AHMET Hamdi Tanpınar, ilgisizlikten şikayetçiydi. Daha önce yazmıştım; maruz kaldığı durumu "Sükut suikasti" diye tasvir ediyordu. Sükut suikasti yani görmezden gelinerek, yok sayılmak hali. Bir şiirine şöyle başlıyordu Tanpınar: "Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında.." Bu, "arada kalma fikri" galiba pek çok değerli aydının yaşadığı ruh halini yansıtıyor.

Attila İlhan, oldukça şöhretli bir edebiyatçıdır, bir söyleşide, "1946'dan beri bilinen bir yazarım. 1980'lere dek görmezden gelindim. Sonrasında birileri beni, "aşk şairi" saydılar. Şiirimin toplumcu tarafı es geçildi. Romancılığımın üstünde durulmadı" diyerek maruz kaldığı yok sayılmayı dile getiriyor. Attila İlhan, sanatçı niteliği olan sadece şair değil aynı zamanda özgün anlatıma sahip bir romancıdır; sol görüşe mensuptur ancak romanlarında, şiirlerinde geçmişi sahiplenme duygusu fazlasıyla belirgindir.

Solu cesurca tenkid etmiş ve klişe olmakla suçlamıştır. Kendi tarihine yabancı sol anlayışı eleştirirken yine de solun diyalektik üslubunu elden bırakmaz. Hatta, "köy enstütülerini" bile bu çerçevede eleştirir. Attila İlhan'a göre, "köy enstütüleri" köyden kente göçü engelleyerek proleterleşme önünde tıkaç olmuştur.

Sanatçı, halkın sevgisini kazanırken birilerini memnun etmeyebilir. Platon bile sanatçılardan bahsederken oldukça kötümserdir ve alabildiğince eleştirir sanatçıları. Sanatçıların kendine has görüşleri olmasına tahammül edilmez. Birilerine göre sanatçının fikri yoktur, ancak duyguları olabilir. Hele hele politik görüşe sahip olmaları?!!

Sanatçı, tarihiyle sistematik bir bağlantı kuramaz. Hatta mümkünse okur-yazar olmamalı; tamamen duyguyla çalışmalı, esen rüzgara göre hareket etmeli, bir fikri olmamalı, fikrinin arkasında durmamalı. Ne komik yargılar! Herkes bulunduğu konuma göre sanatçı tarifi yapar. Çoğunlukla duygusal, çoğunlukla beklenti doludur bu yargılar. Bu satırların yazarı, bilgi ile duyguyu yoldaş yapmanın çabası içinde olmuştur.

Siyahla-beyazın hangi olaylar sonucunda birbirinden ayrıldığını araştıran, bilmeye çalışan biri olarak sadece gözüyle renk ayrımı yapan değil, olayları sebepleriyle inceleyen tutumu esas alır. Şarkıları da, kitapları da tarihle ilişkilidir. Tarih bu satırların yazarı için bir hamaset kitabı değildir. Milletin tarihin içindeki sosyal, ekonomik, siyasal yürüyüşünü sebepleriyle birlikte öğrenmeye çalışır.

Mazisi ile iftihar eder, devletlerin çöküş sebeplerini araştırır ve cumhuriyetin kuruluşunu sistematik gözlemle anlamaya çalışır. İlmin de yakasını bırakmaz, inancını da "eksik olan ahlakı tamamlamaya geldim" diyen Allahın Resulüne bağlılıkla yaşamaya çalışır. Dede Korkut'u bir masal kahramanı olarak görmez; destanların sosyo-kültürel şifrelerini araştırır ve Oğuz-Türk milletinin bugünlere hangi ortak şuurla geldiğinin kodlarını bulur, bilir, aktarır.

Ziya Gökalp'in ilmi aydınlığını, Atatürk'ün Türk-merkezli devlet anlayışını, Alparslan Türkeş'in o alacakaranlıktaki nesil mücadelesini, Devlet Bahçeli'nin tarihin yükünü sırtlayarak Türk milletinin geleceğini kurma çabasını anlar ve bu bilinçle politik duruşunu kararlılıkla sürdürür. Sanatçı, tarihin yoldaşıdır. Değilse eğer şöhrete meyilli bir eğlence enstrümanıdır. Tarihe yoldaş olanı bugün yok saysalar da yarın hatırlamaktan kimse kendisini alıkoyamaz. Çünkü tarih, "değerleri" idraklere sunmakta oldukça yeteneklidir.