ATATÜRK’E GÖRE MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ -3

Yine Atatürk 1934 yılında Çanakkale’de Mehmetçik Âbidesi’ni ziyaret edip bir konuşma yapacak olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya, harpte diğer milletlerden ölen askerlere de hitap edilmek üzere şu notu vermiştir:

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada, bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Yaşadığı çağda emperyalizme karşı büyük bir mücadele vererek ülkesini işgalden kurtaran ve bağımsız yeni bir Türk devletini kuran Atatürk’ün mücadelesi, zamanın mazlum milletlerine de örnek teşkil etmiştir. Dönemin küresel sisteminin bazı ülkeleri sömürme aygıtı olarak düşündükleri, o milletlerin bağımsızlıklarını ve kendi var olmak iradelerini ortadan kaldıran “Manda ve Himaye” sistemi ile kendilerine bağladıkları mazlum milletler, Atatürk ve Türk Milli Mücadelesini örnek almışlardır. Asya ve Afrika’daki birçok milli kurtuluş hareketlerinin ilhamı ve örneği Atatürk hareketidir.

MAZLUMUN YANINDA

Milletlerin var olmak iradelerine saygılı olmak ilkesi milliyetçilik anlayışının “insani” temelini oluşturan Atatürk, mazlum milletleri emperyalizmin boyunduruğundan kurtaracak olan milli kurtuluş mücadelelerine yürekten inanmış bir liderdir ve değişik tarihlerde buna olan inancını dile getirmiştir. Atatürk, öncelikle kendi milletinin yaşadıkları acıları ve o acılara dünyanın sessiz kalışlarını eleştirmektedir:

“Biz, yaşama ve bağımsızlık için mücadele eden ve bu kanlı mücadele manzarası karşısında bütün medeniyet dünyasının hissiz, seyirci kaldığını görmekle içi kan ağlamış insanlarız.”

“Geleceğin yüksek ufuklarından doğmaya başlayan güneş, asırlardan beri ıztırap çeken milletlerin talihidir. Bu talihin, artık bir daha siyah bulutlara bürünmemesi, milletlerin ve onların önderlerinin dikkat ve fedakârlığına bağlıdır.”

Atatürk, 1933 yılında bir sabah Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söylemiştir:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik (sömürgecilik) ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı alacaktır.”

MİLLETLERARASI İŞ BİRLİĞİ

“Mutlaka medenî, insanî ve barışçı ülkü belirmelidir.” Diyen Atatürk’e göre insanları ve milletleri yakınlaştıran birçok etken vardır. Bunların her birini hayata geçirecek politikalar izlenmelidir. Milletler arasında iş birliği imkânlarını geliştirmek lazımdır:

“Milletleri antlaşmalardan ziyade hisler bağlar.”

1931 yılında Türkiye’ye gelen ve kendisini ziyaret eden Amerikalı havacılara; “Kıtaları birleştirirken, milletleri yaklaştırıyorsunuz.” Demiştir. Yine 1930 yılında yabancı gazetecilere “Yakınlık temininde basının rolü çok kıymetlidir.” Diyerek, milletlerarası ilişkilerde basının rolüne işaret etmiştir.

Atatürk, dünya barışının nasıl kurulacağı, insanlığın nasıl mutlu olacağı ve hayata nasıl bakılması gerektiği konusunda bugün de ders alacağımız önemli tespitler yapmakta ve ciddi bir vizyon ortaya koymaktadır: “İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzünülecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktır.”

“Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir.

Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz!” diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: “Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım.” Ben kendi karakterim itibarıyla ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki o adam fert olarak yok olacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makul bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, “Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.

YARIN: MİLLETLERİ SEVK VE İDARE EDEN ADAMLAR