Hayâsızlık, teşhircilik sanat değildir!
Konserde +18 danslar nedeniyle haklarında “Hayasızca Hareketlerde Bulunmak” ve “Teşhircilik” suçlarından soruşturma açılan Manifest grubu, tartışmaların odağında olduğu şu günlerde, sosyal medyada 1964 yılına ait, İngiliz kadınlarının çıplaklık ve dekolte hakkındaki yorumlarının yer aldığı bir videoya denk geldim. Kadınlar o dönemde şöyle tepkiler veriyordu:
- “İğrenç!”
- “Azıcık haysiyeti olan hiçbir kız göğüslerini göstererek sokakta dolaşmaz.”
- “Şey… Bilmiyorum. Gerçekten iğrençmiş.”
- “Aklı başında hiçbir kız bunu giymez.”
- “Bence hiçbir edepli kız bunlardan giymez.”
Bu videoyu izledikten sonra, Türk Aydını Peyami Safa’nın “Kadın, Aşk, Aile” adlı kitabında yer alan, 20 Nisan 1960 tarihli “Anadan Doğma Çıplak Soyunma ve Âdab-ı Umumiye” başlıklı yazısı aklıma geldi. Safa o yazısında şöyle diyordu:
“Sefahat yerlerinde bazı varyete numarası yapan kadınların çırılçıplak soyunmalarına strip-tease dendiği malum. Batı memleketlerinde bu numara yalnız ayyaşların, sefihlerin, meraklı turistlerin gittikleri eğlence yerlerinde görülür. Ailelerin, genç kız ve erkeklerin, içtimaî mevki ve itibar sahibi insanların yemek yedikleri lokantalarda, nezih eğlence yerlerinde strip-tease yoktur. Bazı Batı memleketlerinde ise tamamen yasak edilmiştir.
Bizde ise birkaç kere görüldüğü gibi, bir dansözün basın toplantısı yapıp gazetecilerin önünde anadan doğma soyunmasına hiçbir memlekette rastlanmaz. Çünkü her memleketin ceza kanununda ‘âdab-ı umumiye’ye, yani umumi edep ve hayaya aykırı hareketler yasaktır. Ayrıca yüksek basın seviyesi de bu türden hareketleri şımartmaya müsait değildir.
Bizde ise edep, haya, ahlak ölçüleri altüst edilmiştir. En seçkin ailelerin gittiği lokanta ve pavyonlarda, genç kız ve çocukların gözleri önünde strip-tease yapılır. Bunun yıkıcı tesirlerini her gün zabıta vakalarında görürsünüz: ırza tecavüzler, şehir ortasında kız kaçırmalar, ailesinden kaçan genç kız ve çocuklar, suçüstü yakalanan zina vakaları, yüksek sosyete rezaletleri, normal haddi aşan cinsî sapıklıklar, kıskançlık cinayetleri… Bu manevi çöküntüyü ne zamana kadar boş ve tasasız gözlerle seyretmeye devam edeceğiz?”
Böylece 1960’ların başında bir Türk aydınının yazdıklarıyla, 1964’te İngiliz kadınlarının çıplaklık ve dekolte hakkındaki düşüncelerinin aslında birbirini tamamladığını görmek mümkün oluyor. O dönem Batı’da bile sınırsız serbestlik söz konusu değilken, merhum Peyami Safa’nın Türkiye’deki ahlaki ölçülerin altüst oluşuna dikkat çekmesi, toplumsal çöküş endişesini daha anlaşılır kılıyor.
Peyami Safa’nın 1960 yılında Türkiye’yi Batı ile kıyaslayarak kaleme aldığı yazıya bir bakın… Merhum Peyami Safa, yıl 2025’te yaşananları görmüş olsaydı muhtemelen manzara karşısında kahrolurdu.
Zira bugün Manifest grubunun ortaya koyduğu sözde sanat tartışması bunun en somut örneğidir. Dekolteyi ve çıplaklık ölçülerini çoktan aşarak sahnede resmen pornografik figürler sergiledikleri halde, bunu “çağdaşlık, özgürlük, kadın hakları” olarak savunanların çıkması, geldiğimiz noktanın hazin tablosunu gözler önüne seriyor.
