Libya’ya daha önce gittim. Trablusgarp’daki Türk eserlerini gördüm. Barbaros’un izlerinde yürüdüm. Turgut Reis’in türbesini hüzünle ziyaret ettim. Devlet aklı da, ülke menfaatleri de, tarihi gerçekler de, bölgenin dengeleri de bizim Libya’da olmamızı gerektiriyor. Bu bir milli meseledir.

   Libya’ya asker gönderilmesine izin veren Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM’de kabul edildi. Olmayacak bahanelerle Türkiye’nin kazanımlarının önünü kesmeye çabalayan CHP ve yancılarının çabası sonuç vermedi. Türk askeri, meşru hükümetin davetine icabet edecek ve Libya’da olacaktır. Burada özellikle ve altını kalın çizerek bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Türk askeri Libya’ya savaşmak, çatışmak için gitmiyor. Bir denge unsuru olarak orada bulunacaktır.

TARİHİ GÖREV

         Libya Tezkeresi'nin, Meclis tatilinin bitmesinden sonra gündeme gelmesi planlanıyordu. Ancak, Libya’daki gelişmeler zaman kaybına tahammül olmadığını gösterdi. TBMM, tatiline ara verdi ve CHP ve yancılarının bütün engelleme gayretlerine rağmen, tezkereyi gündemine alıp görüştü. Türk Silahlı Kuvvetlerinin verilen göreve hazır olduğu zaten daha önce en yetkili ağızlardan açıklanmıştı. Kısa zaman içinde verilen görev yerine getirilecektir. Bu tezkere ile bir macera arayışı içinde değiliz. Tarihi bir görev yerine getirilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri uluslararası alanda görev yapmada son derece deneyimlidir. Libya’ya ayak basması ile birlikte çok şey değişecektir.

LEŞ KARGALARI LİBYA’YA ÜŞÜŞTÜ

        Libya ne yazık ki, Kaddafi sonrasında büyük bir kaosa sürüklenmiştir. Bunun sebebi kendi içindeki farklı unsurların iktidar savaşı gibi gösterilse de, gerçek bu değildir. Başta Fransa olmak üzere kan emici emperyalistler, bu ülkeye leş kargaları gibi üşüşmüş, doğal kaynaklarını yağmalamak için sıraya girmişlerdir. Bu yağmayı kolaylaştırmak ve hatta kendi menfaatlerine göre gerekçelendirmek için de iç kargaşayı körüklemiş ve zirveye çıkarmışlardır. Hafter denilen terörist, böyle kanlı ve kirli bir planın aracı olarak sahaya sürülmüştür ve kullanılmaktadır.

BEKA MÜCADELESİ

           Türk milleti olarak beka mücadelesi veriyoruz. Etrafımızda yaşananlara odaklandığımız için Libya’daki gelişmelere yeteri kadar ilgi gösteremedik. Önceliğimiz, dikkatimiz Suriye üzerinden varlığımıza ve birliğimize yönelik tehdide çevrilmişti. Barış Pınarı Harekâtı ile bu tehdidi ortadan kaldırdık. Biz Suriye sınırımızı teminat altına almaya yoğunlaşırken, fırsatı ganimet sayanlar, Doğu Akdeniz’de meydanı boş bulduklarını zannettiler. Anında müdahale edildi ve hangi şart altında olursa olsun, hak ve hukukumuzun korunmasında en küçük bir tereddüt gösterilmeyeceği dosta düşmana gösterildi. Bu kararlılığımız karşısında çaresiz kalan şer güçleri kendi aralarında ittifaklar kurarak, anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’i parsellemeye çalıştılar. Libya ile imzalanan anlaşma ile Türkiye bu oyunu da bozdu.                                   

             Tarih bizi çağırıyor ve sorumluluklarımız var. Doğu Akdeniz’deki olağanüstü gelişmelere bağlı olarak Libya ile yollarımız bir defa daha kesişti. İmzalanan anlaşma aslında tarihin bize yüklediği görevin kâğıda dökülmüş, uluslararası alana yansımış halidir. Bunun neresi anlaşılmıyor, neresine itiraz ediliyor? Bu anlaşmanın arkasını doldurmak, gereğini yapmak hem milli güvenliğimizin, hem de tarihi sorumluluğumuzun bize yüklediği bir görevdir.

REVA GÖRÜLENE RAZI MI OLALIM?

        Tezkerenin görüşülmesi sırasında muhalefet adına yapılan konuşmaları içimiz sızlayarak izledik. Yunanistan, Mısır, İsrail kendilerini büyük bir keyifle dinlemiş ve TBMM kürsüsünden kendileri adına sözcülük yapanlara minnet duymuşlardır. “Vatan evlatlarını Libya çöllerine göndermek için bu acele niye?” diye sordular. Bu soruyu soranın ya dünyadan haberi yok veya kasıtlı biçimde bu milletin evlatları üzerinden kirli bir siyaset yapıyor. Acele eden Türkiye değil, Türkiye’yi Akdeniz’de yok etmek isteyenlerdir. Bunun için Hafter denilen teröristin, bir an önce Libya’nın tamamına el koyması için seferber oldular. Bu kanlı oyunun başarıya ulaşması durumunda neler olacağını akıl ve izan sahibi herkes görmüyor mu? Seyirci mi kalalım, bize reva görülene rıza mı gösterelim?

TRABLUSGARP’A GİTTİM 

         Libya’da yönetim el değiştirse de, yapılan anlaşmanın geçerli olacağı söylenmektedir. Evet, ama yetki ve temsil imkânı kazananların anlaşmalardan çekilme, vazgeçme veya feshetme gibi bir haklarının da olacağı unutuluyor. Hafter denilen teröristin, Türkiye ile imzalanan anlaşmaya bağlı kalacağını kim garanti edebilir? Ve imzalanan anlaşmanın bozulması durumunda neler olacağını düşünebiliyor musunuz? Devlet aklı da, ülke menfaatleri de, tarihi gerçekler de, bölgenin dengeleri de bizim Libya’da olmamızı gerektiriyor. Bunu söylerken asla bir siyasi hesap içinde, asla bir taraf olma gayreti içinde değilim. Libya’ya daha önce gittim. Trablusgarp’ın nasıl bir Türk şehri olduğunu gördüm. Barbaros’un izlerinde yürüdüm. Turgut Reis’in türbesini hüzünle ziyaret ettim.

BU BİR MİLLİ MESELEDİR

         Bu bir milli meseledir. Bir ülkeyi işgale, Libya’nın iç meselelerine müdahil olmaya değil, kendi tarihi sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye, Türkiye’nin varlığını ve birliğini, hak ve hukukunu korumaya gidiyoruz. Ancak kahraman askerlerimiz, kendilerini koruma yetkisine de elbette sahip olacaklardır. Bir tek askerimizin burnunun kanamasına bile rıza gösteremeyiz. Bütün dualarımız, kahramanlarımızın sağ salim gidip, dönmeleri içindir.