BARIŞ HAREKÂTININ 45. YILINDA TÜRK-YUNAN SORUNLARINA GENEL BİR BAKIŞ -3

Ege adalarının zaman içinde Yunanistan tarafından silahlandırılmaları, iki ülke arasındaki ilişkilerin genel çizgisine bağlı olarak, ciddi bunalımlara neden olmaktadır. Yunan bağımsızlık hareketinin başladığı 1821’e kadar Ege Denizi’nin her iki yakası ve bu denizdeki tüm adalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğindeydi.

BU ada gruplarından Mora yarımadasının doğusunda bulunanlara “Kiklatlar,” Batı Anadolu önünde bulunanlara ise genel olarak “Sporatlar,” denilmektedir. Yunanistan’ın orta bölümünün kıyıları önünde bulunanlara “Kuzey Sporatlar,” Ege Denizi’nin kuzeyinde ve Anadolu’ya yakın olanlara “Trakya Adaları” ve “Boğazönü Adaları,” Ege Denizinin orta bölümünde, Anadolu kıyılarına yakın olanlara “Saruhan Adaları” veya “Doğu Sporatlar,” Batı Anadolu’nun güney ucunda yer alanlara da “Menteşe Adaları” veya “Güney Sporatlar,” (Oniki Ada) denir. “Sporat” Yunanca “dağınık” anlamındadır. Ege adaları, en güneydeki Ege’nin en büyük adası Girit hariç tutularak şu şekilde sınıflandırılabilir:

1. Boğazönü Adaları: Trakya adası olarak isimlendirilen Taşoz ile birlikte Kuzey Ege Denizi’nde yer alan adalara bu isim verilir. Toplam sekiz adettir. Bu adalar Türkçe isimleri ile şunlardır: Taşoz, Semadirek, Zürefa, Gökçeada, Tavşan Adaları, Bozcaada, Limni ve Bozbaba.

2. Kiklat Adaları: Yunanistan’ın Mora Yarımadası’nın doğusunda bulunan adalara denir. Toplam dokuz adet olan bu adalar Türkçe isimleriyle şunlardır: Andre, İstendin, Mokene, Mürted, Bara, Nakşa, Yamurgi, Değirmenlik ve Aniye.

3. Kuzey Sporat Adaları: Orta Yunanistan kıyılan önünde bulunan adalara denir. Bu adaların belli başlıları şunlardır: Skiatos, Skopolos, Alonisos, Pelagos, Skiros, Eğriboz.

4. Saruhan Adaları (Doğu Ege Adaları veya Doğu Sporatlar): Ege Denizi’nin orta bölümünde, Anadolu yarımadasına çok yakın konumda olan adalardır. Toplam on dört adettir. Başlıcaları Midilli, Sakız, Sisam olan bu adaların diğerleri Türkçe adları ile şunlardır: Koyun Adaları, Koyun Adası, Paşa, Vatos, Pondiko, İpsara, Antiipsara, Venedik Kayası, Ahikerya, Hurşit ve Fornoz.

5. Menteşe Adaları (Oniki Ada veya Güney Sporatlar): Batı Anadolu kıyılarının güneyinde ve kıyılara çok yakın bulunan adalara denir. Osmanlı Devleti döneminde bu adalar on iki kişilik bir heyet tarafından yönetildiği için “Oniki Ada” olarak anılmışlardır. Toplam sayıları yirmi altı bu adalar Türkçe isimleri ile şunlardır: Eşek Adası, Nergiscik, Batnoz (Patmos), Lipso, Bulamaç, İleryoz (Leros), Kelemez (Kalimnos), Keçi Adası, Koç Baba, Ardıççık, İstanköy (Kos), Sakarcılar, İncirli, Çerte, İleki, Nimos, Sömbeki, Rodos, Limoniye, Herke (Halki), Küçük Kerpe, Kerpe, Çoban Adası, Ardacık, İstanbulya.

Türk-Yunan sorunları arasında oldukça ağırlıklı bir öneme sahip olan Ege Adaları’nın zaman içinde Yunanistan tarafından silahlandırılmaları iki ülke arasındaki ilişkilerin genel çizgisine bağlı olarak, ciddi bunalımlara neden olma potansiyelini daima muhafaza eden bir sorundur. Yunan bağımsızlık hareketinin başladığı 1821’e kadar Ege Denizi’nin her iki yakası ve bu denizdeki tüm adalar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde idi. Yunanistan’ın 1830’da bağımsızlığını kazanması ve Batı Ege Adaları’na (Eğriboz, Kuzey Sporatlar, Kiklad Takımadaları) sahip olmasıyla Ege Denizi’nin Türkiye ile Yunanistan arasında ik paylaşımı da başlamıştır. Bu tarihten itibaren Megali İdea çerçevesinde Türkiye aleyhinde takip ettiği ve 1922’de Sakarya önlerine kadar ulaşan saldırgan politikası ile Yunanistan, sürekli doğuya doğru Egemenlik sahasını genişletmeye başlamıştır. Adaların hukuki statüleri ve adalarla ilgili olarak Yunanistan’ın bugün takip ettiği siyaset şu şekilde özetlenebilir:

