Yıllardan beri ortaöğretim ve üniversiteye giriş sınavlarının kaldırılması gerekliliği tartışma konusu olmuştur. Akademisyenler, eğitmenler ve hatta veliler çeşitli platformlarda bu gerçeği dillendiriyor. Ancak sınavsız akademik kariyer için elini taşın altına koyma zamanı çoktan gelmiştir.

Son yaşadığımız olaylardan da deneyimledik ki, eğitimle şekillenmesi beklenen gelecek nesillerimiz, sınavlara hazırlık adı altında eğitimden uzaklaştırılıyor ve hatta milli ve manevi değerlerden uzak çeşitli grupların ellerinde kendi ailesi ve milletiyle sorunlu hale getirilebiliyor.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli “Biz gençliği sınavlarla bulmadık, bu yolla da kaybetmeyiz, kaybedemeyiz, kaybetmeyeceğiz.” vurgusu yaparak ortaöğrenim ve üniversiteye giriş sınavlarının Türkiye’de önemli bir sorun haline geldiğini uzun süredir dillendirmektedir.

Son yıllarda başta Fetö olmak üzere gayrı milli tüm unsurlar sınavlara hazırlıkları gerekçe göstererek açtıkları etüt merkezi, dershane ve okullarını Türk gençliğinin kendisiyle, ailesiyle, milletiyle, vatanıyla, devletiyle sorunlu hale gelmesinde bir araç olarak kullandı. Maalesef olup bitenlerden ders almayıp aynı yolun yolcusu olmaya talip birçok gayrı milli unsurların olduğu da bilinmektedir.

Sayın Devlet Bahçeli Türk milletinin geleceği olan Türk gençliğinin, fırsat eşitliğinin sağlandığı kaliteli okullarda nitelikli eğitim yoluyla yetişebileceğine vurgu yapmış, eğitim-öğretim kurumları arası geçiş sınavlarını bunun önünde engel olarak görmüştür.

MHP lideri Sayın Bahçeli son grup toplantısında gençlerin eğitiminden sorumlu tüm paydaşlara seslenerek; “Tarihi talihle birleştirmek, çağın alnına Türk mucizesini ve Türk mührünü iliştirmek gençlerimizin sayesinde gerçekleşecektir. O gençlik ki, dinini, dilini, dileğini, milletini, milliyetini, kardeşliğini, adalet ve hakkaniyeti bilen bir gençliktir. O gençlik ki, kılıçla kalemi, kelamla keyfiyeti birleştiren bir gençliktir. O gençlik ki, kim var diye sorulduğunda, sağına soluna, önüne arkasına bakmadan ben varım diyebilen bir gençliktir. O gençlik, aşkına, anılarına, ahlakına, arkadaşlarına, ailesine, kendini adadığı değerlerine bağlı ve sadık bir gençliktir. Sapkın akımlarla, yozlaşmaya nezaret eden ters akıntılarla başa çıkabilmenin ana cephesi Türk gençliğidir. Biz gençliği sınavlarla veya karnelerle bulmadık, bu yolla da kaybetmeyiz, kaybedemeyiz, kaybetmeyeceğiz. Ümit ediyorum ki, geniş ve gerçekçi bir mutabakat ortamı kurularak üniversite sınavlarını kaldıracağımız günler de çok uzak değildir.” tarihi tespitlerde bulunmuştur.

Yaşanan olaylar ve gençliğimizin geleceğe yönelik tutum, görüş, beklenti ve davranışları Türkiye’de sınav sisteminin artık bir beka sorunu haline geldiğini ortaya koymaktadır. 

İnsanın aklına hemen şu sorular geliveriyor. Sınavların kaldırılması bugünün şartlarında mümkün mü? Sınav kaldırılırsa yerine ne getirilebilir?

Sayın Devlet Bahçeli önceki yıllardaki grup toplantılarında yapmış olduğu konuşmalarında bu sorulara şöyle yanıt vermişti: “Okul başarısını ve öğretim sonunda olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat eşitliği gözeten geçiş sistemi uygulanmalıdır. Türkiye’nin öğretim basamakları arasında yapılan sınavları kaldırabilecek ve bunu başarabilecek akademik bilgi zenginliğine ve yeterliliğine sahiptir.” Biz de diyoruz ki, kendi tarihsel geçmişimizden hareketle kendimize güvenelim, inanalım. Allah’ın izniyle başaracağız, başarmalıyız, başarırız.

Peki bu sınavlara neden ihtiyaç duyuldu? Dünyada uygulamalar nasıl?

Dünyanın birçok ülkesinde bilimsel ve teknik ilerlemeye bağlı olarak yükseköğretimi de kapsayan eğitim ve öğretim talebinin sürekli olarak arttığını görüyoruz.  Buna bağlı olarak tüm öğretim kurumlarında kontenjan arzının arttırılamaması ve okullardaki fırsat eşitliğinde gözle görülür kalite ve nitelik farklılıkları gibi nedenlere bağlı olarak rekabetçi bir üst öğrenime giriş sistemine ihtiyaç duyuldu.

