Çocuk ve Suç
Bir çocuğu “suç” kavramıyla yan yana getirmek, meleğin şeytanileşmesini tahayyül etmek kadar ağır bir çelişkidir. Çünkü çocuk, masumiyetin simgesidir; suç ise toplumun karanlık yarasıdır. Yine de son günlerde artan çocuk suçluluğu vakaları, ne yazık ki bu iki zıt kavramın bazen aynı cümlede buluşabildiğini gösteriyor.
Son yıllarda yaşanan vakalar, toplumumuzun en büyük insan sermayesi olan çocuklar üzerine yeniden düşünmesini zorunlu kılıyor. Sosyal-psikolojik açıdan bakıldığında; sosyalleşme sürecindeki çocukların, toplumun ortak değerleri doğrultusunda yetişmeleri, kültürel değerlerimizi benimsemeleri ve yasalara uygun davranışlar geliştirmeleri arzu edilir. Bu, devlet için toplumun tamamına maliyeti olan büyük bir yatırımdır. Ancak çocukluk, insan hayatının en kırılgan dönemi olduğundan, bu yatırım her zaman büyük bir titizlik ve özen ister.
Ailedeki sorunlar, okulda yeterli desteğin sağlanamaması, yanlış arkadaş çevresi ve sosyal düzensizlikler, çocukları suça iten en büyük etkenlerdir. İşte bu nedenle ailelere, okullara, medyaya ve devlete büyük sorumluluklar düşmektedir. Çünkü çocuk suçlu doğmaz; ihmalin, ilgisizliğin ve şartların içinde suçla karşı karşıya kalır.
Ne yazık ki bugünlerde, Türkiye’de çocukların adı giderek daha fazla “suç” haberleriyle birlikte anılıyor.
TÜİK’in 2024 verilerine göre 612 bin 651 çocuk güvenlik birimlerine geldi. Bu olaylarda çocukların 279 bin 620'si mağdur olarak, 202 bin 785'i suça sürüklenme sebebiyle (kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla), 96 bin 438'i bilgisine başvurma amacıyla, 18 bin 561'i kayıp (hakkında kayıp müracaatı yapılıp daha sonra bulunan) olması sebebiyle, 8 bin 729'u kabahat işlediği iddiasıyla, 6 bin 518'i ise bu nedenlerin dışında kalan diğer nedenlerden dolayı güvenlik birimlerine getirildi.
Güvenlik birimlerine mağdur olarak gelen 279 bin 620 çocuğun %86,1'ini suç mağduru, %13,8'ini takibi gereken olay mağduru çocuklar oluşturdu. Suç mağduru olarak gelen 240 bin 872 çocuğun %55,3'ü yaralama, %10,8'i cinsel suçlar, %9,5'i göçmen kaçakçılığı, %8,0'ı aile düzenine karşı suçlar, %16,5'ine bu nedenlerin dışında kalan diğer nedenlerden dolayı mağdur oldu.
Bunların 202 bin 785’i “suça sürüklenen çocuk” olarak kayıtlara geçti. Bu çocukların %40,4'üne yaralama, %16,6'sına hırsızlık, %8,2'sine uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak, %4,6'sına tehdit, %4,2'sine genel tehlike yaratan suçlar, %26,0'ına ise bu nedenlerin dışında kalan diğer suçlar isnat edildi. Yani, kanunen suç sayılan bir eylem nedeniyle polisle, jandarmayla karşı karşıya geldi. Kimi yaralama, kimi hırsızlık, kimi de uyuşturucu suçlamasıyla…
Son 14 yılda suça sürüklenen çocuk sayısı neredeyse iki kat arttı. Bu tablo bize açıkça gösteriyor ki mesele, çocukların kötülüğünden değil; onları koruyamayan toplumsal sistemden kaynaklanıyor.
Öncelikle aile faktörüne bakalım. Aile, çocuğun ilk okuludur. Sevgisiz, ihmal edilmiş, şiddete tanık olmuş veya yoksullukla mücadele eden bir çocuk, kolaylıkla suçun kıyısına itilmiş olur. Bu nedenle ailelerin “hayat boyu öğrenme” eğitimlerine katılması büyük önem taşır. Çünkü “hayat boşluk kabul etmez”; cehalet, hurafeler ve bilim dışı yanlış bilgiler beyni doldurur, sağlıklı bir aile ortamının yerini alır. Aileler doğru bilgilendirilmeli, çocuklarıyla bağlarını güçlendirmeli ve gözetimlerini dengeli şekilde artırarak çocukların güvenli gelişimini sağlamalıdır. Bu tür adımlar, çocuk suçluluğunu önlemede hayati bir rol oynar.
Okul da çocukların hayatında kritik bir öneme sahiptir. Gününün büyük bir kısmını okulda geçiren çocuklar için okul ortamı ve öğretmenlere bağlılık, suça yönelimi azaltabilir. Okuldan kopan, başarısızlıkla etiketlenen veya yanlış arkadaş çevresiyle karşılaşan çocuk, çoğu zaman toplumun “suç” dediği yola sapar. Bu riski azaltmak için okulun fiziksel ve sosyal kaynaklarının artırılması; bahçe, spor salonu ve ders dışı atölyeler gibi imkanların iyileştirilmesi; rehberlik hizmetlerinin güçlendirilmesi; müfredat dışı yapılandırılmış etkinlikler, okul gezileri ve ebeveynlerin dahil olabileceği programlar düzenlenmesi büyük önem taşır. Okullar artık yalnızca bilgi veren ve sınav odaklı kurumlar değil, güvenli alanlar ve rehberlik eden merkezler olmalıdır.
Medyanın rolü de büyüktür. Medya, ne yazık ki çocukların gözünde suçu “normal” hale getiriyor. Televizyon ekranlarında, sanal medyada şiddet ve yasa tanımazlık ödüllendirilirken, çocuklardan “tertemiz kalmalarını” beklemek ne kadar gerçekçi? Medya şiddeti özendiren yayınlar yerine, çocuklara umut ve rol model olacak yapımları desteklenmelidir.
Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla masum meleklerimizi/çocukları korumalı; erken müdahale programlarını, psikososyal destekleri ve rehabilitasyon hizmetlerini yaygınlaştırmalıdır. Sayılara takılmak yerine, çocukların günlük yaşamındaki sosyal gerçeklikleri ve ihtiyaçlarını merkeze almalıdır.
Sonuç olarak, bir çocuğu suçlu görmektense, onu suçun kıyısına iten nedenlerle yüzleşmek gerekir. Çünkü çocuk masumiyetin adıdır; suç ise toplumun eseridir. Çocuğu korumak, toplumu korumak, geleceği teminat altına almaktır. Çocuğu kazanmak, suçu kaybetmektir. Çocuk ve suç, meleğin şeytanileşmesi kadar zıt iki kelimedir; yan yana gelmemelidir, getirilmemelidir, getirilememelidir.