Aklımdan geçenler, gönlüme düşenler-2

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Aklımdan geçenler, gönlüme düşenler-2

Zaman zaman sosyal medya sayfalarımda dostluk, vefa, dürüstlük ve doğruluk üzerine yazılar kaleme alıyorum. Bu yazılar, aslında herkesin kendi hayatında yaşadıklarına dair bir tür duygusal tarif niteliği taşıyor. Paylaştığımda kimi “Aynı benim yaşadıklarımı yazmışsınız” derken, kimi de “Toplumdaki sosyal çürümenin aynası olmuş” diyerek etkileşim gösteriyor.

Böylece o tür yazılarım yine birikmiş durumda. Şimdi bunları sizinle paylaşmak ve duygularınıza dokunmak isterim…

MESELEMİZ DERT DEĞİL, DERT GİBİ İNSANLAR

Herkesin etrafında, kaderin tanıştırdığı; yalnızca kendi çıkarını ve geleceğini düşünen insanlar vardır. Onların dünyaya baktığı tek pencere, bu dar bakış açısıyla şekillenir.

Derdini anlatır sana; sen de kendi derdinmiş gibi dertlenir, çözüm ararsın.

Bazen o hiçbir şey söylemese bile, onu kendinden daha çok düşünürsün.

Gün gelir, yolunu açarsın; karanlıklarında ışık olur, nefes alabileceği imkânları seferber edersin.

Ama bir gün sen, “Benim de bir derdim var” dediğinde — Ansızın duyu organlarını kaybederler.

Ne duyarlar, ne görürler, ne de anlarlar.

Bazıları kökten nankördür, hepten inkârcı…

Herkesin böyle birine dair bir, belki birkaç anısı vardır, değil mi?

Benim gözümün önüne, yaşadıklarımdan dolayı altı-yedi kişi birden geliyor.

En acısı ne, biliyor musunuz?

Kendilerinden bahsettiğimi çok iyi bildikleri hâlde, hiç oralı olmamaları…

Üstelik bir de üste çıkma çabaları!

Çünkü işi bitene kadar seni hayatlarının direksiyonuna oturturlar;
Otostopçuluk hizmetini alırlar.

Sonra iner, arkalarına bile bakmadan uzaklaşırlar.

Çoğunu uzaktan izlersin...

O araçtan bu araca geçerek yollarına devam ederler.

Bazıları ise, yüzü hiç kızarmadan bu otostopçuluğu ara ara yine üzerimizden sürdürmek ister.

Benim huyumdur:

Gönlümde bir soru işareti kalırsa, alanı daraltırım.

Aşırıya kaçanı ise gönül alanıma bir daha asla sokmam.

Kapalı devreye geçmem de bundandır.

Mevlânâ ne güzel demiş:

“Sıkıntı yok efendiler, dert insana yol gösterir.”

Çok şükür, bizim meselemiz bir “dert” değil.

Tek derdimiz, hasletsiz, erdemsiz, vefasız halleriyle dert gibi karşımıza çıkan karakterlerle muhatap olmak.

Oysa Ali Şeriati’nin dediği gibi:

“Kim daha fazla insansa, o daha fazla dertlidir.”

Çünkü insan olanın sorumlulukları vardır — ve bu da onu dert sahibi yapar.

İnsan olun, insanlıkla anılın.

Derdiniz bin olsun, yeter ki insan kalın.

29 Haziran 2025


“BOZULMAZ” DEDİĞİN ARTIK “TANINMAZ” OLDU

 

Bir yazımda sosyal ilişkilerde kişi tarifi yaparken şöyle bir değerlendirmede bulunmuştum:
“Bir insanın karakterini kimi zaman sevgiler, kimi zaman düşmanlıklar, kimi zaman da yaşanan olaylar ortaya çıkarır. Her insan, bilmediklerini ya da anlamlandıramadıklarını bu tecrübelerle öğrenir.
‘Her şey zıddıyla kâimdir.’
Beyazın değeri siyahla, ışığın kıymeti karanlıkla anlaşılır.
Bir varlık, zıddı olmaksızın var olamaz.
Dün yanında olan bugün uzağındaysa, dün övdüğünü bugün yermeye başladıysan ya da bugün yerdiğini yarın övüyorsan, bu durumu genellikle yaşadıkların şekillendirir.
Ancak bu tarif, kişisel menfaat peşinde koşan yanardöner tipleri değil, her insanın iyiyi kötüden ayırma mücadelesinde karşılaşabileceği durumları izah eder.”

