İnsan hakları, tüm insanların doğuştan sahip olduğu temel hakları ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.

İnsan hakları insanın adaleti yitirdiği, mazlumlara eziyet edildiği, zorbalığa, işgale ve talana karşı durmanın gerekli görüldüğü her yerde hep var olmuştur.

İnsan hakları kavramı son yüzyılda insanoğlunun insanlığını yitirdiği yerden tekrar gür sesle dillendirilmiştir. Son olarak, 1948 yılı Aralık ayında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi insanoğlunun birçok acı olay yaşamasının sonucunda ortaya konmuştur.

Öyle ki, Beyanname I. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 17 milyon ve II. Dünya Savaş’ında 80 milyon asker ve sivilin öldüğü,  insanların fırınlarda yakıldığı, sivil halkın üzerine atom bombalarının atıldığı bir dönemde insan saygınlığını yükseltmek için yapılan ortak bir gücü temsil etmek için kaleme alınmıştır.

Ancak emperyalist ve kapitalist eli kanlı güçler, evrensel bir metin yazmakla alışkanlıklarından vazgeçememişlerdir. Herkesin eşit doğması ve eşit olması onların sınıflı toplum kurgusuna ters düşmüştür.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, insanların birbirini katletme, kan gütme kıskacından kurtarmak için kabul edilmişti. Genel itibariyle tüm insanlık için vazgeçilmez haklar öneriliyordu. Kâğıt üzerinde kalmaması, korunması, titizlikle uygulanması gereken çok önemli, değerli ve erdemli davranış ilkeleriydi.

Ne yazık ki bu sözleşmenin uygulanamadığı, genellikle kâğıt üzerinde kaldığı, özellikle bu sözleşmenin ortaya çıkmasında etkin rol oynayan ülkeler için pek geçerli olmadığı görülmektedir.

İnsan haklarını ve demokrasiyi en çok savunan Amerika ve Kıta Avrupa olarak ifade edilen Batı’nın bazen ayrı bazen de birlikte; Vietnam’da, defalarca Irak’ta,  Küba’da, Suriye’de, Cezayir’de, Lübnan’da, Afganistan’da, Bosna-Hersek’te, sistematik olarak Afrika’da ve Filistin’de sivil insanları katletmeleri, insanca yaşama haklarını ellerinden almaları tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ortaya koyan irade için; Türklerin, Filistinlilerin, Suriyelilerin, Vietnamlıların, Venezuelalıların, Yemenlilerin, Iraklıların, Arakanlıların, İranlıların, Afganların, Pakistanlıların, Libyalıların, Lübnanlıların ve daha onlarca milletin ve genelde Müslümanların hakları yoktur.

İşin en dikkat çekici yanı ise, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul eden aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde dünya barışını korumak için veto gücüne sahip ülkelerin özellikle insan hakları ihlalinde başta gidiyor olmalarıdır. Çünkü bu devletlerin çıkarları söz konusu olduğunda insan hakları kâğıt üzerinde yazan metnin ötesine geçememektedir. Gözleri görmez ve kulakları duymaz olmaktadır.

Aynı şekilde, ABD’nin Ortadoğu’daki üssü siyonist İsrail’i kuran iradenin, birkaç ay sonra İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul ettiğine, daha sonra Filistin topraklarındaki insanlık dışı vahşete giriştiğine bakıldığında bu büyük bir çelişki değil mi?

Batı’nın icat ettiği diğer sahte kavramlar gibi, insan hakları yalanı da, baştan beri kendilerini korumak, yapacakları insanlık dışı uygulamalar için kurulan tezgâhtır.

Bugün Filistin’de Batı destekli Siyonist İsrail terörü vardır. Ancak onlara göre olup biten terörle mücadeledir. Aslında küresel terörün mucidi ve kaynağı Batı’dır. Batı ahlaklı değildir. Çünkü Batı’nın değerleri egoisttir, adaletsizdir, merhametsizdir, kapitalisttir, emperyalisttir. Manevi değerlerden uzak, Allah bilmezdir.

Batı konuyu bir “Filistin Sorunu” olarak ele almaktadır. Buradaki asıl sorun “Siyonist İşgalci İsrail Sorunu ”dur. 1947’den beri Siyonistlerin kadın ve çocukları katleden, hastaneleri, ibadethaneleri bombalayan, sivil insanları yurtlarından eden, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden Filistinli Arapları kaçıran İsrail zalimdir, teröristtir.

Beyannamede “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz. Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır.” gibi en temel insani değerlerin yazılı olmasına karşın bu değerleri en çok ihlal edenlerin yine bu “evrensel” beyannameyi kaleme alanların olmaları ilginç değil mi?

Batı “evrensel” kavramını sıkça kullanır; çünkü böylece değer üretme ve başkalarını yönetme hakkının kendisinde olduğunu iddia etmektedir. Evrensel kavramıyla “Batı’ya karşı gelinemez çünkü o güçlüdür, ölçüttür, öznedir,  merkezdir ve o haklıdır” algısı oluşturulmaktadır. Hâl böyle olunca; işgal eder, katliam yapar, çocuk-kadın kaçırır, ambargo uygular, aç-susuz bırakır, hastalıktan süründürür, eğitimden yoksun bırakır ve teslim alır. Hep o haklıdır; çünkü o güçlüdür.

Dün Karabağ’da, bugün Doğu Türkistan’da ve Filistin’de yaşanan katliamlara sessiz kalmak ve zalimlerin yanında yer almak gaflettir, delalettir ve hatta ihanettir.

Yüce Allah Kuran-ı Kerim A’raf süresi 179. ayette şöyle buyuruyor: “Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

Hala Batı’yı insanlığı kurtarıcı medeniyet gören, ülkelerini satıp onlara köleliği insan hakları gören akılsızlara diyorum ki, gözünüzün önündeki perdeyi kaldırın, biraz insan olun insan!

İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu beyiti konuyu özetler nitelikte: "Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/ ''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?"

Türk bilim insanı ve düşünür Oktay Sinanoğlu’nun da belirttiği gibi…

Batı’dan medet uman, ya satılmıştır, vatansızdır, vatan hainidir ya da süper ahmaktır.

Tüm sorunların çaresi, “kendimiz olmalıyız” ifadesindedir.

İnsanlık da bizde, haklar da bizde!