Afganistan’da yaşanan yeni gelişmeler ve Taliban yönetiminin uluslararası meşruiyetini nasıl sağlayacağı konusu gündemdeki yerini korurken, Libya’dan Suriye’ye uzanan hat üzerinde yaşanan bir dizi gelişmeler Türkiye’nin güneyinde kalan coğrafyanın önümüzdeki günlerde hareketli bir döneme gireceğine işaret etmekte.

Öncelikle bir süredir donmuş vaziyette görünen Suriye Krizi aslında alttan alta tarafların yeniden pozisyon aldığı bir sürece evirilmektedir. ABD’nin vasi olarak bölgedeki terör unsurlarını kullanması Rusya’nın ise Libya ve Kafkasya’da sıkıştığı hamlelerde İdlib kartı üzerinden Türkiye’yi zorlaması mevcut durum içerisinde aşağı yukarı 1,5 yıldır alışılageldik senaryolar olmuştur. Türkiye’nin Kuzey Irak’taki başarılı anti-terör operasyonları sonrası gözünü Suriye’ye tekrar çevirebilecek durumda olması ve ABD-İran arasında gerçekleşecek nükleer müzakerelerin ise Suriye, Lübnan ve İsrail hattını etkileyecek olması gibi faktörler Suriye’de yaşanan ve önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeleri çok daha önemli hale getirmektedir.

Muhtemel bir ABD-İran anlaşmasında, Suriye’deki Esat yönetiminin yeni anayasa sürecini tamamlaması yönünde uluslararası baskı artacakken aynı zamanda da Suriye’deki geçiş döneminin salahiyeti için ABD’nin Esat’a karşı birtakım tavizler vermesi olasıdır. Bunun karşılığında İsrail’in güvenliği için İran’a bağlı vesayet unsuru güçlerin silahlarıyla birlikte İsrail sınırını tehdit edecek mevzilerden daha kuzeye ve doğuya çekilmesi de muhtemeldir. Böylelikle, İran’ın hem nükleer enerji hem de Ortadoğu yayılmacılığını dizginlemeye çalışan ABD aynı zamanda da İsrail’in güvenliği için bir nevi teminat verdirmektedir. Lübnan’da ise uzun bir protesto, yokluk ve ekonomik dar boğaz döneminin ardından kurulan yeni hükümet adına ABD’nin İran ve dolaylı olarak Suriye’de yapacağı hamleler hayati öneme sahiptir. Esat yönetimine verilecek tavizler Lübnan’a olan ticaret ve enerji nakil yolların açacaktır. Fakat, altını çizmemiz gereken hususlardan birisi de Suriye’nin güneyindeki bu taviz alışverişi kuzeydeki durumu ne şekilde etkileyecektir?

Suriye direnişinin Rus ve Esat güçlerinde İdlib ve çevresinde tamamen sıkıştırılmış olması, Türkiye’nin kontrolündeki Barış Pınarı ve Zeytin dalı hareket alanlarındaki terör unsurlarının kimi zaman ABD’nin vermiş olduğu lojistik destek ile kimi zaman da Rusya kontrolündeki sahalar üzerinden asayişi tehdit eden terör eylemlerine girişmeleri veyahut teşebbüs etmeleri, Türkiye’nin güvenliği açısından durumu daha da kritik bir seviyeye taşımaktadır. Açıkçası, ABD emperyalizminin Rus emperyalizmi ile kesişim kümesinde duran PKK/PYD terör örgütleri, yeni süreçte Türkiye için bir tehdit unsuru olarak kullanılmaya devam edecektir. Hali hazırda idlib üzerinden Türkiye’yi sıkıştırmak isteyen Rusya, Türkiye’nin Ukrayna ve Polonya ile olan askeri iş birliğinin artması sonucunda artık terör kartını da açık açık kullanmaktadır.

Türkiye bugüne kadar Astana ve Soçi’de sergilediği esnek ve verimli diplomatik çabalarını önümüzdeki günlerde BM Genel kurulu kapsamındaki temaslar ve ekim ayında yapılması planlanan R. Tayyip Erdoğan-Vlademir Putin görüşmelerinde devam ettirebilecek kapasitededir. Fakat dış politikada aynı anda bu kadar kriz sahasında başarılı olmaya çalışan Türkiye’yi, ABD yahut Rus payandasına itmeye çalışan iç siyaset aktörlerine de dikkat etmemiz gerekmektedir. HDP, CHP ve İP’in Ortadoğu politikaları(!) kapsamında YPG’yi meşru kılmak için yıllardır verdiği beyanatlar yahut Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik koridoruna karşı olan söylemleri ortadayken Gelecek Partisinin bu kervana açık açık sözde dört parçalı Kürdistan’ın yol haritası ile dahil olmasını gaflet ölçeğinde bile açıklayacak tabir yoktur. Parti başkanı zatın uzun süredir dillendirdiği sözde etnik temelli meclis oluşumu ile Türkiye’nin Lübnanlaştırılması amaçlanmaktayken aynı zamanda da PYD/PKK terör örgütlerinin işgalindeki Suriye topraklarında kurulacak bir federatif devleti Türkiye’nin tanıması gerektiğini söylemesi Türk Dış Politikasının ve Türk Silahlı Güçlerinin hem Türkiye’nin güvenliğine hem de daha adil bir düzen inşası konusundaki çabalarına karşı savaş açmak anlamındadır.

Türk siyaseti içerisinde Türk milletinin güvenliği ve meşru haklarını uluslararası camiaya peşkeş çekmeye kalkan iç unsurların dış politikadaki en majör rakibimizden daha büyük bir tehdit olduğu ise unutulmamalıdır.