Her şeye karşı çıkma hastalığını bırakın!

YAYINLAMA:
Her şeye karşı çıkma hastalığını bırakın!

İran ile İsrail arasında başlayan ve sonradan ABD’nin de müdahil olduğu savaşın ardından, “Hangi ülkenin elinde ne tür silahlar var?” sorusu dünya gündeminin merkezine yerleşti. Bu tartışmalar hâlâ sürüyor. Bölgesel denklemde Türkiye’nin askerî gücü de bu çerçevede dikkatle izlenen başlıca konulardan biri hâline geldi.

Türkiye, son yıllarda kara, deniz ve hava kuvvetleri alanlarında millî savunma teknolojilerinde önemli bir atılım gerçekleştirdi; yerli ve millî üretim kapasitesini kayda değer ölçüde artırdı. Irak, Suriye ve Türkiye topraklarında eş zamanlı olarak yürütülen terörle mücadele operasyonları büyük ölçüde bu yerli ve millî sistemlerle sürdürüldü. Karabağ’ın işgalden kurtarılması sürecinde sağladığı teknolojik ve stratejik destekle de bölgesel dengelerde etkili bir aktör olduğunu gösterdi.

Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığım bir yazıda da vurguladığım gibi, Türkiye’nin savunma sanayiinde bağımsızlık hedefi doğrultusunda attığı adımlar, çoğu zaman dış tehditlerden önce içerideki muhalefet çevrelerini rahatsız etmektedir. Yerli ve millî üretimleri küçümseyen, itibarsızlaştıran, karalayan ve engellemeye çalışan bu çevreler, yıllardır aynı çizgide hareket etmektedir. Özellikle CHP merkezli ve ona yakın bazı odakların bu alandaki kara propaganda faaliyetlerine ilişkin sicili oldukça kabarıktır.

Bu tavırlarından bugün de vazgeçmiş değiller. Nitekim geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “KAAN var ama envantere girmesine en iyi ihtimalle beş yıl var. Tank var; ama motoru yok. Durum böyleyken, tüm bunlarla övünülmesi büyük bir basiretsizliktir” şeklindeki açıklamaları da bu yaklaşımın güncel bir örneğidir. Özel, yapılanı takdir etmek yerine, her zamanki gibi yermeyi tercih etmiştir.

Dünlerde savunma sanayisinde çok eksiği olan Türkiye, bugün millî savunma teknolojileri alanında ciddi bir atılım gerçekleştirmişse, bu gelişme her vatandaş tarafından takdir edilmeyi ve desteklenmeyi hak etmez mi? Ülkesinin savunma kapasitesinin güçlenmesinden gurur duymak, siyasi görüşten bağımsız olarak her bireyin ortak paydası olmalı değil mi?

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, NATO Zirvesi dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken yaptığı şu açıklama, Türkiye'nin savunma sanayiinde geçtiği zorlu süreci ve bugün ulaşılan noktayı son derece açık biçimde ortaya koyuyor:

“Gün oldu, paramızla müttefiklerimizden silah alamadık. ‘Kendimiz yaparız, hem de en iyisini yaparız’ dediğimizde bizimle dalga geçenler oldu. Kendi İHA’mızı, SİHA’mızı, millî muharip uçağımızı, KAAN’ı ürettik. Bazıları KAAN’a başladığımızda onu ‘kalorifer peteği’ diye aşağılamaya kalktılar. Bunları hep birlikte yaşamadık mı? KAAN bugün göklerde. Her projenin engellenmesi için beşinci kol faaliyeti yürütenleri benim milletim çok iyi biliyor.”

Bu sözler, Türkiye’nin neden millî savunma alanında kendi ayakları üzerinde durmak zorunda olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Yıllar boyunca dışa bağımlı, müttefiklerinin insafına kalmış bir savunma anlayışından; bugün kendi sistemlerini tasarlayan, üreten ve sahaya süren bir kapasiteye ulaşmak, hem umut verici hem de yarınlarımızı güvence altına alma adına özgüven aşılayıcı bir gelişmedir.

Ne güzel söylemişler: “Binlerce kilometrelik bir yolculuk bile tek bir adımla başlar.”
Hangi alanda olursa olsun, üretim adına atılan her adım, daha iyiye ve daha güzele ulaşmanın başlangıcıdır. Ürettikçe gelişeceğiz, ürettikçe en verimli ve en güçlü teknolojilere ulaşacağız.

Ancak ne yazık ki Türkiye’de bazı kesimlerin, her yatırımı, her yeniliği ve her ilerlemeyi refleks hâlinde reddetmesi kronikleşmiş bir muhalefet anlayışını ortaya koyuyor. Hastane yapımına, köprülere, yollara, savunma sanayi yatırımlarına, TOKİ projelerine, yerli otomobile, İHA’ya, SİHA’ya, uçağa, gemiye, tanka, tüfeğe gösterilen sistematik karşıtlık, yapıcı bir eleştiriden ziyade ideolojik bir hastalığın işareti hâline gelmiştir. Muhalefet bu manada neye karşı çıktıysa hepsinde de haksız çıkmıştır. Bu başlıklarda yapılan herşey Türk milletine faydalar sağlamış ve kolaylıklar getirmiştir.

Türkiye muhalefeti, bu refleksi sorgulamalı ve artık eleştirilerini yıkıcı değil, yapıcı bir zemine oturtmalıdır. Çünkü bir ülke, ancak ortak başarıları sahiplenebildiği oranda ileriye gidebilir.

“Bu hükümet dünyanın en doğru işini bile yapsa bizim bu hükümeti alkışlayacak halimiz yok” şeklinde bir muhalefet duruşu olursa, orası sürekli hastalıklı bir refleks geliştirir. CHP merkezli muhalefet bunun dışında bir duruş göstermemektedir. Böyle bir zihniyet muhalefette bu duruşu sergiliyorsa, Allah göstermesin Türkiye’de iktidar olursa bu ülke nasıl güvende olabilir?

 

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...