Tarihimizin coğrafyaya dar geldiğini, karşımıza çıkan her sorunda net olarak görüyoruz. Kimseye güvenerek, içinde bulunduğumuz ittifaklara inanarak bir yere varabilmenin mümkün olmadığını acı tecrübelerle gördük ve anladık. Varlığımızı ve geleceğimizi teminat altına alabilmenin yolu, kendi gücümüze inanmak, kendi ayaklarımızın üzerinde durmaktır.

          Lafla peynir gemisi yürümezmiş. Eğer dünyada saygın ve etkin bir ülke olmak, bölgenizde belirleyici bir konumda bulunmak istiyorsanız, ekonomik gücünüzün, silahlı caydırıcılığınızın, nüfusunuzun ve bütün bunlarla birlikte ortak hareket ettiğiniz ülkelerin de mutlaka arkanızda olması gerekir. Türkiye, tam da bunun mücadelesini veriyor, böyle bir süreçten geçiyor.

TARİHİMİZ, COĞRAFYAYA DAR GELİYOR

         Tarihimizin coğrafyaya dar geldiğini, karşımıza çıkan her sorunda net olarak görüyoruz. Suriye ve Irak’taki belirsizlikler en çok bizi etkiliyor. Balkanlardaki kaynamalar en fazla bizi ilgilendiriyor. Kafkaslarda bir rüzgâr esecek olsa, bize fırtına olarak yansıyor. Kaldı ki, sorun sadece bizim bölgemizde değildir. İstikrarsızlık küresel bir boyut kazanmıştır ve günden güne derinleşmekte ve kestirilemeyen sonuçlar vermektedir. Güvenlik, içinde bulunduğumuz dönemin en önemli sorunudur. Silah baronları bir türlü doymak bilmiyor, petrol için insanlık tarihi kanla yazılıyor.

İNSANLIĞI BEKLEYEN TEHLİKE

           Bu vahşi düzenin ağır bedellerini ödemek zorunda kalanlar sadece Orta Doğu ülkeleriyle de sınırlı değil. Şili ve Ekvator, Bolivya, Kolombiya, Venezuela, Lübnan, İran, Hong Kong ağır ve derin iç meselelerle karşı karşıyadır. Gürcistan, Hindistan, Pakistan, Afganistan sarsılıyor. Kaşgar, Karabağ, Keşmir, Kerkük, Kıbrıs, Kırım büyük sorunlar olarak dünyanın önündedir. Sudan, Yemen, Cezayir, Libya’da kargaşa var da, Avrupa ülkeleri bunun dışında mı kalıyor? Fransa'da Sarı Yeleklilerin eylemlerinin hangi boyutlara ulaşacağını kimse kestiremiyor. Sayın Devlet Bahçeli, bir süre önce bize verdiği röportajda dünyanın içinde bulunduğu bu vahim duruma dikkat çekmiş ve şöyle bir öngörüde bulunmuştu: “İnsanlık ya kafa kafaya verip ortak akıl ve küresel vicdan etrafında buluşacak ya da yeni bir dünya savaşı kaçınılmaz hale gelecek.” Bu tespit aynı zamanda, “İnsanlığın Huzuru Projesi” ne olan ihtiyacın ne kadar ivedi olduğunu da net olarak gösteriyor.

TÜRK-İSLAM DÜŞMANLIĞI

         Türkiye, bütün bunların dışında özellikle hedeftedir. Türk ve İslam düşmanlığı bilinçli, sistemli ve devamlı şekilde yükseltiliyor. Bütün itirazlara, tepkilere rağmen 2019 yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nün Sırp kasap Miloseviç hayranı olan, Bosna soykırımını inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke'ye verilmiş olması, işin nerelere kadar gittiğini ortaya koyan çok çarpıcı bir örnektir. ABD’nin ekonomik tehdit ve yaptırımlarının yanına, Ermeni iftiralarını koyması açık ve net bir düşmanlık tavrıdır. Avrupa ülkelerinin birçoğunda Türk ve İslam düşmanlığı her şeyin önüne geçmiş, siyasetin ve günlük hayatın bir parçası haline getirilmiştir.

BİR ŞEYLER YAPMALIYIZ

          Tehlike bu kadar büyük ve derindir. Vakit kaybedemeyiz, kısır çekişmelerle enerjimizi tüketemeyiz. Bir şeyler yapmak, her ihtimale hazırlıklı olmak ve sağlam durmak zorundayız. Kimseye güvenerek, hatta içinde bulunduğumuz ittifaklara inanarak bir yere varabilmenin mümkün olmadığını acı tecrübelerle gördük ve anladık. Kendi başımızın çaresine bakmaktan başka çıkar yol yok. Sıkı durmak, dünyanın içinde bulunduğu vahameti doğru okumak, bekamıza yönelik tehdit ve tehlikeleri iyi anlamak ve buna göre tedbir geliştirmek bir tercih değil mecburiyet haline gelmiştir.

CHP VE YANCILARI NE YAPMAK İSTİYOR?

         Böyle bir süreçte hükümet sistemini tartışmaya açmak, güdük siyasi hesapları öne çıkarmak, Türkiye düşmanlarının işini kolaylaştıracak, onlara malzeme olacak söylem ve eylemlerde bulunmak, vatanseverlikle izah edilemez. CHP ve yancılarının dünyanın gidişatını görüp anlayamamış olmalarını, Türkiye üzerinde yapılan hesapları fark edememelerini düşünemiyorum. Buna rağmen, terörle mücadeleyi sulandırmaya ve terör uzantısı siyasi partilere destek vermeye uğraşmak, Türkiye’nin hak ve hukukunu korumaya yönelik attığı adımlara karşı çıkmak, aklın ve ahlakın kabul edebileceği bir durum değildir. Hepsini bir kenara bıraksak bile Libya ile yapılan anlaşmaya ve bu anlaşmanın arkasını doldurmak, devamını sağlamak için alınan tedbirlere itiraz etmek, hiçbir şekilde iyi niyetle izah edilemez.

VATAN BORCU

         Varlığımızı, birliğimizi, geleceğimizi teminat altına alabilmenin yolu, kendi gücümüze inanmak, kendi ayaklarımızın üzerinde durmaktır. Bunun için Türkiye’nin güç ve imkânlarını arttırmak için yapılan her şeye destek olmak bir vatan borcudur. Özellikle savunma sanayiinde geldiğimiz aşamanın işimizi nasıl kolaylaştırıp, elimizi nasıl güçlendirdiğini bizzat sahada gördük. Kendi İHA’larımız, SİHA’larımız, obüs toplarımız, helikopterlerimiz, mühimmatımız olmasaydı Barış Pınarı Harekâtı’nı bırakın bu kadar hızlı ve etkili yapmayı, yerimizden kıpırdayabilir miydik? Kaldı ki, bu yapılanlar yeterli değildir ve mutlaka kendi savaş uçağımızı, tankımızı, yeni zırhlı araçlarımızı, daha etkili füzelerimizi de yapmak zorundayız. Bunların tamamlanması için atılan adımları desteklemek, teşvik etmek ve bir an önce sonuçlanıp envantere katılması için yardımda bulunmak yerine, sudan bahanelerle karşı çıkmak, engel olmaya çabalamak, kelimenin tam anlamıyla ihanettir. CHP ve yancıları artık akıllarını başlarına almalı ve çıktıkları bu ihanet yolundan bir an önce dönmelidirler.