Eylül) ele geçirilmesi ile tamamlanabilmiştir.

BAŞKA BİR ÖRNEĞİ YOK

Türk orduları bu zafer ve sonrasındaki takip harekâtında, on beş günde 400-450 kilometre yol kat ederek, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Aslında Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın takip harekâtı emrini verdiği 1 Eylül tarihi esas alınırsa Türk ordularının, süvarilerimizin İzmir’e ulaşmaları 9 günde gerçekleşmiştir. Sabuncu Bel’den geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken, bunun solunda 1. Tümen de Kadife Kale’ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2. Alayı Tuzluoğlu (Tuzakoğlu) Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Yüzbaşı Şerafettin Bey Hükümet Konağı’na, 5. Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık Dairesi’ne, 4. Alay Komutanı Reşat Bey de Kadife Kale’ye bayrağımızı çektiler.

İzmir’de askerlerimiz coşku içinde karşılandılar ve çiçek yağmuruna tutuldular. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi. Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyretti. Türk birliklerinin İzmir Hükümet Konağı’ndaki Yunan bayrağını indirerek yerine Türk bayrağını yeniden çektikleri 9 Eylül’de Belkahve’den İzmir’i seyreden Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü geceyi Nif’te (Kemalpaşa) geçirdiler.

Türk Ordusunun, 400-450 kilometrelik bir mesafeyi savaşarak kat edip 14-15 günde (26 Ağustos-9 Eylül 1922) İzmir’e ulaşması içerde ve dışarıda büyük bir hayret ve takdir uyandırmıştır. Çünkü bu hızın, o zamana kadarki askeri harekât tarihinde örneği yoktur! Fransız Generali Pelle, 10 Eylül 1922’den sonra Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’de kaldığı Göztepe’deki Uşakizade Muammer Bey’in evinde Gazi Paşa ile mülakat yaparken, orada bulunan Amiral Dümenil Ruşen Eşref Ünaydın ve arkadaşlarına şunları söyleyecektir: “On dört gün içinde hem yüz kırk, yüz elli bin kişiden fazla bir orduyu yok etmesi, hem de beş yüz elli kilometrelik bir yolu süvarinin on günde aşması, askerlikte nadir görülmüş bir şeydir; şaşılacak bir hızdır bu. Hele piyadenin de aynı günde İzmir’e varabilmiş olması, daha da şaşılacak şeydir. Fakat en şaşılacak şey şudur ki develer ve kağnılar da beraberdi!” Esasında Amiral Dümenil’in anlayamadığı şey, Türk askerinin “İzmir için beslediği aşkın büyüklüğü” idi. Motivasyonun ana sebebi bu büyük aşktı. Mustafa Abdülhalik Renda Bey’in anlattığı iki olay bu aşkın büyüklüğünü göstermektedir. Abdülhalik Renda Bey (11 Aralık 1881-1 Ekim 1957), Büyük Taarruz sırasında Konya’da Vali’dir. 7 Eylül 1922 günü Takip Harekâtı devam ederken Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir’e çağrılmıştır (Valilik için). Kendisine İzmir’e doğru gitmekte olan Mustafa Kemal’e Genel Karargâhında ulaşması istenen Mustafa Abdülhalik Renda Bey gidiş yolunda şahit olduğu bazı olayları anılarında anlatmaktadır. Bunlardan ikisi şu şekildedir:

“7/8 Eylül gece yarısından sonra saat 1’de Konya treni ile Ilgın’a geldim. Oradan otomobile binerek Akşehir, İshaklı, Çay yoluyla Afyon yolunu tuttuk. Yolu bilmediğimizden Şuhut yoluna saptığımızı pek geç anlayabildik. Nihayet tekrar döndük, gece onda Afyon’a geldik. Genel Karargâhtan bir haber alamadım. Sabahleyin Afyon’dan hareketle Büyükoturak’ta Osman Zati ve Adil Beylere rastgeldim. Genel Karargâhtan onların da haberi yoktu. Uşak’a geldik, oradan da malumat alamadık. Uşak’tan hareket ettim. İnay Köyü yanmış, harabelerine kadar geldim. Köyde kimseler yoktu, Dışarıda yattım. 10 Eylül sabahı İnay’dan hareket ile öğle üzeri Alaşehir’e geldik. Orada Karargâhın dün Salihli’den geçtiği anlaşıldı. Otomobilde olan bir arızadan dolayı geceyi Salihli’de geçirmek mecburiyetinde kaldım. Yattığım otelin bir kısım odalarında Salihli muharebesinde yaralanan süvari subayları da vardı. Onları ziyaret ettim. Bir dilekleri olup olmadığını sordum. Yarası ağır olan bir subay, ölürse cenazesinin İzmir’e götürülmesini rica etti. ‘Hiç olmazsa cesedim o mübarek yerde yatsın’ dedi.