Manifest grubu da arz-talep ilişkisinde bir pazar ve kendilerine destek veren bir kitle buldukça özgüvenlerini şişiren açıklamalar yapmaya başladı. Nitekim, “Ürettiğimiz şovlarla yüksek standartlara ulaşmaya çalışan 6 genç kadın olarak en büyük hayalimiz, ülkemizi dünya çapında başarılarla temsil etmektir.” diyerek havalara girmeleri bunun göstergesidir. Peki, sahnede hayasızlık sergilemek mi dünya çapında temsil edecekleri başarıdır?
Evrim Alasya isimli bir oyuncu da, “Kim kaynanasıyla yatmış, kim geliniyle kaçmış diye akşama kadar sabah programları izleyen insanlarsınız. Manifest’in toplumun ahlakını bozmasından hangi ara endişelendiniz?” sözleriyle bu gruba sahip çıkmış…
Bir hayasızlık, diğer hayasızlığı haklı çıkarır mı?
Yine sanatçı Aybüke Pusat, “Demek ki doğru yoldasınız.” derken; Ezhel ise, “Müziği, sanatı, eğlenceyi yok edemeyeceksiniz.” diyerek, hayasızlık ve teşhircilikle şekillenen dans grubuna destek verdi.
Özellikle ülkemizdeki bazı solcu gazeteciler, sanatçılar, yorumcular ve siyasetçiler, bu tür hayasızlıkları ve teşhirciliği özgürlük ya da çağdaşlık olarak görüyor. Hele bir de AK Parti hükümeti zamanında bu tür yargı ve propaganda müdahaleleri olursa, seferberlik halinde hayasızlığa ve teşhirciliğe sahip çıkıyorlar.
Oysa hepsinin sahip çıktığı radikal solun müzik grubu Grup Yorum bile, Manifest grubunun topluma ve sanata verdiği zararı şöyle tarif etti: İstanbul Beşiktaş’ta konser veren Manifest Grubu hakkında “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlarından soruşturma başlatıldı.
Bu olaydan sonra birçok sanatçı, sol örgüt, parti ve kurum, Manifest grubunu sahiplenerek aslında hiçbir sanatsal ve müzikal niteliği olmayan bu yoz müzik kültürünü destekledi. Ahlaksızlığı bize özgürlük diye sunuyorlar. Yaptıkları şovlarla dikkat çekerek, içi boş ve niteliksiz müziklerini masum göstermeye çalışıyorlar.
Bu müzik kültürünün kime ve neye hizmet ettiğini düşünmek gerekiyor. Gençlerimizi bunlara özendirmeye çalışıyorlar. Peki, gençlerimiz bu müzikten, bu dans şovlarından ne öğrenecek? Bu, faşizmin yöntemidir: Bir halkı kolayca yönetmek için onun kültürünü yok edip yerine kendi kültürünü yerleştirirler. Dünyanın her yerine bakın; bu ve benzeri kültürlerin Amerikan emperyalizminin yoz kültürü olduğunu göreceksiniz.”
Grup Yorum’un bu açıklamaları adeta bir bumerang gibi kendi ideolojik camiasını vurmuştur. Çünkü savunan, sahip çıkan, alkışlayan ve “daha fazlasını yapın” diyerek motive edenler, tam da kendi ideolojik çevreleridir.
Sanatın da bir adabı, edebi ve ahlakı vardır. Sanatı değerlerinden ayırırsan müptezelleştirmeyi meydana getirirsin. Pornografik figürleri sergilemek ve teşhirciliği sanat diye sunmak, toplumsal çürümeyi hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Zaten birçok olay sosyal çürümeye katkı sağlarken, sanat adı altında sunulan hayasızlıkların etkisi çok daha yıkıcıdır. Çünkü sanat, özellikle genç nesli yönlendiren ve özendiren güçlü bir potansiyele sahiptir.
Manifest grubuna sahip çıkanların hiçbiri, emin olun, annesini, kız kardeşini ya da evladını sahnede böyle bir dans yaparken görmek istemez.
Utanma duygusu bu toplumda yerleşik bir değer hâline gelmelidir. Çünkü utanmanın ideolojisi yoktur; bu, insanlık faziletidir ve gerçekten fazilet sahibi olan herkese yakışır.