Bu tür maçlarda takım için terinin son damlasına kadar elinden geleni yapıyorsa, kimin oynadığının önemi yoktur. Önemli olan ruhla oynamaktır. Galatasaray da böyle bir ruhla oyuna başladı. Tribünleri tıklım tıklım dolduran, top rakipteyken çıkarttıkları uğultu ile onların kendi düşüncelerini bile duymasına engelleyen taraftarı arkasındaydı. Taktik öncelik, savunmadaydı. İspanya’da olduğu gibi, Barcelona’yı kendi ceza alanı ile orta sahanın arasında tutmayı hesaplamıştı, Domenec Torrent…

Katalanlar zorlandı ceza alanına girmekte, şut atmakta, hatta orta bile yapamadılar. Ceza alanına biraz yakınlaşabildiği dönemlerde de karşısında 7-8 kişiden oluşan bir duvar buldular. Hücum için çok fazla seçenek yoktu ne yazık ki… Hücum tercihen Kerem, olmazsa Gomis’in önüne atılan uzun toplardan ibaretti. Önde kalabalıklaşma duran toplara kalmıştı. Onlardan ikincisinde Marcao’nun golü geldi. Artı 1’in yarattığı rahatlık konsantrasyon kaybına neden oldu. Xavi’nin genç yıldızı Pedri, savunmayı sırasıyla yere yatırıp skora denge getirdi.

İkinci yarıya golle başladı Barcelona. Rakibin oyununu bozup savunma becerisine sahip Galatasaray için asıl sıkıntı başladı. Gol için oynamak, topu kullanmak zorunda kalınca, defoları ortaya çıktı. Aldığı her topu ezen Babel. Ayağına gelen topu tutamayan Gomis. Genç ayakları oyuna alarak, hücuma hareket getirmek istedi Torrent. Bu değişiklikler biraz tempo verdi takıma. Ve biraz da heyecan. Barcelona’nın futbol dışı taktiklerle oyunu soğutması, Galatasaray için var olan küçük ümidi de alıp götürdü. Ve savunmasıyla buraya gelen Galatasaray, hücumda eksik kaldığı Avrupa’ya veda etti.