Hayatta herkesin etrafında bu bakış açısıyla şekillenen ilişkiler yok mudur?
Dün yediğin içtiğin ayrı gitmeyen dostlarınla, arkadaşlarınla bugün aranıza aşılmaz duvarlar örülmedi mi?
Belki bir vefasızlık, belki bir nankörlük, belki de bir olay…
Suç sende mi, onlarda mı?
Ya da dün kanlı bıçaklı olduğun, aranda derin uçurumlar bulunan insanlarla, bugün gösterdikleri kadirşinaslık ve mertlik karşısında dost olmadın mı?
Belki ilk adımı sen attın, belki onlar…
“Dostlukta da düşmanlıkta da aşırıya kaçmayın. Bir gün dost olduğunuz kişinin yarın düşman olabileceğini unutmayın.”
Bu söz, yüce peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) buyruğu değil midir?
Demek ki, bunlar hayatın gerçeğidir; yaşanmış ve yaşanmaya devam edecek.
Sosyal ilişkilerde güç, para ya da makamın değiştirdiği nice insan görüyoruz. Mütevazılığı, efendiliği ve dürüstlüğüyle “Cennetten gelmiş” dediğin birçok insan, zamanla kibir, böbürlenme, açgözlülük ve nankörlüğün sembolü olmadı mı? Bir bak onlara nefsi arzularından başka bir şey görebiliyor musun?
“Bozulmaz” dediğin nice insan, şimdi “tanınmaz” hale gelmedi mi? Öte yandan, kimileri de gücü, parası ya da makamıyla daha da olgunlaştı, adamlığı büyüdükçe büyüdü.
Velhasıl, herkes dostunun da düşmanın da kaliteli olmasını ister.
Çünkü her ikisi de yaşam terazinin dengesini sağlar.
O dengeyi sağlamazsa da, bu sana hayata tutunma adına bir sınav olur.
Yaşadıkça göreceğiz, gördükçe öğreneceğiz, öğrendikçe ders çıkaracağız.
“Bu kaçıncı ders?” demeye gerek yok; çünkü bunlar yaratılışın doğasında var.
Etrafındaki dostlarına, düşmanlarına bir daha bakar mısın?
Belki gözden kaçan bir detay vardır.
Ahir zamanda kimin dost, kimin düşman olduğu belli olmuyor artık…

4 Temmuz 2025


GECE DÜŞÜNDE YÜRÜMEK


Yine bir yaz akşamıydı, sıcak ve bunaltıcı. Eve doğru yola koyuldum. Takım elbiseyle attığım her adımda sıcaklık daha da ağırlaşıyordu. Normalde yürüdükçe rahatlardım. Bu sefer adımlarım hızlandıkça zihnimde sitem, kızgınlık, öfke ve kaygı yüklü düşünceler birbiri ardına diziliyordu. Memleketin hali, Gazze’deki feryatlar, ormanlarda yanan canların çığlıkları zaten zihnimde ve yüreğimde ağır bir yükken, bir de bize benzeyip bizden olmayanların, bizimle güçlenip gücünü bize karşı kullananların oyunları, ikiyüzlülükleri ve utanmazlıkları zihnimde kanayan bir yara gibiydi.
Son zamanlarda kalemimden hep bu yaralar sızıyordu.
Yürüyüşüm devam ediyordu.
Hava kararmaya yüz tutmuştu.
Yürümeyi sevmek güzel olsa da bazen beklenmedik anılar biriktiriyor.
Kimi zaman parklarda, yol kenarlarında biriken köpekler saldırıyor; kimi zaman yolda yürürken ayağın takılıyor, kayıyor, düşüyorsun. O gün de kısmetimize, çöp konteynerinin yanından geçerken kayganlaşmış zemine basıp düşmek varmış. Öyle bir düştüm ki, sıcağı sıcağına kolum ve omzum kırıldı sandım. Ayağa kalkıp toparlandım, yürümeye devam ettim, ama bu kez daha yavaş…
Adımlarım küçülmüştü.
Ağrım soğudukça kırık olmadığını fark ettim.
Asıl kırıkların gönlümde olduğunu anladığım anlardan biriydi o an. Derken, bir âlemden başka bir âleme geçiş gibi, dost maskeli suretler gözümün önüne geldi.