Bu ifade İzmir için beslenen aşkın ne büyük olduğunu gösteriyordu. Başkomutan’a bunu arz edeceğimi vaat ettim ve vaadimi İzmir’de yerine getirdim. Yolda yayan yürüyen, ayakları şişmiş askerlere rastladım. Bu vaziyette yürüyemeyeceklerini, bir nokta merkezinde istirahat etmelerini söyledim. ‘Bu hal bizi İzmir’e varmaktan men edemez. Siz düşünmeyin, biz behemahal İzmir’e varacağız’ cevabını aldım…”

GAZİ PAŞA İZMİR’DE

Bilindiği gibi Türk ordusunun 9 Eylül 1922 günü İzmir’e ilk giren birlikleri süvarilerimizdi. Süvarilerimizin bağlı olduğu 5. Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa anılarında o günü şöyle anlatıyor:

“10 Eylül 1922 günü Başkumandan Mustafa Kemal diğer komutanlarla beraber İzmir’e gelecekti. Sabahleyin erkenden kalkıp onları karşıladım. Mustafa Kemal ve diğer kumandanlar Hükümet Konağı’na inerlerken piyadelerimiz de şehre girmeye başlamışlardı. Halk, Hükümet Meydanı’na yığıldı ve o vakit ismi ‘Gazi Paşa’ olan Atatürk balkondan halka hitaben bir konuşma yaptı. Gazi Paşa bu konuşması sırasında diyordu ki:

‘… Bu başarı milletindir.’

Gazi Mustafa Kemal bilahare diğer milletlerin İzmir’de bulunan temsilcilerini kabul etti ve onlardan iltifatlarını esirgemedi. İzmir’e askeri vali olarak I. Kolordu Kumandanı İzzettin (Çalışlar) tayin edildi. (Bir süre sonra da Abdülhalik Renda Vali olmuştur).

Ben de I. Ordu Kumandanı Nurettin Paşa’yı şimdi yıkılmış ve yeri meydan olmuş bulunan deniz kenarındaki kışlaya getirdim. Kışla avlusunda toplanmış olan binlerce Yunan esirini paşaya gösterdikten sonra onlara:

‘Zito Mustafa Kemal Paşa’;

Zito Nurettin Paşa’ diye bağırttım. Yunan işgalinde Zito Venizelos diye bağırmadıklarından süngülerle delik deşik şehit edilenlerin ruhlarını şad etmek istemiştim.”

‘VATAN İÇIN SAVAŞTIK’

9 ve 10 Eylül günü İzmir’de yaşananların sorumluluk mevkiindeki tanıklarından birisi olan ve kendisi de İzmir Karşıyakalı olan Fahrettin (Altay) Paşa bütün olup bitenlerden sonra tarihi bir hüküm vermektedir:

“Zaferden sonra o günün mübarek şehitlerinin ruhu için Hükümet Meydanı’na üzerinde isimleri yazılı bir taş dikilmiştir…

Burada şunu belirtmek isterim ki, birkaç bin Yunan askeri esir olarak elimize geçtiği ve onlara karşı bütün askerde tarif edilmez bir hınç olduğu halde ne bunlara ne de Rum ahaliye hiçbir kötülük yapılmamıştı. Evet, istilacılara karşı hınç büyüktü. Çünkü yakmış, yıkmış ve masum halkımızı insafsızca katletmişlerdi. Ne var ki, biz Türkler barbar bir ordu değildik. Vatanımızı ve şerefimizi kurtarmak için savaşmıştık. Kılıç bizim elimizde gerçekten yaman bir savaş aracı olmuştur. Ama onu silahsız insanlara asla kaldırmamışızdır.”

