26 Ağustos’ta Türk siyasetine yeni bir yön tayin edeceği duyurulan Meral Akşener yaptığı konuşmayla kendisini daha çok tartışma konusu haline getirdi. Son seçimlerle ilgili herkesi topun ucuna yerleştirirken kendisini zeytinyağı gibi üste çıkaran bir söyleme sarıldı. Bir hayli uzun süren konuşmasında değindiği konulardan birisi ittifak siyasetine getirdiği eleştirilerdi. Akşener’e göre ittifak siyaseti Türkiye’ye zarar veriyormuş. Oysa aynı konuşma içerisinde ittifak konusuna ilişkin şunları söyleyen de oydu: “2019 yerel seçimlerinde hem toplumsal zeminde hem de adaylarda bu durumu gördüğümüz için bir teklifte bulunduk. Tekrar söylüyorum bu teklifi biz götürdük. İttifak kurduk ve başarılı olduk.”

HDP’yle bir araya gelerek 11 büyükşehir belediyesini CHP’ye kazandırırken, İP’e bu belediyelerden müdürlükler, ihaleler sular seller gibi akarken faydalı olan ittifak düzeni, yıkımla sonuçlanan bir seçimin ardından verimsiz oldu.

Meral Akşener’e göre ittifak sistemi ayrılıkçı yapıların sistemin içine sızmasına neden oluyormuş. Cumhuriyetle, devlet ve milletle sorunu olan siyasi görünümlü odaklar ittifakları kullanıyormuş. Acaba kimi kast ediyor diye uzun uzun düşünmeye lüzum yok herhalde. Türkiye’nin en büyük ayrılıkçı partisi HDP olduğuna Akşener’in bu ifadelerinin menzilinde HDP var. Öyleyse 2019’da HDP’yle kurulan siyasi birliktelik, devlet ve milletle sorunu olan siyasi görünümlü odaklara alan açmak değil miydi? HDP’yle aynı amaca kanalize olmak bölücü yapıların sızma girişimine yardım ve yataklıkta bulunmak değil miydi?

Akşener’in silahından çıkan bu mermiler dönüp dönüp kendisini vurdu. Öncelikle şunu hatırlatmak lazım: Türkiye’de her kuşağın dilinde “siyasi partiler arasında kör dövüşüne dönen ayrışmaların bir türlü aşılamaması” yer etmişti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ittifakların önünü açarak, partiler arasındaki diyalog çabasını kamçılayarak, tüm siyasi bileşenlere yan yolları terk ederek meydanlara çıkma çağrısı yaparak bu engeli ortadan kaldırmıştı. Siyasi ittifaklar kamuoyunun vakıf olduğu bir mutabakat çerçevesinde dayandırılarak siyaset şeffaflaştırılmıştı. Ancak muhalefet partileri bu yola uymadı. Şeffaflık yerine gizli ajandalarına bağlı kalmayı sürdürdü. Öyleyse suçlu kimdi? İttifak sistemi mi, ittifak ve müttefik tercihleri mi?

Muhalefet seçimleri ne olursa olsun kazanmak adına PKK’nın siyasetteki taşeronu olan HDP’ye sırtını yasladı. HDP’yi rehabilite etme adına hiçbir adım atılmadı. Atılsaydı elbette sonuç vermeyecekti ama HDP’ye oy vermiş insanları uzlaşıya dayalı bir siyasi zemine doğru çekebilme imkanı görmezden gelindi.

Zaten HDP’yi Kürtlerin siyasi temsilcisi ilan eden Meral Akşener, Kürt kökenli vatandaşlarla aracısız bir iletişim oluşturamayacağını baştan kabul etti ve HDP’yi meşrulaştırma uğruna vatandaşla arasına bölücü bir bariyer çekti. Siirt’e “Burası Kürdistan” diyen bölücüye “Sen istediğin gibi tarif edebilirsin” dedi. İP Diyarbakır kongresinde silahları bırakmaktan bahsederek PKK’ya sinyal gönderdi. HDP’yle ilgili birçok meşrulaştırma cümleleri kurdu. HDP’nin Türkiye’yi parçalayacak kanlı bıçağını bileyleyerek nereye varacağını sanıyordu ki? İpleri HDP’nin eline tutuşturduktan sonra kukla gibi oynatılmaktan şikayet etmek samimi bir serzeniş mi?

Şimdi her şeyini kaybetmek üzere olan Akşener kendi işine gelen stratejiyi cilalayarak tüm siyasi partilerin tek başına seçime girmesini talep ediyor. Bir zamanlar “kafasına göre imam arayan Temel'in fıkrasından” bahsetmişti. Şuan uygulamaya çalıştığı stratejinin tarifi bu olsa gerek…