İtibar, sıfat ve makam kazandırdığın kişilerin ayıpları, bir film şeridi gibi akıp geçti gözlerimin önünden. Bağ sahibi yaptığın adamların bir üzüm çöpünü laf konusu eden görgüsüzlükleri, haramzadeler karşısında uysal koyun olup alın terini ve helalini yüceltmek yerine alaya alan tavırları, maddiyat peşinde koşmayan edebini ve adabını küçümseyen ikiyüzlülükleri.
Ve seni her daim bir araç, karşıya geçiren kullanışlı bir köprü gibi görmeleri.
Sırtımızda karşıya geçtikçe ayıp ettiler.
Hep de akrebin doğasını yaşattılar.
Film şeridi hızlıca akıp geçiyordu.
Neler vardı neler.
Bunlar yaşananlardı, bir de Peyami Safa’nın dediği gibi, “İçinde yaşanmamış anların hatıraları var.” Daha neler yaşayacağız acaba?
Ter su içinde uyandım.
Rüya ile kâbus arasında bir halmiş gördüklerim.
Ne demişler: Geceler düş görmek, gündüzler düşlerin yalan olduğunu anlamak içindir.

5 Ağustos 2025

ANLIK İLETİŞİMİN HAYAL KIRIKLIKLARI

Yazarlığa lise yıllarımda başladığımda, yazılarımı gazetelere mektup ya da faks yoluyla gönderirdim.

Bu nedenle yazılarımın yayınlanması kimi zaman günler sürerdi.

O dönemde uzakta yaşayan akrabalarımız, dostlarımız ve arkadaşlarımızla iletişimimizi mektuplar aracılığıyla sürdürürdük. Mektuplarımızı, manzaralar ya da sanatçı fotoğraflarıyla süslenmiş, özenle seçtiğimiz ve günlerce sonra ulaşan kartpostallara yazardık. Bu, kendine has bir heyecan ve o döneme özgü eşsiz bir güzellik taşırdı. Günümüzde ise iletişim araçları, teknolojinin ilerlemesiyle büyük bir dönüşüm geçirdi. Artık dünyanın bir ucundan diğerine düşüncelerinizi, fotoğraflarınızı saniyeler içinde ulaştırabiliyorsunuz.
Peki, bu durum hayatın akışını kolaylaştırdı mı?
Evet, şüphesiz kolaylaştırdı.
Ancak bu hız, aynı zamanda hayal kırıklıklarını da daha görünür kıldı.
Anlık iletişimin gölgesinde dedikodu, ikiyüzlülük,fitne,fesat ve iftira gibi olumsuzluklar vitrine çıktı.

Sosyal çürümenin hızla arttığı, erdem ve faziletin giderek azaldığı günümüzde, bu“vitrin ürünleri”ne yazık ki şaşırtıcı olmaktan çıktı.
Hakkını her şartta ve hukukta koruduğunu sandığın sözde dostların bile “yüzüne başka, arkandan başka” konuştuğunu, bir ses mesajı ya da anlık bir cümleyle öğrenebiliyorsun.