İzmir’de 9 ve 10 Eylül günlerinde neler yaşandığı konusuna bu yazının sonunda tekrar döneceğiz. Özellikle İzmir Metropoliti Hrisostomos’un akıbetini hazırlayan olayları iyi anlamak lazımdır. Şimdi Mütareke, işgal ve ilhak çalışmaları kapsamında İzmir’de yaşananlara bir göz gezdirelim.

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Fener Rum Patrikhanesi’nde özellikle Yunanistan merkezli yeni bir hiyerarşik düzenlemeye gidilmesine karar verilir. Bu dönemde doğal olarak nispeten daha itidalli, uysal, aklıselim ve ağırbaşlı davranması beklenen Rum din adamları da yangına körükle gideceklerdir. Dönemin Fener Rum Patriği olarak görev yapan V. Yermanos (Germanos Kavakopulos), saldırgan, huysuz ve hırçın bir tutum sergilemediği için kendi camiasında çok fazla sevilmemekte ve destek görmemektedir. Patrik Yermanos kendi camiası ve fanatik Yunanlılar tarafından o kadar büyük baskı altına alınır ki, Mondros Mütarekesi’nin ardından görevinden ayrılmak zorunda kalır ve yerine Kasım 1919 tarihinde “Locum Tenens”, yani “Patrik Vekili” olarak Bursa Metropoliti olan Doretheos getirilir.

PATRİK SEÇİMLERİ

Patrikhane’nin yasal süre olan kırk gün içinde asaleten bir Patrik tayin etmesi gerekirken Patrikhane, içinde bulunulan fevkalade şartlar nedeniyle seçimin yapılmaması gerektiğini ileri sürer. Daha sonra ortaya atılan iddia ise Osmanlı’dan ayrılan metropolithanelerin de yeni Patrik seçimi için oy kullanabilmesi yönündedir. Patrikhane istediği gibi birini o makama vekâleten de olsa getirdiğinden Osmanlı hükümetini böylelikle oyaladıkça oyalar ve seçimi erteler. Neredeyse bütün hayatı Türkler aleyhine faaliyetlerin içerisinde geçen, özellikle Patrik Vekili olduktan sonra bu çalışmaları hız kazanan ve Dorotheos 19 Mart 1921 tarihinde İngiltere’nin başkenti Londra’da hayatını kaybeder. Dorotheos’un naşı İngilizlere ait Centaur Savaş Gemisi’yle İstanbul’a getirilir ve 11 Nisan 1921 günü İstanbul’da gömülür.

Dortheos’un ölümü üzerine Patrik Vekili olarak Kayseri Metropoliti Nikola görevlendirilir. 6 Aralık 1921 tarihinde eski Atina Başpiskoposu Meletios Metaksakis, “V. Meletios” unvanıyla yeni Patrik seçilir. Bu tarihten sonra yeni Patrik V. Meletios’un tutumu da eskisini aratmayacak ölçüde sert ve kışkırtıcı olacaktır.

Ana konumuz olan İzmir Metropoliti Hrisostomos’un bütün bu süreçteki tavrı ve çalışmaları, aşağıda anlatılacağı üzere, onun Patrikhane ve Yunanistan bakımından konumunu etkileyecektir.

Özellikle Patrik seçiminde gösterdiği tavır ve seçim sonrası ortaya çıkan durum Hrisostomos’un pozisyonunu sarsacaktır. Fakat o yine de bir denge bulacaktır. Elbette Yunanistan’daki iç gelişmelerin de (Venizelosçular- Kralcılar kavgası) belirleyici olduğu bu süreçte, Türk ordusunun Anadolu’daki Yunan ordusu karşısında kazandığı başarılar da Hrisostomos’un pozisyonununda etkili olacaktır.

YARIN: METROPOLİT HRİSOSTOMOS KİMDİR? NELER YAPMIŞTIR?