Sistemin gerekçesi olarak da birçok ülke, anayasasında bireyin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda en üst düzeyde eğitim görmesini vatandaşlık hakkı ve devletin bir görevi olarak gösterdi.

Böylece Dünya’nın farklı ülkelerinde öğretim basamakları arasında geçişte ülkenin içinde bulunduğu şartlar dikkate alınarak çeşitli seçme ve eleme işlemleri gerçekleştirilmeye başlandı. Bitirme sınavları, giriş sınavları, yetenek sınavları, çoklu sınavlar ve sınavsız sistem olmak üzere beş başlıkta toplayabileceğimiz sınavlarla öğrenciler bir üst öğrenime yerleştirilmeye çalışıldı. Giriş sınavlarının ise en az tercih edileni olduğunu biliyoruz.

Türkiye baktığımızda ise 1960’lı yıllara gelinceye kadar öğrencilerin eğitim-öğretim kurumlarına sınavsız kabul edildiğini görüyoruz. Eğitim reformlarıyla birlikte öğrenci sayılarındaki artış, buna bağlı yerleştirmede yaşanan zorluklar, sık sık eğitim sisteminde yapılan düzenlemeler, fırsat eşitliğinde yaşanan sorunlar karşısında en kolay yol tercih edilmiştir. Yani çok sorulu ve objektif standart testler hazırlanarak sınavlar yapılamaya, puanlara göre seçme ve yerleştirme işlemi gerçekleştirilmeye başlanmıştır. 1974 yılına gelindiğinde ise üniversiteye giriş sınavlarının tek merkezden yapılmasını uygun bulmuştur.

Türkiye’de ortaöğretime geçiş sınavlarına baktığımızda ise, sınavla öğrenci alan okulların tarihinin çok eskilere dayandığını görüyoruz. 1955 yılında yabancı dilde eğitim veren kolejler, 1964 yılında itibaren fen lisesi, 1985 yılından itibaren Anadolu imam hatip liseleri, 1990 yılından itibaren Anadolu öğretmen liseleri merkezi sınavla öğrenci aldı. 1997 yılından itibaren LGS, OKS, SBS, TEOG ve yeniden LGS olmak üzere birçok merkezi ortaöğretime geçiş sınavı ile ortaöğretime öğrenci kabul edilmektedir.

Ülkemizde hem ortaöğretime geçiş hem de üniversiteye giriş sınavlarının kalıcı hale geldiğini görüyoruz. Bugüne kadar sorumlu kurumların alternatifler konusunda çok istekli olmadıklarını biliyoruz.

Türkiye’de iki bakanlığın önünde özellikle “milli” kelimesi bulunmaktadır. Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlığı. Bunun böyle olması tesadüf değildir. Vatanın bölünmez bütünlüğünün korunması ve töresine bağlı nesillerin yetiştirilmesi, şehit kanlarıyla devlet kurduğumuz bu topraklarda huzur ve refah içinde kıyamete kadar var olabilmemiz ancak ve ancak milli kalabilmemizle mümkündür, demektir.

Görüyoruz ki milyonlarca öğrencimiz zamanının büyük bir kısmını okullarda, dershanelerde, etüt merkezlerinde ve özel derslerde soru çözerek sınavlara hazırlanarak geçirmektedir. Geleceğimiz Türk gençliği zamanını hayata değil sınavlara hazırlanarak geçirmektedir. Böylece daha kırılgan hale gelebilmektedir.

Bu bakımdan eğitim-öğretim kurumları arası geçiş sistemi bilimsel ve tutarlı bir temele oturtulmalıdır. Bunun için fırsat eşitliğini sağlayan koşulların sağlanması konusunda ivedilikle adımlar atılmalıdır. Eleme sınavlarından uzak sınavsız, herkesin kendi ilgi ve yetenek alanlarında istediği eğitimi alabildiği, eğitimin sadece meslek ve sonucunda bir iş edinmek için gerçekleştirilmediği bir eğitim sistemi mümkün kılınmalıdır.

MEB, YÖK ve ÖSYM başta olmak üzere tüm paydaş kurumlarımız alternatif yollar konusunda yapacakları çalışmalara hız vermelidir. Sınavsız bir sistem hayalimiz ve planımız olmalıdır.

Sonuç olarak eğitim, milli olmak ve milli kalmak ülküsüyle ortak akıl, bilimsel vizyon ister. Kişinin, grubun, görüşün, yönetenin eğitim sistemi olmaz. Milletin milli eğitimi olur. Ülkenin ülküsüne götüren eğitimi olur. Türkiye'de insanımızı sınava mı, hayata mı hazırlamalıyız, artık karar vermeliyiz!