Boğazönü Adaları; 1913 Atina Antlaşması ve 1914 Londra Konferansı ve bunlara atıf yapan Lozan Antlaşması’nın 12 nci maddesi gereğince Türkiye’nin güvenliği açısından askersizleştirilmişlerdir. 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi ile Karadeniz’e sahili olan ülkelerin emniyeti için boğazların askersizleştirilmesi hükmü kaldırılmış ve sözleşmenin protokol kısmında “yalnızca Karadeniz-Boğazı, Marmara ve Çanakkale Boğazı’nın silahlandırılabileceği” hükmü ilave edilmiştir.

Saruhan Adaları (Doğu Ege Adaları); Lozan Antlaşması’nın 12 nci ve 13 ncü maddeleri ile askersizleştirilmişlerdir.

Meis ve Menteşe Adaları (Oniki Ada); Lozan Antlaşması önceki statüleri devam ettirilmiş, İtalya’ya bırakılmıştı. İkinci Dünya Harbi sonrasında yapılan 1947 tarihli Paris Antlaşması’nın 14 ncü maddesi ile bu adalar, askersizleştirilme durumları devam ettirilmek kaydıyla İtalya tarafından Yunanistan’a bırakılmışlardır.

Bahsedilen bütün bu uluslararası antlaşmalar gereğince Yunanistan bu adalarda sadece kolluk kuvveti bulundurabilir. Silahlı kuvvet bulunduramaz ve tahkimat yapamaz. Fakat bütün bunlara rağmen Yunanistan, 1946 yılından beri değişik bahaneler altında bu adaları silahlandırmıştır. Bugün bu faaliyetine devam etmektedir. Yunanistan, adalarda konuşlandırdığı askeri birliklerin “kolluk kuvvetleri olduğunu” iddia etmek suretiyle antlaşmalara aykırı olan bu durumu perdelemeye, gizlemeye çalışmaktadır.

Mesela, bu adalardan Limni, Yunanistan’ın Ege ile ilgili politikasında bir atlama taşı olarak kullanılmaktadır. Yunanistan, 1980’lerin başından beri Limni adasında uluslararası antlaşmalara aykırı olarak konuşlandırdığı birliklerini NATO planlarına dahil ettirmek için yoğun bir faaliyet yürütmektedir. Yunanistan Limni adasında konuşlandırdığı birlikleri NATO’ya gönderdiği savunma planlama soru belgelerine dahil etmiş; kendi millî belgesindeki Limni’ye ilişkin bu bilgilerin NATO’nun resmî dokümanlarına dahil edilmesini talep etmiştir. Ancak Türkiye, bu bilgilerin resmi NATO dokümanlarına geçmesini engellemek üzere Yunan dokümanlarını kabul etmemiştir. Buna karşılık Yunanistan da Türkiye’nin ilgili NATO dokümanlarına itiraz etmiş, böylece her iki ülkenin kuvvet planlamasına esas teşkil eden dokümanlar NATO planlamasının dışında kalmıştır.

Diğer taraftan, Limni’nin NATO tatbikatlarına dahil edilmesi yönündeki Yunan istekleri NATO tarafından kabul edilmemiştir. Yunan hükümeti, Limni konusunda beklediğini bulamayınca yeni bir arayışa girmiş ve 15 Aralık 1984 tarihinden itibaren, yeni bir savunma doktrini ilan etmiştir. Yunanistan buna göre, kendisine yönelen asıl tehdidin Türkiye’den geldiğini iddia eden görüş çerçevesinde, Meriç batısı ve Ege’de Türkiye’ye yakın adalardan geçen bir ilk savunma hattı üzerinde, tüm Ege’yi Yunanistan’ın siyasal ve ülkesel bütünlüğü içinde mütalâa eden bir “yeni savunma doktrini” uygulamaya koyacağını açıklamıştır.

Adaların uluslararası antlaşmalar ile belirlenmiş statüsünü ihlal ederek, silahlandıran Yunanistan; mütecaviz olarak nitelendirilebilecek olan bu yeni savunma doktrini ile de Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır takındığını resmen ilan etmiş bulunmaktadır. Yunanistan bu doktrin çerçevesinde hareketlerine devam etmiş, yukarıda sayılanların dışında Ege Denizi’nde bulunan ve “uluslararası antlaşmalara göre Yunanistan’a bırakılmamış olan ada, adacık ve kayalıklar”ın da kendisine ait olduğunu iddia etmiştir. Hatta 1995 yılının son ayında İkizce (Kardak) Kayalıkları krizinde de görüldüğü gibi, bir oldubitti yaratarak, toplam sayıları 131 olan bu statüdeki ada, adacık ve kayalıklara el koymaya kalkışmıştır. İki ülkeyi 1996 Ocak ayında adeta savaşın eşiğine getiren, İkizce (Kardak) Kayalıkları sorunu, işte Yunanistan’ın, “Ege’yi bir Yunan gölü olarak görmesi ve diğer kıyıdaş devlet Türkiye’ye bu denizi kapatmak politikasının” çarpıcı bir örneğini göstermektedir.