Saniyelik iletişim olmasa, belki aylar, belki yıllar sonra öğreneceğin, hatta belki hiç haberdar olmayacağın gerçekler, şimdi anlık hayal kırıklıklarına dönüşüyor. Senin sayende çok şey kazanan bir dost, senin için neler kaybedeceğini sorgular mı?

Yüzde bin kazanan, yüzde bir kaybederse, bu nasıl bir denge olabilir ki?

Öyle bir dünya ki, gölgenin bile arkandan hançer saplayacağının şaşırtıcı olmayacağı bir çağda yaşıyoruz.

Bu yüzden yalnızlığa inanarak hayata tutunmak, adeta sosyal bir sınav haline geldi.
İkiyüzlü kalabalıklar içinde her şeye hazır ve nazırız.
Herkes geldiği yeri bilsin!
İyilikten, vefadan, dostluktan soğutmayın insanları.
Doğruyu söylerken bile yüzü kızaran insanların öz samimiyetini, ikiyüzlü karakterinizle dalga konusu etmeyin.
İşte tüm mesele, nereden geldiğini ve nasıl ilerlediğini bilememek.
Sözde dostlar!
Maalesef çoğunuz iletişim çağının hayal kırıklıkları olmaktan öteye gidemeyeceksiniz.

8 Ağustos 2025

HEVES YÜKLE ALLAH’IM 

Ben, mert bir insanım; düşmanıma bile ikiyüzlülük yapmayı, yalan söylemeyi ya da yaşananı inkâr etmeyi sevmem, ki dostlarıma bunu yapayım. Huyumu dost da bilir, düşman da.

İkiyüzlülük yapmayacağım gibi, yalanlarla denge kurmaya çalışanları da -ister dost makamında olsun ister arkadaş çevresinde- asla sevmem.

Zor değil, bir ortamda söylediğini her ortamda söyleyebilmek.

Ama bazılarında böyle davranamamak cibiliyete dönüşmüş bir mesele; muhataplıklar karşısında karakter erozyonu almış başını gidiyor.

Ne yaparsan yap, huy yerleşmiş, çıkış yolunu bir türlü bulamıyor. Çünkü bu özelliklere karşı karakterleri bağışıklık kazanmış.

Sen hep hasbi, hep harbi olursun, ama bazıları, ihtiyacı olmadığı halde habis ruhlu davranıyor.

Vallahi aklım almıyor, billahi almıyor…

Bu nasıl bir huy imiş?

Her ortamda övdüğün, toz kondurmadığın, dilinle, kaleminle, yüreğinle hep yanında olduğun insanlar karşında bile bile rol yapıyor.

Biliyorsun, ama yine de onlar adına üzülüp yüreğin yanıyor.

Kendi kendine, “Ne gerek var böyle davranmaya?” diyorsun.

Her sınavında yanında olan insanlara niye ikiyüzlü davranırsın ki?

Benim sınavım hep dostlarım oldu.

Nedense hep ben yenildim.

Demek ki, artık kendimizi sorgulama vakti gelmiş.

Allah’ım, bana yine heves yükle!

Heves yükle ki, dost bildiklerime  tekrar tekrar yenilmeyeyim…


27 Ağustos 2025

BENİ SİZ DELİRTTİNİZ!

Merhum Cem Karaca, bir şarkısında şöyle sesleniyordu:

“Beni siz delirttiniz, evet!
Evet, evet, evet!
Siz delirttiniz beni, bundan hiç kuşkum yok, eminim.
Darılmaca yok, ben bir deliyim; ama beni siz delirttiniz.
Beni siz delirttiniz!”

Normal bir deli, “Beni siz delirttiniz” demez. Daha doğrusu, delirdiğini fark edebilecek akıl, bedenini çoktan terk etmiştir. Normal bir deli; duyduğunu, gördüğünü, yaşadığını bir başkası gibi yorumlayamaz. Çünkü onun duyu organları artık işlevini yitirmiştir.

