24 Şubat’ta başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal süreci, belki de dünya siyasi tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil edecek. Yeni ittifakların ve kutuplaşmaların başlangıcı, yeni ihtilaf ve uzlaşmaların ortaya çıkışına vesile olacak. Ukrayna’nın işgali öyle önemli bir gelişme ki Rusya’nın Batı dünyası ile ilişkileri ve Doğu Avrupa’nın kaderinin en önemli belirleyici unsurlarından biri olacak. Bu süreç tüm aktörlerin uluslararası ilişkilere nasıl yaklaştığı konusunda önemli bir gösterge olarak kabul edilecek.

Uluslararası politika analizi yapanlar, Rusya söz konusu olduğunda, Ukrayna’nın işgaline giden süreci ve Rusya’nın işgal boyunca izlediği politika ve söyleme referans vermeden Rusya’yı analiz edemeyecek. Örneğin Rusya’nın herhangi bir Avrupa ülkesiyle ilişkileri söz konusu olsa, Ukrayna işgalinin Avrupa’ya nasıl yansımış olduğunu görmezden gelerek bir analiz yapan çıkmayacak. Rusya’nın enerji ihracatı gündeme gelse, yine işgal sürecinin Avrupa enerji güvenliğine oluşturduğu risklerden, işgalin ardından Avrupa’nın hızlandırdığı enerji kaynaklarını çeşitlendirme çabalarından söz etmemek mümkün olmayacak.

Diğer taraftan, NATO’ya ilişkin yapılacak analizler, Rusya karşısında takınılan tavra atıflarla desteklenecek. NATO’nun güçlü ve etkin bir birlik olduğunu savunmak isteyenler de NATO’nun miadını doldurduğunu savunanlar da işgal sürecinden kendi tezlerini destekleyecek birçok unsur bulabilecek. Kimileri savaşın NATO’nun Ukrayna’yı üye kabul etmemesinden dolayı patlak verdiğini, kimileri ise NATO olmasaydı Rusya’nın Ukrayna’yı bir günde dize getirmiş olacağını savunacak. Bazı uzmanlar NATO’nun üyelik vaadinin Rusya’yı tahrik ettiğini iddia ederken, bazı uzmanlar ise Rusya’nın bunu bir bahane olarak kullandığını öne sürecek. NATO’nun genişleme süreci, yeni üye kabul edip etmemesi tartışmalarında en çok duyulacak ülke ismi de şüphe yok ki Ukrayna olacak. Her bir genişleme hamlesi değerlendirilirken bu hamlenin Rusya’ya nasıl tesir edeceği ve Rusya’dan nasıl bir tepki alınacağını göz ardı etmek mümkün olmayacak.

Avrupa Birliği üzerine yapılacak tartışmalarda ise Ukrayna Krizinde Birliğin bütün halinde ve eşgüdümle mücadele ettiği ve bu sayede Rusya’ya ağır bedel ödetildiğine dair başarı hikâyesi yazılanlar da olacak, Ukrayna AB üyesi yapılmış olsaydı Rusya’nın bu işgale girişemeyeceğini savunup AB’ye sorumluluk yükleyenler de. NATO’da olacağı gibi, bundan sonra AB’ye üye olacak ülkeler ele alınırken, Ukrayna önemli bir referans noktası olarak gündeme gelecek.

Ukrayna Krizi, Türkiye ile ilgi tartışmalarda da sık sık gündeme gelecek. Bazıları Türkiye’nin Rusya’ya yaptırım uygulamaktan kaçındığından hareketle Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığı tezini daha yüksek sesle dile getirecek, bazıları ise Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği SİHA’lar olmasaydı Kiev’in kısa sürede düşmüş olacağını öne çıkarıp Ukrayna’nın başarılı direncinde Türkiye’nin oynadığı kritik role atıfla AB’den daha büyük destek verdiğini savunacak.

Ukrayna krizi karşıt fikirleri besleyecek birçok argüman barındırıyor olsa da bir hususta herkesin hemfikir olması hiç şaşırtıcı olmayacak. O husus, Türkiye’nin krizin en başından beri her iki tarafla da işlevsel diyalog kurabilen, her iki tarafı çatışmaktan uzak tutacak diplomatik girişimlere imza atabilen tek ülkenin Türkiye olduğudur. Daha savaş başlamadan hem Rusya ve Ukrayna hem de krize taraf olan diğer ülkeler nezdinde mekik diplomasi uygulamak suretiyle krizin önüne geçmeye çalışan tek ülkenin Türkiye olduğunu herkes gördü.

Türkiye, kriz patlak vermeden önce başlattığı yapıcı girişimlerini, krizin en tepe noktasında bile Antalya Diplomasi Forumu vesilesiyle Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları arasında gerçekleştirilen toplantıyla taçlandırdı. Tarih, krize ilişkin çatışan görüşlere yer verse de, savaşan tarafları Antalya’da bir araya getiren Türkiye’nin savaşın sona erdirilmesinde en kritik adımı atan taraf olduğunu belirtmeden yazılamayacak.