Takribî iki ay kadar sonra Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına selam duracağız fakat kavgalarımız hâlâ yüzyıl öncenin meselelerine demir atmış hâlde. Demek ki kul yapımı takvim yapraklarını habire eskitmekle zihin dünyamızı yenilemek arasında zorunlu bir bağlantı yok.

“Hatay Arapların mı, Türklerin mi?”, “Hatay’da ezanın Arapça okunmasına karışmayan Fransa mı, Türkçe okutan Cumhuriyet mi evla?”

Siyaset çöplüğüne dönen Twitter’ı karıştıran son meselemiz bu oldu. Bunlardan birisini seçmeniz isteniyor. O zaman söyleyin, “Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletine” aday olanlar, ezanın Arapça okunmasına mı üzülsün, güzel dilimize kıymet verilmesine mi sevinsin?

En iyisi mi dengeli olanda kanaat edilsin. Öyleyse nedir dengeli olan? Beslenme uzmanları “dengeli beslenin” demez mi? Hazreti Peygamber “Dinde aşırılık etmeyin” diye muvazene tavsiyesinde bulunmaz mı? Hem ekonomisini hem halkını zenginleştiren ülkelere bir göz gezdirince, kapitalizmin ve sosyalizmin sağlıklı taraflarını iktibas eden “karma ekonominin”, yani dengenin başarısı ortaya çıkmaz mı?

Hatay Arap’sa, Hakkâri Kürt müdür, Kasımpaşa Çingene, Artvin Laz mıdır mesela? Yoksa “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk” müdür?

Postalıyla çiğnediği toprağın zenginliğini cebe indiren, bağımsızlığına kement, namusuna göz atan, eğitimine, üretimine, vatanının her köşesine çöreklenen işgal ordusu bir tek ezanımıza el sürmemiş diye başımızın üstünde midir?

Mustafa Kemal Paşa’ya devamlı olarak türlü vesileler üzerinden nefret kusmak, bugün Atatürkçülük maskesi takıp Türk milletinin bekasını çökertmek için zehirli ittifaklar kuranların ekmeğine yağ sürmekse bu gaflet rüzgârına kapılmamak vatani bir vazife değil mi?

Hatay tartışması üzerinden güya Cumhuriyet’e ve Atatürk’e kol kanat geren ‘uyanıkların’ PKK’nın partisiyle kurulan birlikteliği en çok destekleyenler olması bu gerçeğe yeter sebep değil mi?

Atatürk’e yenileşme hareketleri üzerinden hücuma geçmeden önce II. Mahmut döneminden başlayan ve Cumhuriyet’in kuruluşuna sirayet eden inkılap düşüncesinin izini sürmek lazım gelmez mi?

Bırakalım II. Mahmut’u, Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün siyasi muhaliflerinin sözcüsü kabul edilen merhum Kazım Karabekir Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir’de İslam’ı yücelten bir hutbe vermesinden sonra “Dünya işlerini camilere soktuğumuzun acısını çektiğimiz yetmez mi Paşam? Milli işlerimizi neden yine camilere sokuyoruz?” ikazına bakmak bile bir dönemin düşünce yapısını anlayabilmek için kâfi gelmiyor mu?

Tarihe iyisiyle kötüsüyle hürmet edip bugünümüze ve geleceğimize odaklanmak imkânsız mı? Öyleyse bu karanlık labirentten hiç çıkamayacağız demektir.