3.2. KARASULARIN SORUNU

Ege’de Türk karasularının genişliği, Lozan Antlaşması’ndan sonra 3 mil, 15.5.1964 tarih ve 476 sayılı karasuları kanunu ile, ilke olarak 6 mile çıkarılmış, ancak aynı yasanın 2 nci maddesi, karasuları daha geniş olan devletlere karşı karasularımızın karşılıklı ilkesine göre belirleneceğini hükme bağlamıştır. Lozan Antlaşması’nda açıkça ifade edilmemiş olmakla beraber, konferans zabıtlarında tarafların karasularının 3 mil genişlikte olması anlayışıyla hareket ettiklerini doğrulayan belirtiler vardır ancak, Yunanistan’ın 17 Eylül 1936 tarihinde karasuları genişliğini 6 mile çıkardığı görülmektedir.

Bilindiği gibi, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, karasuları genişliğinin, 12 deniz milini geçmeyecek bir sınıra kadar belirlenebileceğini ifade etmektedir. Bir başka deyişle sözleşme, kıyı devletlerine 12 mile varan bir kara suyuna sahip olma hakkını, ilke olarak tanımıştır. Deniz hukukuna ilişkin yeni bir hukuki düzenleme getirilmesini amaçlayan Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda Türkiye, Ege Denizi’nin özel coğrafi konumundan kaynaklanan nedenlerle, karasuları genişliği ile ilgili uyuşmazlıkların çözümlenmesinde uygulanabilecek kuralların biçimlendirilmesi çabalarına yakından katılmış ve ileri sürdüğü görüş ve önerilerle bu tür uyuşmazlıklarda âdil bir çözüm getirilmesini sağlayabilecek özel nitelikte kuralların kabul edilmesi için yoğun çaba harcamıştır. Buna rağmen, 3 ncü maddedeki 12 mil esasının bir “hak” olarak “her devlete” tanınmasını engelleyememiştir.

12 MİL UYGULANAMAZ

Sözleşmenin 309’ncu maddesinde öngörülen “işbu sözleşmeye, diğer maddelerde açıkça izin verilenler dışında, ne çekince ve ne de istisnalar ileri sürülebilir” hükmü karşısında, 3 ncü madde hükmünü kabul etmeksizin antlaşmaya taraf olma olanağı bulunmadığı için Türkiye, metnin kabulü için yapılan oylamada aleyhte oy kullanmış ve antlaşmaya taraf olmayacağını açıklamıştır. Bu nedenle, 12 mil genişlik esası karşısında, kuralın oluşumu aşamasından itibaren açıkça ve tutarlı bir biçimde itiraz eden bir devlet durumundadır. 12 mil genişlik esasının bundan böyle bir yapıla geliş kuralı niteliği kazanmış olduğu ileri sürülse de, bu kuralın Ege’de Türkiye’ye karşı uygulanması hukuken mümkün değildir.

Bununla beraber, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi sonrasında Türkiye, karasularının genişliği konusundaki tutumunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklamak amacıyla, 20 Mayıs 1982 tarih ve 2674 sayılı yasa ile ulusal mevzuatında düzenlemeler yapmış, Ege’de durumu değiştirecek herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.

1982 BMDHS sonrası gelişmeler, sözleşmenin 16 Kasım 1994 tarihinde yürürlüğe girmesi, Yunanistan’ın da, 1 Haziran 1995 tarihinde sözleşmeyi onaylaması Yunanistan’ın Ege’deki emellerinin daha belirgin olarak ortaya çıkmasını da birlikte getirmiştir. Yunanistan, şimdiye kadar resmî olarak karasuları genişliğini 12 mile çıkaracağını ifade etmiş olmakla beraber, bunu uluslararası her platformda kullanacağı açıktır. Türkiye’nin zafiyete düştüğü ve uluslararası ortamı uygun bulduğu anda bu amacını gerçekleştirmek için harekete geçecektir.

Bir devlet karasuları genişliğini belirlerken komşu bir devletin karasularının açık denizle bağlantısını engellemeyecek bir biçimde davranması gerektiği de coğrafi özellikleri olan denizler için söz konusudur.

Gerçekten, Ege’de karasularının 6 milin üzerine çıkartılması, açık deniz alanlarını yok denecek kadar azaltacak, bu denizin neredeyse bütün kaynakları Yunanistan’a kalacak, Türk Deniz Kuvvetleri’nin uluslararası sulardan geçerek Ege’den Akdeniz’e ulaşması imkansız hâle gelecek ve bu deniz ile üzerindeki hava sahasında Türkiye’nin hiç bir hakkı kalmayacaktır.

Yarın: Kıta sahanlığı sorunu