Eğer biri, “Beni siz delirttiniz,” diye haykırıyorsa, bu sözdeki gerçek, “Her şeyinizi görüyorum ve biliyorum,” tavrıdır. Zaten sizler de bizim gördüğümüzü, bildiğimizi fark ettiğiniz için “delirdi” demiyor musunuz? Körler ve sağırlar çarşısında bir “deli” arıyorsanız, o bizde yok!

Yüzümüze başka, arkamızdan başka davrananlar…

Faziletlerimizi, erdemlerimizi zaaf olarak görenler…

Makam ve paranın açtığı alanda güç zehirlenmesi yaşayanlar…

Her sözü ve davranışıyla hesap peşinde koşanlar…

Nereden geldiğini unutan, nereye gittiğini bilmeyenler…

Yaşanan gerçekleri inkâr edip kibir kuyusunda debelenenler…

Bizimle güçlenip gücünü bize yetirenler…

Gözümüzle gördüğümüzü, kulağımızla duyduğumuzu, ortaya koyduğumuz iradeyi yok sayanlar…

En ufak hakkını, emeğini gökyüzüne çıkardığımız halde her fırsatta nankörlük edenler…

Deli divane olduğumuz dostlar ne oldu size?

Evet, evet, beni siz delirttiniz!

Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim ve fark ettiğim için delirdim. Keşke siz de benim gibi delirseydiniz! Bir gün karşıma geçip nasıl delirdiğime dair bir sorgulamaya girerseniz, işte o gün sizi çok utandıracağım.

Peki, biz böyle bir deliyiz de, size nasıl bir teşhis koyalım?

Tıp çaresiz kalıyor değil mi?

29 Ağustos 2025


DOKUZ ADIM GERİYE…

Bana sahte de olsa bir tebessümle, dostluk görüntüsüyle ya da hesaplı bir kadirşinaslıkla bir adım atana, ben hep yürekten on adım atmışımdır. Bu, dokuz adım fazla atmam anlamına gelse de…

Çünkü herkesi kendi yüreğim gibi görme huyum var.

Kimine göre bu bir eksiklik, kimine göreyse bir fazlalıktır.

Geçmişte yaşadığımız tecrübeler, bu yolda bol bol hayal kırıklığı yaşama ihtimalini gösterse de, ben o ihtimali diyaloglarımın ve attığım adımların sonunu görene dek hep yok saymışımdır.

Hayatımız boyunca neler gördük, neler yaşadık!

“Olmaz” dediğimiz ne varsa yaşattılar.

“Mümkün değil” dediğimiz her şeyi sahne arkasında oynadılar.

“O yapmaz” dediğimiz kişi değil miydi bizi şaşkına çeviren?

En çok yandıklarımız, işte o kandıklarım olmadı mı?

Her an yeni şeyler görmeye, duymaya devam ediyoruz. Artık sanırım akıllanma ve bugüne dek iflah olmamış huyumu törpüleme zamanı geldi.

“Eyvallahsız” bir hayat zaten bunu gerektirmez mi? Hangi sınavda bunu göstermedik ki?

Gördün, duydun, hissettin…

Hemen yanına bir “uzaklaşmayı” ekle.

Sen verdiklerinle kimseyi satın almadın ki, bir şey vererek seni satın alabilsinler.

Dokuz adım fazlam vardı. Şimdi tüm o adımlarımı geri çekiyorum. Bir adımımı ise kendi adamlığıma sembol olarak bırakıyorum.

Ne diyelim?

Sizin adınıza kavga veren yok artık.

Sizin adınıza düşünen, önleyen, önden yürüyen yok artık.

Ama sizin bu karakteriniz adına üzgün olan biri var.

Bu devir, gerçekten kurda değil; ite, köpeğe, tilkiye, çakala yarayan bir devir olmuş.

Etrafına bak, itibar kimlere ve neden gösteriliyor, anla.

Sinsi adımlarla mertlik adına atılmış adımları bir daha birbirine karıştırma.

Yoksa yolun şaşar…

29 Ağustos 2025

 

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...